Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Asr-ı Saadet'ten Günümüze Cami Dersleri

4 Kasım 2013 Pazartesi Sonpeygamber.info / İslam


Peygamber Efendimiz'in zamanının önemli bir kısmı mescidde geçerdi. Sahabe-i kiram Mescid-i Nebevi'de Efendimiz'in etrafında halkalar oluştururlar, Peygamber Efendimiz'in anlattıklarını dikkatle dinlerlerdi.

Camilerimiz başlangıçtan itibaren ibadet mekanı olmalarının yanında başka görevler ve fonksiyonlar da ifa edegelmişlerdir. Bu görevlerinin başında İslam kültür ve medeniyetinin merkezi olmaları gelmektedir.

Asr-ı Saadet'te Mescid-i Nebevi, içinde sadece beş vakit namaz kılınan bir mekan olmayıp, aynı zamanda ilim ve kültür merkezi idi. Peygamber Efendimiz ashabını orada yetiştiriyordu. Yeni İslam'a giren kabilelere dinlerini öğretecek muallimler ve mürşidler burada yetişenler arasından seçiliyordu. Ashab-ı kiram Kur'ân'ı, Sünnet'i ve ilmî meseleleri orada öğreniyorlar, problemlerini ve çeşitli soruları Efendimiz'e orada soruyorlardı. Kur'ân öğretimi denilince akla gelen ilk yer, Peygamber Efendimiz'in mescidi idi. Mescid-i Nebevi Kur’ân okuyan sahabelerle dolup taşar, mescidin her tarafından Kur'ân sesleri yükselirdi. Hatta Resûlullah (sav) namaz kılanların yanılmaması için Kur'an okuyan ashabına seslerini fazla yükseltmemelerini emretmişti. [1]

Peygamber Efendimiz'in zamanının önemli bir kısmı mescidde geçerdi. Sahabe-i kiram Mescid-i Nebevi'de Efendimiz'in etrafında halkalar oluştururlar, Peygamber Efendimiz'in anlattıklarını dikkatle dinlerlerdi. [2] Hz. Peygamber bir gün evinden çıkıp mescide gitmiş, orada insanların iki halka oluşturduklarını görmüştü. Bu halkalardan birinde bulunanlar Kur'ân-ı Kerîm okuyor ve Allah'a dua ediyordu. Diğer halkada bulunanlar ise ilim öğreniyorlar ve öğretiyorlardı. Peygamber Efendimiz "Bunların hepsi de hayırlıdır; şunlar Kur'ân okuyorlar ve Allah'a dua ediyorlar. Allah dilerse onlara isteklerini verir, dilerse vermez. Bunlar ise öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim” buyurarak onların halkasına oturmuştu. [3]

Hatib el-Bağdadi (ö. 463/1072) "el-Fakih ve'l-mütefehkih" isimli eserinde bu hadis-i şerif "Fadlu mecalisi'l-fıkhi alâ mecâlisi'z-zikr/İlim meclislerinin zikir meclislerine üstünlüğü” başlığı altında nakletmekte ve bununla ilim meclislerinin zikir meclislerinden daha faziletli olduğunu belirtmektedir. [4] Nitekim aynı hadisin başka bir rivayetinin sonunda Peygamber Efendimiz "... Ben muallim olarak gönderildim” buyurduktan sonra "Şu meclis daha faziletlidir” [5] diyerek ilim meclisine oturmuştur. Yine Hatib el-Bağdadi'nin Yahya ibn Ebû Kesir’den rivayet ettiğine göre "Sabah akşam Rabbi'ne O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et/onlarla beraber ol” [6] ayetinde kastedilenlerin “mecalisü'l-fıkh/illm meclisleri” [7] olduğu belirtilmiştir.

Efendimiz'den en çok hadis rivayet etmekle meşhur olan sahabe Ebû Hureyre (ra)'nin ifadesiyle Mescid-i Nebevi sadece Peygamber Efendimiz'in zamanında değil, O'nun vefatından sonra da ilmî meselelerin müzakere edildiği, Peygamber Efendimiz'in mirasının taksim edildiği yerdi. Bu konuda Abdullah er-Rumi şu hadiseyi naklediyor:

Bir defa Ebû Hureyre (ra) Medine çarşısına uğradı. Orada durup ahaliye:

- Ey çarşı halkı, sizi aciz bırakan nedir, dedi. Onlar da:

- Ey Ebû Hureyre, neden aciz bırakan, dediler. EbûHureyre (ra):

-İşte Rasûlullah (sav)’tan mirası taksim ediliyor, siz ise buradasınız, gidip ondan nasibinizi almıyorsunuz, dedi. Onlar:

- Nerede taksim ediliyor, dediler. Ebû Hureyre (ra):

- Mescidde, dedi. Onlar hemen gittiler, bir müddet sonra geri geldiler. Ebû Hureyre:

- Niçin geri geldiniz, dedi. Onlar da:

- Ey Ebu Hureyre! Mescide gittik, içeri girdik, orada taksim edilen bir şey görmedik dediler. Ebû Hureyre (ra):

- Mescidde hiç kimseyi görmediniz mi, dedi. Onlar:

- Bir grup kimse gördük namaz kılıyorlardı, bir kısım insanlar Kur'ân okuyorlardı, bir kısmı da oturmuşlar helal ve haramı müzakere ediyorlar/ilimle iştigal ediyorlardı, dediler.

Bunun üzerine Ebû Hureyre (ra):

- Size yazıklar olsun, işte Peygamberimiz'in mirası budur, dedi. [8]

Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz geride miras olarak mal-mülk, altın ve gümüş bırakmamış, ilim bırakmış ve:

"el-Ulemâü veresetü'l-enbiya/Alimler peygamberlerin varisleridir" buyurmuştur. [9]

Peygamber Efendimiz'in kadınlara özel olarak vaaz ve nasihatte bulunduğu da olurdu. Bir defasında kadınların Peygamber Efendimiz'e gelerek: "Ya Rasûlallah! Erkekler sizi dinleme hususunda bizden daha çok fırsat ve imkan buluyorlar. Bizim için de özel bir gün ayırsanız" diye talepte bulunmaları üzerine, onlar için de özel bir vakit tahsis etmiştir.

Peygamber Efendimiz'in Mescid-i Nebevi'de yaptığı derslerden, vaaz ve irşadlarından sadece erkekler değil, kadınlar da yararlanıyorlardı. Onlar da Peygamber Efendimiz'i dinleme imkanı buluyorlardı. Zira Hz. Peygamber zamanında kadınlar da mescide gidiyorlar, namazı cemaatle kılıyorlardı. Peygamber Efendimiz'in erkeklere: "Kadınlarınız mescidiere gitmek için sizden izin isterlerse onları bundan men etmeyiniz” [10] diye talimatı vardı. Hatta Hz. Peygamber zamanında Mescid-i Nebevi'de kadınlar mahsus özel kapı vardı. Hz. Ömer erkeklerin kadınlar kapısından mescide girmelerini yasaklamıştı. [11] Kadınlar mescidin arka tarafında kendileri için ayrılmış yerde namazlarını kılarlardı. Buhari ve diğerlerinin rivayetlerinden öğrendiğimize göre bir bayram günü Peygamber Efendimiz bayram namazını kıldırıp hutbe irad ettikten sonra Bilal'le beraber kadınların bulunduğu bölüme gelerek onlara daha yakından hitap edip öğütte bulunmuş, onları sadaka vermeye teşvik etmiş, onlar da yüzük, bilezik, küpe gibi ziynet eşyalarını sadaka olarak vermişler, Bilal de eteğini açarak bunları toplamıştı. [12]

Peygamber Efendimiz'in kadınlara özel olarak vaaz ve nasihatte bulunduğu da olurdu. Bir defasında kadınların Peygamber Efendimiz'e gelerek: "Ya Rasûlallah! Erkekler sizi dinleme hususunda bizden daha çok fırsat ve imkan buluyorlar. Bizim için de özel bir gün ayırsanız" diye talepte bulunmaları üzerine, onlar için de özel bir vakit tahsis etmiştir. [13] Görüldüğü gibi İslam ilim ve kültür tarihinde cami derslerinin Asr-ı Saadet'e kadar uzanan köklü bir geleneği ve geçmişi vardır. Asr-ı Saadette Mescid-i Nebevi'deki halkalarla başlamış olan cami dersleri, sonraki dönemlerde de hutbe ve vaazların yanında belli ilimlerin tedris edildiği ilim halkaları ve belli kitapların baştan sona okunduğu ders halkaları şeklinde devam etmiştir. Bu yönleriyle camiler, İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde yüzyıllar boyunca hem yaygın eğitimin, hem de örgün eğitimin merkezi olmaya devam etmiştir.

Hz. Ali (ra) Küfe Mescidi'nde insanların Kur'ân okuduklarını ve okuttuklarını işitince şöyle demişti: "Bunlara müjdeler olsun. Bunlar Rasûlullah'a insanların en sevimlisi idi.” [14]

Tabiînden, zühd ve takvasıyla meşhur Ebû Abdurrahman es Sülemi (ö. 73/692), Hz. Osman (ra)'ın hilafetinden itibaren Kufe Valisi Haccac zamanında Kufe mescidinde Kur’ân okutmaya devam etmiş ve "Sizin en hayırlınız Kur'ân'ı öğrenen ve öğreteninizdir” hadis-i şerifine işaret ederek: "Beni burada oturtan işte bu hadistir” [15] demiştir.

Büyük bilginler genellikle camilerde akdedilen ders halkalarında yetişmişlerdir. Tefsir, hadis, kelam, fıkıh alimleri camilerde okumuşlar, mezhep imamları camilerdeki ders halkalarında yetişmişler ve kendileri de talebelerini camiIerde okutmuşlardır.

Peygamber Efendimiz zamanında ve daha sonraki dönemlerde cami dersleri veya camilerdeki eğitim ve öğretim faaliyetiyle ilgili misalleri çoğaltmak mümkündür. Bu durum Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat ve Nîşâbur’da "Nizarniye Medreseleri" açılıncaya kadar devam etmiştir. [16] Artık bundan sonra camilerin civarında medreseler inşa edilmeye başlanmış, fakat camilerde de ders okutulmaya devam edilmiştir. Bu itibarla camilerde tedris edilen ders halkalarını talebe-i ulûma hitap eden ders halkaları ve halka yönelik ders halkaları şeklinde ayırmak mümkündür.

Camilerde ders verilmesi veya camilerin eğitim ve öğretim mahalli olarak kullanılması Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. Osmanlıların hakim oldukları coğrafyada da camilerde halka yönelik vaazların dışında özel ders halkaları da süregelmiştir. Öyle anlaşılıyor ki bu ders halkaları, vaazlara nisbetle, dinî bilgi ve kültürleri daha iyi olan kimselere hitap etmekteydi. Camilerde bu duruma herkese açık ders anlamında dersiâm denirdi. Şemseddin Sami bu kelimeyi “müderrislerin büyük camilerde verdikleri toplu ders” şeklinde tanımlamaktadır. [17] Daha sonra dersiâm, “medreselerde öğrencilere, camilerde halka açık ders verme yetkisine sahip müderris için kullanılan unvan” [18] olmuştur. Bu dersiâmlar hangi medrese veya camide ders okutursa o medresenin veya  caminin adını alırdı. (Süleymaniye dersiâmı, Fatihdersiâmı qibi). [19] "3 Mart 1340 gün ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün medreseler kapatılınca burada ders veren deriâmlara kayd-ı hayat şartı ile Diyanet işleri Başkanlığı bütçesinden maaş bağlanmıştır. Sonradan Cumhuriyet hükümetlerinde memuriyet görevi alan dersiâmların (dersiâmlık maaşları) kesilmemiş, her iki maaşı almaya devam etmişlerdir. Başlangıçta üç yüzden fazla olan dersiâmlar, 1973 malı yılı başında yirmi kişi kalmıştır.” [20]

Talebe-i ulûma yönelik ders halkaları da herkese açıktı, cemaatten isteyen, merak eden, o sahadaki bilgi ve kültürünü artırmak isteyen kimseler bu halkalara da katıla-bilirlerdi. Bu durum Osmanlıların son dönemlerinde devam ettiği gibi Cumhuriyet'ten sonra da devam etmiştir. Buna göre, 19S0'lerde ve sonraki yıllarda Hüsrev Efendi, Fatih Camii'nde hadis, siyer ve fıkıh dersleri okutmuş. Kadıköy Müftüsü Mekki Efendi, yine Fatih Camii'nde tefsir ve hadis dersleri (Kâdî Beydavi Tefsiri ve Sahih-i Buhari) okutmuş, bir ara İstanbul Müftülüğü de yapmış olan Bekir Haki Efendi de Şehzade ve Fatih Camii’nde Buhari ve Müslim’in ittifak ettikleri hadisleri cemeden “el-Lü’lüü ve’l-mercan”ı, Süleymaniye Camii’nde ise Eğitim Merkezi’ndetefsir dersleri veren Ali Yakup Cenkçiler Hoca Efendi de 1963 yılından 1983 yılına kadar Mesih Paşa ve Emir Buhari Camilerinde “İhyaü ulumi’d-din”, “Edebü’d-dünya ve’d-din”, “Medarikü’t-tenzil” ve “Divanü’l-Mütenebbi” gibi eserleri okutmuştur.


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 324; Zerkani, Menahilü'l-irfan, Beyrut 1996, I, s.169.
[2] Malik, Muvatta, Selam, 4; Buhari, İlim, 8; Salat, 84; Müslim, Selam, 26; Ebû Davud, Edeb, 14; Tirmizi, İsti'zan, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V,219, 284, 298, 401.
[3] İbn Mace, Mukaddime, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 328.
[4] Hatib el-Bağdadi, Ebu Bekir Ahmed b. Ali, el-fakih ve'l-mütefehkih, thk. Yusuf el-Azzazi, Riyad 1996, I, i. 88.
[5] Hatib, age., I, s. 88-89.
[6] Kehf, 18/28.
[7] Hatib, age., 1,s. 92.
[8] Taberani, el-Mu'cemü'l-evsat, Riyad 1995; II, 253 (1451).
[9] Ebu Davud, İlim, 1; Tirmizi, İlim, 19.
[10] Müslim, Salat, 135.
[11] Bk. Ebu Davud, Salat, 17.
[12] Buhari, lyd, 19.
[13] Buhari, İlim, 35
[14] Heysemi,Mecmeu'z-zevaid,VII, 162, 166.
[15] Buhari, Fedailü’l-Kuran, 21.
[16] Bu husultaki ihtilafiar için bk. Nebi Bozkurt, "Medrese”, DiA, XXVIII, s. 323-327.
[17] Şemseddin Sami, Kamus-i Turki, İstanbul 1985, I,s. 256.
[18] Mehmet İpşirli,"Derıiam”,  DiA, IX, s. 185.
[19] Kamil Miras, Beyazıt Camii desiamı idi. 1907 yılında II. Abdülhamit döneminde 31 yaşında başlamış olduğu bu görevi 1957 yılında vefat edinceye kadar devam etmiştir. Bk. Nesimi Yazıcı, Kamil Miras Hayatı ve Eserleri, DiB. Yay. Ankara 2002, s. 12, 32.
[20] Nail Aslanpay, 1924-1973 Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluşu, Çalışması Birimlerinin Tanıtılması, DiB. Yay. Ankara 1973, s.88.