Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Dünden Bugüne Hac Yolculukları

9 Ağustos 2018 Perşembe Dosyalar / Kurban ve Hac


Dünden Bugüne Hac Yolculukları

Her ne kadar bugün ibadetlerini yerine getirmek üzere niyetlenen hacı adaylarını zorlu bir koşuşturma bekliyor olsa da ulaşım ve teknik imkânlar bakımından geçmişe nazaran oldukça şanslı olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Osmanlı döneminde Rumeli, İstanbul ve Anadolu'dan yola çıkacak Müslümanları aylar süren ve tehlikelerle dolu bir hac yolculuğu beklemekteydi. Dileyen her kişinin katılabildiği bu Hac kervanları daha üç ayların başlarında yola çıkmak durumundaydı. Osmanlı Devlet geleneğinin bu konudaki ihtişamlı bir uygulama örneği olan Surre Alaylarının hareket vakti genellikle Recep ayının 12. günü olarak belirlenirdi. Hac kervanları da ya alaya eşlik eder ya da bu tarihlerde yola çıkardı.   Osmanlı kayıtlarında Mekke'yi ziyaret eden hacıların sayısını belirleyebilmek zordur. 1671'de hacca giden Evliya Çelebi, hacı sayısının 70.000 civarında olduğunu bildirir. 18 ve 19. yüzyıllarda ise bu sayının 80 ila 100 bin dolaylarında seyrettiği tahmin edilmekte.

Surre Alayları

Hac mevsiminin yaklaşması Osmanlı topraklarında ayrı bir telaşı da beraberinde getirirdi. İstanbul'dan Haremeyn'e özel bir tören eşliğinde padişah ve halk tarafından gönderilen armağanları iletmek üzere yola çıkacak olan Surre Alayları imparatorluğun Kutsal Beldelere olan bağlılığının simgesi olarak yüzyıllarca devam ettirilen bir gelenekti.  Saraydan dualar ve görkemli bir tören eşliğinde yola çıkan Surre Alayı büyük bir coşku ile Beşiktaş iskelesine gelir ve buradan donanma gemileri ile Üsküdar'a geçerdi. Alayın diğer Hac kervanlarıyla buluştuğu Harem semti ismini de bu yolculuklara borçludur. Harem, Harameyn olarak tabir edilen Mekke ve Medine şehirlerine yapılan yolculuklarda ilk durak ve kervanların buluşma mevkii olması dolayısıyla tarih içerisinde İstanbul halkı tarafından bu adla anıla gelmiştir.

ImageBir araya gelen kervanlar ve alayın yolculuğu ise Ayrılık Çeşmesinden başlardı. Bugün Kadıköy ilçesi sınırlarında kalan bu çeşme yolcuların İstanbul'dan ayrıldıkları noktada yer alması dolayısıyla bu şekilde adlandırılmıştır.

Aylar süren Hac yolculuğunda ana duraklardan biri de Şam'dır ve yolcular Ramazan ayını genellikle burada geçirirlerdi. Hacı adayları artık gelişen ulaşım imkânları sayesinde birkaç gün içerisinde Hicaz'a varabiliyor.  Ayrılık Çeşmesi'nin yerini ise havaalanları almış durumda. Ancak resmi başvuru, pasaport ve vize işlemleri de bugünkü hazırlıkların farklı zorluklarını oluşturuyor.

Kâbe'de Hac Hazırlıkları

ImageHer yıl ibadetlerini gerçekleştirmek üzere milyonlarca kişiyi ağırlayan Kâbe'de Hac hazırlıkları aylar öncesinden başlar. Bunlardan en önemlileri Beytullah'ın yıkanması ve Kâbe örtüsünün değiştirilmesidir. Kâbe'nin ilk olarak Hz. Peygamber tarafından putlardan temizlenmesi sonrası zemzemle yıkandığı bilinmektedir.  Bunun sembolik anlamı da müşriklerin izlerinden tamamen arındırılmasıydı. Günümüzde de Zilhicce ayının başında ve her Şaban ayının ilk Pazartesi günü Kâbe zemzemle yıkanmaya devam ediyor.

Kâbe'deki asıl telaş ise örtü değişimi için sürmektedir. Hacılar Arafat'ta iken değiştirilen Kâbe örtüsü için bugün tüm yıl boyunca sadece bu iş için çalışan bir fabrika mevcut. Saf ipekten ve altın işlemelerle hazırlanan örtü geçmiş yüzyıllarda ise uzun bir dönem İstanbul'da işlenerek Surre Alayı ile birlikte Kutsal Beldelere gönderilirdi.  Eski örtüler ise bölgenin ve İslam aleminin önde gelen kimseleri veya devletleri arasında paylaştırılırdı. Ülkemizde Edirne Eski Cami ve Üsküdar Yeni Cami mihrap duvarlarında hala asılı duran örtüler de Osmanlı döneminde imparatorluğa gönderilenlerdir. 

"Hiç böyle bir şeye şahit olmamıştım. Böyle sıcak kucaklaşmalara, bu kutsal yerde yaşanan, ırkları ve renkleri ne olursa olsun gerçek kardeşlik gösterilerine… Kahire'den Cidde'ye, kutsal şehir Mekke'ye kadar gözleri mavinin mavisi, saçları sarının sarısı, derisi beyazın beyazı olan insanlarla aynı tabaktan yemek yedim, sözlerinde Nijerya'nın, Sudan'ın, Gana'nın Afrikalı Müslümanların sözlerindeki kardeşliği, içtenliği hissettim."

İslam'ın ilk dönemlerinden bu yana böylesine önem atfedilen Hac yolculuklarından geriye kalanlar ise kuşkusuz satırlarda gizlidir. Çağımız Müslümanlarının aktivist simalarından Malcolm X, hayatında büyük bir dönüşüme vesile olacak Hac yolculuğu için daha sonra şunları kaydederek önemli mesajlar verecekti:Hac Hatıraları

 "Hiç böyle bir şeye şahit olmamıştım. Böyle sıcak kucaklaşmalara, bu kutsal yerde yaşanan, ırkları ve renkleri ne olursa olsun gerçek kardeşlik gösterilerine... Geçen bir hafta içinde etrafımdaki her renkten insanın sergilediği bu cana yakınlık karşısında söyleyecek söz bulamıyorum... Sizler, belki de bu sözcüklerin benden gelmesine şaşıracaksınız. Fakat bu kutsal ziyarette gördüğüm, tecrübe ettiğim şeyler beni sahip olduğum tüm eski düşüncelerimi yeniden gözden geçirmeye ve takındığım birçok tavrı bir kenara atmaya zorluyor... Amerika, İslam'ı anlamak zorunda. Çünkü toplumdan ırk problemini silen tek din o...Kahire'den Cidde'ye, kutsal şehir Mekke'ye kadar gözleri mavinin mavisi, saçları sarının sarısı, derisi beyazın beyazı olan insanlarla aynı tabaktan yemek yedim, sözlerinde Nijerya'nın, Sudan'ın, Gana'nın Afrikalı Müslümanların sözlerindeki kardeşliği, içtenliği hissettim."

Imageİslam ve Osmanlı edebiyatlarında da sık işlenen temalardan biri olan Hac üzerine yazılmış eserlerin en önemlilerinden biri de Divan şairi Nâbi'nin Tuhfet'ül Haremeyn'dir.

Sakın terk-i edebden, Gûy-i Mahbub-ı Hüdâdır bu

Nazargâh-ı ilâhidir makam-ı Mustafa'dır bu

şeklinde Nâbi'nin betimlediği kutsal topraklar peygamber diyarı olarak hafızalara işlenmiştir.  Nâbi'den çok sonra ise Mehmet Akif Ersoy tarafından kaleme alınan şu dizeler ise bu yolculuğun tüm meşakkatlerinin yanı sıra mükafatını da özetler niteliktedir. Yolculuk Allah Rasûlü'nün nuruyla aydınlanma ile son bulacaktır:

- Yâ Nebî, şu hâlime bak!

Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahranın;

Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!

Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum;

Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum.

"Tahammül et!" dediler... Hangi bir zamana kadar?

Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!

Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak;

Önümde durmadı artık, ne hânümân, ne ocak...

Yıkıldı hepsi... Ben aştım diyâr-ı Sudan'ı,

Üç ay «Tihâme!» deyip çiğnedim beyabanı.

Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada;

Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdada:

Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin;

Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin!

İrâdem olduğu gündür senin irâdene râm,

Bir ân için bana yollarda durmak oldu haram.

Bütün heyâkil-i hilkatle hasbihâl ettim;

Leyâle derdimi döktüm, cibâli söylettim!

Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü...

Nücûma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?

Azâb-ı hecrine katlandım elli üç senedir...

Sonunda alnıma çarpan bu zâlim örtü nedir?

Beş altı sineyi hicran içinde inleterek,

Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?

Demir nikâbını kaldır mezâr-ı pâkinden;

Bu hasta ruhumu artık ayırma hâkinden!

Nedir o meş'ale? Nurun mu? Yâ Rasûlallâh!...