Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Akıllı Kişi

12 Ağustos 2013 Pazartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


عَنْ شَدَّادِ بْنِ أَوْسٍ عَنِ النَّبِىِّ صلَّى الله عَلَيه وسَلَّم قَالَ : الْكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ وَعَمِلَ لِمَا بَعْدَ الْمَوْتِ وَالْعَاجِزُ مَنْ أَتْبَعَ نَفْسَهُ هَوَاهَا وَتَمَنَّى عَلَى اللَّه

Şeddad b. Evs radıyallahu anh'den nakledildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Aciz kişi de, nefsini hevâsına tabi kılan ve Allah'tan dilek(ler)de bulunup duran (bunu yeterli gören) kişidir."(1)

"Nefse hâkimiyet", hayata İslâm'ın ölçüleri içinde aklı hâkim kılmak demektir. “Ahiret”teki mutluluk ise, aklın hâkimiyetindeki güzel bir ha­yatın tabiî sonucudur. Zaten sevgili Peygamberimiz, bir başka hadis-i şeriflerinde "İşlerin aslî değeri sonuçlarına göre ölçülür" buyurmaktadır. 

Her sisteme ve hatta her insana göre bir "akıllı kişi" tarifi vardır. Tabiatıyla bu tarifler "önemli" kabul edilen açıdan yapılır. Ancak her türlü değer ölçülerini dikkate alan, daha doğrusu, "insan ve hayat ger­çeği açısından" yapılacak bir tarif ise, elbette daha bir farklı ve düşündü­rücü olacaktır. Hadisimizin tarifi işte böyle bir muhteva ve bakış açısını karşımıza çıkarmaktadır. Akıllılığa "ahiret" boyutunu getiren bir tarif...

Sonlu bir dünyada sorumlu ve sınırlı bir ömre sahip kılınmış bulu­nan insan, -tabiî olarak- dünyayı ve sonrasını değerlendirirken belli bazı odakların tesiri altındadır. Dünya, nefis, hemcinsleri ve şeytan bu odak­lardandır. İnsan tavır ve davranışlarını şekillendiren etkenler arasında, olayları daha bir derinden ve geniş boyutlu olarak algılamayı ve değer­lendirmeyi sağlayan bir başka tesir odağı da imandır.

"Nefse hâkimiyet" ve "ölüm sonrası için gayret" olarak hadisimizin belirlediği akıllılık göstergeleri, büyük ölçüde müessir bir iman ile alâka­lıdır. Hiç şüphesiz imanın da etkinliğinin arttığı günleri, mevsimleri, bir çeşit ilkbaharı vardır. Üç aylar ve özellikle Ramazân-ı şerîf iman için işte bu ilkbahar günleridir. Baharda kâinatı saran canlanma ve dirilme eği­limi herkesin dikkatini çekecek derecede kuvvetlidir. Sebebi de topyekûn bir gelişme olmasındandır. Ramazan gibi kulluk ve dinî davranışların yoğun olduğu mevsimler de bütün bir toplum hatta ümmetçe yaşandığı için daha bir içtenlikli ve huzurlu olmaktadır. Yani toplum aynı hayatı paylaşacak olursa, imanın etkinliğinden doğan sevinç ve huzur toplum çapında büyüyecek, her yanı kaplayacaktır.

Öte yandan bu türlü mevsimler, sair zamanlarda başarılması çok daha zor ve güç olan "nefis hâkimiyeti"ni temin açısından son derece uygun fırsatlardır. "Ölüm sonrası için çalışmak" da pek tabii olarak, bü­yük ölçüde "nefis hâkimiyeti"ni başarmış olmaya bağlıdır. Netice itiba­riyle Ramazan günleri "akıllı kişi" olma zamanıdır. Bir başka ifade ile, Ramazandan istifade etmek için gayret gösteren herkes -gayreti nispe­tinde- akıllılık yoluna girmiş olmaktadır.

"Nefse hâkimiyet", hayata İslâm'ın ölçüleri içinde aklı hâkim kılmak demektir. “Ahiret”teki mutluluk ise, aklın hâkimiyetindeki güzel bir ha­yatın tabiî sonucudur. Zaten sevgili Peygamberimiz, bir başka hadis-i şeriflerinde "İşlerin aslî değeri sonuçlarına göre ölçülür"(2) buyurmaktadır. İnsanın iyisi de tam anlamıyla ahirette belli olur. Orada, hayatının hesa­bını yüz akıyla verebilen kişi, dünyayı iyilikleriyle ahirete taşıyabilen bahtiyardır. Onun hakkında dünyalıların şöyle veya böyle değerlendir­mede bulunmaları hiçbir anlam ve önem taşımamaktadır. Davranışlarını, ahiretteki sonuçlarını dikkate alarak değerlendiren insan, dünyayı ve dünyalıları da layık oldukları şekilde değerlendirecektir. "Çevresini aş­mış insanlar" da işte bu manada "akıllı" kişilerdir.

"Herkes yarın için ne takdim ettiğine dikkat etsin!"(3) meâlindeki âyet-i kerîme de, "ölüm son­rası için çalışan"ların ne kadar isabetli ve akıllıca davranmış olduklarını belgelemektedir. Zaten Tirmizî, (v. 279/892) hadisimizin "hasen" olduğunu belirttikten sonra "nefsine hâkim olan" diye tercüme ettiğimiz "men dâne nefsehu" ifadesinin, "kıyamette hesaba çekilmeden önce öz nefsini hesaba çeken kişi" demek olduğuna dikkat çekmektedir. Daha sonra da bu ma­nayı destekleyen şu iki görüşü nakletmektedir. İlki Hz. Ömer'in... De­miştir ki;

"- Hesaba çekilmezden önce kendi kendinizi hesaba çekin. Büyük arz (duruşma) için hazırlık yapın. Ahiretteki hesap, ancak dünyada nef­sini hesaba çekmiş olanlar için hafif ve kolaydır."

İkinci görüş ise, Meymûn b. Mihrân'a ait. O da şöyle demiştir:

"-Kul, yiyimi ve giyimi neredendir diye iş ortağını gözetleyip dur­duğu gibi kendi öz nefsini denetlemedikçe asla takvaya eremez."

Âciz ya da sefîh


"Herkes yarın için ne takdim ettiğine dikkat etsin!" meâlindeki âyet-i kerîme de, "ölüm son­rası için çalışan"ların ne kadar isabetli ve akıllıca davranmış olduklarını belgelemektedir. 

Hadis şârihlerinin işaret ettikleri gibi aslında "akıllı"nın mukâbili (zıddı) "se­fih"tir. Fakat hadisimizde "Âciz" kelimesi kullanılmıştır. Aslında "Âciz"in de zıddı "kâdir"dir. Bu kelime ise hadisimizde kullanılmamıştır. Binae­naleyh hadisimizdeki kullanım göstermektedir ki "akıllı", kâdir; "âciz" de sefîhtir.

Hadisimizde, "nefsini hevâ ve heveslerine tabi' kılmak" ve "Allah'tan dileklerde bulunmak" aczin ya da sefihliğin alameti olarak belirlenmiştir. Kendisini heva ve heveslerinin uydusu kılmış insanlar, bir ölçüde dünya ve ahirete yönelik bütün iddialarından vazgeçmişlerdir. Kendileri kişisel sorumluluklarına sahip çıkmamakla birlikte zaman zaman kapıldıkları hesap verme kaygısı, onları kuru kuruntulara, boş ümitlere, temennilere sevk eder. Oysa temenni hiç bir şeyi değiştirmez, sadece kişiyi aldatır, tembelliğe sevk eder. Nefsine uymuş kişilerin belki de tek çareleri ku­runtularla avunmaktır. Oysa şu ayetler ne kadar ciddî bir uyarıdır. "Ey insanoğlu seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkib eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?"(4)

"Kullarıma benim bağışlayan, merhamet eden olduğumu, azabımın can ya­kıcı bir azab olduğunu haber ver."(5)

Allah Teâlâ'dan dilekte bulunmak dinimizde yasak değil, aksine teşvik edilmiştir. Ancak böylesi bir umut (reca) için kendine düşeni yapmış olmak da gereklidir. Bakara Suresinin 218. ayetinde rahmet-i ilâhiyi umut etmek için iman, hicret ve cihad gibi dinin temel gereklerini işlemiş olmanın lazım geldiği anlatılmaktadır. Herhangi bir iş yapmadan kuru kuru ümitte ve dilekte bulunmaya "temenni" denilmektedir. Böyle­sine bir kuru temenni ile yetinen kişi, elbette kendisinden beklenen basi­reti ve akıllılığı gösterememiş, en ciddî konuda en anlamsız davranışı sergileme basitliğinde bulunmuş demektir. Böyle bir davranış ise, -Allah korusun- bir ayeti kerimeye göre(6) dini oyun-eğlence yerine koyan kâfir­ler ile aynı durumu paylaşmak olur. Böylesi bir durumda Allah'ın mağfi­retini ummak, kabaca "Allah beni de affetmeyecekse kimi affedecek" gibi ciddiyetten uzak beyanlarda bulunmak tam anlamıyla "Allah ile aldan­mak" olur. Nitekim "Allah ile aldanmak, günah üzere devam edip bağış­lanma ummaktır."(7) Bu durumdaki insanlara şu ayeti hatırlatmakta bü­yük fayda vardır: "İşte Rabbinize karşı beslediğiniz bu zannınız, sizi helak etti, ziyana uğrayanlar olup çıktınız."(8)

Öte yandan unutulmamalıdır ki, kuruntular kurarak avunmak Şey­tan'ın insanları iğfal taktiklerindendir. "(Şeytan) onlara va'deder, kuruntu­lar kurdurur, fakat şeytanın onlara vâadi, aldatmadan başka bir şey değildir." (9)

Netice olarak hadisimiz, "akıllı" ve "âciz" kişileri, insanî, tabiî ve umumî nitelikte ve her inançtan insanı alâkadar edecek kapsamda ta­nımlamıştır.

Akıllılık ve ileri görüşlülük, davranışlarda kendini gösterir.

Akıllı-akılsız tespiti, dünya ve ahireti algılama ve değerlendirme, dünyada iken ahirete hazırlanma durumuna göre yapılır, iddialara ya da temennilere göre değil.

Allah Teâlâ'nın "gazabını aşmış engin rahmeti"nden" yararlanabil­mek için, imani ve İslâmî değerler çerçevesinde kendine düşeni yapma gayreti içinde bulunmak gerekir. Zira "Allah'ın rahmeti, iyilik edenlere ya­kındır."(10)

Hadisimizin tespit ettiği gerçekler karşısında kendi kendimizi yeni baştan kontrol edip gerekli tedbirleri almalı, böyle bir gayret içine gir­meliyiz. Akıl bunu gerektirmekte, dinimiz bunu istemekte, Peygamber Efendimiz de bizlere bunu tavsiye etmektedir.

 


Dipnotlar:

1. Tirmizi. Kıyame 25; İbn Mace, Zühd 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 124; Hâkim, Müstedrek, IV, 251

2. Buhârî. Kader 5, Rikak 33; Tirmizî. Kader, 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned,V, 33

3. el-Haşr (59), 18

4. el-Haşr (59), 18

5. el-İnfitar (82), 6

6. el-Hicr (15), 49

7. Bk. el-A-raf (7), 51; el-Hadid (57). 14; Lokman (31), 33.7- bk. Acluni, Keşfu’l-hafâ, II. 136

8. Fussilet (41), 23

9. en-Nisa(4). 120

10. el-A'raf(7). 56