Güncel Hadis Meseleleri 18: Hadisler Kur’ân-ı Kerim ile çelişir mi?

Hz. Peygamber’e nispet edilen bir hadis Kur’ân-ı Kerim’e açıkça aykırı ise o hadisin Rasûlullah’a (sav) ait olma olasılığı yoktur. Hatta hadis âlimleri bazı uydurma rivayetleri tespit ederken, bu rivayetlerin Kur’ân-ı Kerim ile çelişmesinden hareket etmişlerdir. Mesela, “Zinadan doğan çocuk cennete giremez” rivayeti, “Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez” (En‘âm, 6/164) ayeti ile çeliştiği için reddedilmiştir. “Hızır’ın (a.s.) yaşadığı ve her yıl İlyas (a.s.) ile karşılaştığı” haberi ise “Biz senden önce hiçbir beşere ebedilik vermedik” (Enbiyâ, 21/34) ayetine aykırı olduğu için uydurma kabul edilmiştir. Mevzû -yani uydurma- rivayetleri derleyen eserlerde benzeri başka örneklere de rastlanır. Nitekim hadis metodolojisinde bu yöntem, “hadisin Kur’ân-ı Kerim’e arz edilmesi” diye ifade edilir ve muhteva (içerik) tenkidi kapsamında uygulanır.

Öte yandan, herhangi bir hadisin muhteva değerlendirmesini yapmak ve Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olduğunu söylemek, büyük dikkat ve titizlik gerektiren bir usule dayanmalıdır. Zira bir hadisin Kur’ân’a aykırı gibi görünmesi her zaman isabetli bir bakış açısının sonucu olmayabilir. Bir ayet ile bir hadis arasında çelişki olduğunu düşünen kişi, ayeti ya da hadisi eksik yahut yanlış anlamış da olabilir. Bu tür durumlarda acele ile hadisi reddetmek hatalı sonuçlara ulaştıracaktır. Mesela, Kur’ân-ı Kerim ile çeliştiği öne sürülen bazı hadislerde aslında mecazi ifadeler kullanılmıştır. Bu mecazi ifadeleri hakiki anlamı ile değerlendirmek hadisin yanlış anlaşılmasına, dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim ile çeliştiği zannına sebep olabilmiştir. Bu duruma örnek olarak şu hadisten bahsedilebilir:

“O gün Rabbimiz baldırını açar, kadın erkek tüm müminler ona secde ederler. Sadece dünya hayatında gösteriş için secde eden o gün secde edemez. Secde etmeye çalışır ancak sırtı kaskatı kesilir, eğilemez.” (Buhârî, Tefsir, [Kalem Suresi], 2; Müslim, İman, 302) 

Bu hadis metninde yer alan “baldırı açmak” ifadesi, mecazidir, çeşitli anlamlarından biri “ciddi ve önemli bir işe girişmek”tir. Türkçemizde kullandığımız “paçaları sıvamak” deyimine benzer bir anlamı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, yukarıda naklettiğimiz biçimde literal olarak “baldırı açmak” şeklinde bir çeviri, ilgili deyimi bilmeyen birinin zihnini karıştırabilir. Hadiste, haşa, Allah’ın baldırı olduğunun ileri sürüldüğü zannedilebilir. Oysa Kur’ân-ı Kerim’de “Onun bir benzeri yoktur” (Şûra, 42/11) ayeti ile Allah Teala’nın yarattığı varlıklardan hiçbirine benzemediği açıkça beyan edilmiştir. Bu nedenle söz konusu hadisin sözlük anlamının Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, bahsedilen hadis aslında Kalem Suresinde yer alan bir ayet ile neredeyse aynı ifadeleri içermektedir. Nitekim Buhârî tarafından da Kalem Suresinin tefsiri ile ilgili olarak nakledilmiştir. İlgili ayet şöyledir: 

“Baldırın açıldığı o gün secdeye çağrılacaklar fakat buna güçleri yetmeyecektir.” (Kalem, 68/42) 

Müfessirler bu ayette yer alan “baldırın açılması” ifadesinin “paçaların sıvanması” yani ciddi, önemli ve zor bir işe girişilmesi anlamına geldiğini belirtmiş, bu konuda Arap şiirinde “savaş baldırını açtı” ifadesinin kullanıldığına dikkat çekmişlerdir. Söz konusu ifadenin hakikatin ortaya çıkarılması ya da Allah’ın nurunun açığa çıkması anlamlarına geldiği de söylenmiştir. (bkz. Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’ân, 18/248-249; ayrıca bkz. Muhsin Demirci, Geleneksel ve Çağdaş Yorumlarla Kur’ân Tefsiri, 6/378) Dolayısıyla söz konusu hadis Kur’ân-ı Kerim’e aykırı olmayıp bilakis bir ayette yer alan bir ifadenin benzerini içererek Kur’ân-ı destekler niteliktedir.

Bir hadisin Kur’ân-ı Kerim ile çeliştiği zannı bazen ayetin ve hadisin fıkhî içeriğini doğru anlayamamaktan da kaynaklanabilir. Mesela “Dinini değiştireni öldürün” (Buhârî, İstitâbetü’l-mürteddîn, 2) hadisi “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 2/256) ayeti ile çelişiyormuş gibi algılanabilmiştir. Bu ayette insanlara mümin ya da kâfir olma özgürlüğü sunulduğundan söz edilmektedir. Dinde zorlama olmaması, herhangi bir kimseye bir dinî inancın dayatılamayacağı anlamındadır. Dinini değiştireni öldürmekten bahseden hadiste ise İslam’dan sonra küfre düşen ve Müslümanlara savaş açan kimselerden bahsedilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in dinden dönenleri öldürdüğüne dair fiili bir sünnet aktarılmış da değildir. Hz. Ebû Bekir’in savaş açtığı mürtedler de aynı zamanda isyan (bağy) suçu işlemiş kişilerdi. (bkz. İrfan İnce, “Ridde”, DİA, 35/88-91). Dolayısıyla ilgili hadisin “Dinde zorlama yoktur” ayeti ile çeliştiğini iddia etmek, hadisin muhtevasını bilmemekten, bu hususta Peygamberimizin ve sahabenin uygulamalarını dikkate almamaktan kaynaklanmaktadır.

Hadislerin Kur’ân-ı Kerim ile çeliştiği iddiasının sebeplerinden biri de sünnetin Kur’ân-ı Kerim’i açıklayıcı yönünü kabul etmemek ya da bilmemektir. Sünnet, Kur’ân-ı Kerim’i açıklarken bazen Kur’ân’ın hükümlerine istisnalar getirebilir. Din, Kur’ân’ın genel hükümleri ve sünnetin o hükümlere getirdiği istisnalarla bir bütündür. Mesela “Vârise vasiyet yoktur” (Tirmizî, Vesâya, 5; İbn Mâce, Vesaya, 6) hadisi “Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin.” (Mâide, 5/106) ayeti ile çelişiyor gibi görünür. Zira ayette ölüm döşeğindeki kişinin vasiyette bulunmasından söz edilmekte ve bu vasiyetin şahitlerle tespit edilmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. Hadiste ise mirasçılardan herhangi birine vasiyette bulunmak yasaklanmıştır. Oysa ayet ve hadisin konuları birbirini tamamlayıcı mahiyettedir. Ayet, vasiyette bulunmayı mübah kabul eder ancak vasiyetin şahitlerle ispatlanmasını ister. Hadis ise kişinin malını kimlere vasiyet edemeyeceğine dair ilave bir hüküm getirir. Bu ilave hükme göre kişi, zaten kendisinden miras alacak olanlara vasiyette bulunamayacaktır. Vasiyet, mirasçılar dışında olanlara yapılabilir. Bu durumu ayrıntılı olarak açıklayan başka hadisler de nakledilmiş, vasiyet edilecek miktarın servetin üçte birini geçmemesi ilkesi getirilmiştir (bkz. Buhârî, Ferâiz, 6; Müslim, Vasiyet, 5-8). Dolayısıyla kişi, mirasçıları arasında herhangi bir kimseyi kayırma hakkına sahip olmadığı gibi servetinin tamamını vasiyet ederek mirasçılarını mahrum etme hakkına da sahip değildir. Kendisine, bırakacağı mirasın en fazla üçte birini mirasçılar dışında birine bağışlama hakkı verilmiştir. Vasiyet ayeti ancak bu hadisler çerçevesinde okunduğu zaman doğru anlaşılabilmektedir. Bir başka deyişle, “Vârise vasiyet yoktur” hadisi, vasiyet ayeti ile çelişmemekte, bilakis vasiyetin nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır.

Bir hadisin Kur’ân-ı Kerim’e ilave hükümler getirmesi de Kur’ân ile çeliştiği algısına sebep olabilir. Mesela yırtıcı hayvanların etlerinin haram kılındığına dair hadisler (Müslim, Sayd, 12-16; Ebu Davud, Et’ıme, 32; Tirmizî, Et’ıme, 1; İbn Mâce, Sayd, 13) ilk bakışta “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan veya domuz eti –ki bu pisliğin kendisidir– ya da günah işlenerek Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, onu yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum.” (En’âm, 6/145) ayetine aykırı görünebilir. İslami hükümlerin 23 yıllık peygamberlik süresinde nasıl teşekkül ettiği dikkate alınmazsa, bu ayetten hareketle sadece leş, kan ve domuz eti yemenin haram kılındığı ve bir başka yiyeceğin haram olmadığı vehmedilebilir. Oysa Allah, Peygamberine ayetlerde belirtilen hükümlere ilave hükümler getirme yetkisi vermiştir. Bu durum hem Kur’ân ve sünnet bütünlüğü ile ilgilidir hem de Peygamberin görev ve sorumlulukları kapsamındadır. Nitekim yırtıcı hayvanların etlerinin haram olduğu konusunda tüm Müslümanlar görüş birliği içindedirler ve bu husustaki hadisler Kur’ân-ı Kerim’e aykırı değil, ayeti açıklayan metinler olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla ayette yer alan bir hükme ilavede bulunmak sünnetin yapısal özelliğidir.

Sonuç olarak, hadislerin Kur’ân-ı Kerim ile çelişmesi beklenmez. Çelişki gibi görünen bir durum varsa bu durumda ya hadis makbul değildir ya da Kur’ân veya hadis doğru anlaşılamamıştır. Çelişkili zannedilen hadisler aslında sadece ayetin hükmünü sınırlamış ya da hükme ilavede bulunmuş olabilir. Bu nedenle güvenilir senetlerle aktarılan ve ilk asırlardan beri İslam ümmeti tarafından kabul edilegelmiş hadisler hakkında Kur’ân ayetlerinden biri ile çeliştiği iddiası ortaya atılmış ise böyle bir durumda, iddia sahibinin ya ayeti ya da hadisi doğru yorumlayamadığı düşünülmelidir.