Kur’ân-ı Kerim’de Mescid-i Harâm on beş [1] Mescid-i Nebevî bir ve Mescid-i-Aksâ bir ayette zikredilir. Mescid-i Harâm, yeryüzündeki ilk mescit olup [2] ziyarete gelenlere saygısızlığın [3] düşman saldırısı olmadıkça civarında savaşın [4] ve müşriklerin yaklaşmalarının yasaklandığı [5] ilahi koruma altında bir kutsal mekândır. Ziyaret etmek isteyenleri engelleyenler Kur’an’da acı verici bir azapla tehdit edilmektedir. [6] Ayrıca Hz. Peygamber’in isrâ yolculuğunun başlangıç noktası olan [7] mukaddes bir mekân olarak nitelenir. Hicretten on altı veya on yedi ay sonra nazil olan “Artık yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Siz de -ey inananlar- nerede olursanız olun yüzlerinizi ona doğru çevirin.” [8] ayetiyle birlikte Mescid-i Harâm, kıyamete kadar Müslümanların kıblesi olmuştur.
İsrâ suresinin ilk ayetinde çevresinin mübarek kılındığı belirtilen ve Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ [9] Hz. Peygamber’in miraç yolculuğunun ikinci durağı ve hicretten sonra on altı veya on yedi ay süreyle Müslümanların kıblesi olmuştur. [10]
Tevbe suresi 108. ayetinde [11] “temeli takva üzere kurulan mescit” olarak tavsif edilen [12] Mescid-i Nebevî ise hicretten sonra bizzat Hz. Peygamber tarafından inşa edilmiştir. Bu mescit vahyin en çok geldiği mekânlardan biri olup, Rasûlullah’ın (sav) “Mescid-i Nebevî’de kılınan namaz Mescid-i Harâm hariç diğer yerlerde kılınan namazlardan bin kat daha faziletlidir.” hadisiyle fazileti vurgulanmıştır. [13] Mescid-i Nebevî’de bulunan ve Ravza-i Mutahhara olarak isimlendirilen mekânla ilgili “Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir.” [14] buyurarak da buranın kutsal bir mekân olduğuna işaret eder.
Hz. Peygamber, bu üç mescidin kutsal olduklarını, “Mescid-i Haram, benim mescidim (Mescid-i Nebevî) ve Beytu’l Makdis olmak üzere üç mescit için seyahat yapılır.” [15] hadisiyle açıkça belirtmiştir. Dolayısıyla, sözü edilen üç mescit hem Kur’an’da hem de sahih hadislerde kutsal olarak anılmaktadır.
“Üç mescit hadisi” olarak bilinen hadisin sahih olduğunda Müslüman âlimler arasında herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu hadisin uydurma olduğunu meşhur oryantalist Ignaz Goldziher (ö. 1921) ileri sürmüş ve söz konusu hadisin Emevîler ile Abdullah b. Zübeyr arasındaki siyasî mücadele sonucunda uydurulduğunu iddia etmiştir.
Goldziher’e göre, Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervan (ö. 86/705), Mekke’de hüküm süren Abdullah b. Zübeyr’in (ö. 73/692) hacca gelen Müslümanlardan biat almasını önlemek amacıyla hacca gitmeyi yasaklamıştır. Daha sonra bir tedbir olarak da Kudüs’teki Kubbetü’s Sahra’yı hac merkezi hâline getirmeye çalışmıştır. Goldziher, Abdülmelik’in bu amacı gerçekleştirmek üzere Kâbe etrafında yapılan tavafla Kudüs’ün mukaddes mekânında yapılacak tavafın aynı derecede makbul sayılabileceğine dair bir karar çıkarttığını iddia etmektedir. Ona göre, Zührî bir hadis uydurarak bu reformu haklı çıkarma görevini üstlenmiştir. Böylece Müslümanlara Mekke ve Medine’nin yanı sıra Kudüs’ün de hac merkezi olduğu anlayışı benimsetilmek istenmiştir. [16] Ancak bu iddia aşağıda da gösterileceği üzere tarihsel kaynaklarla uyuşmamaktadır.
Öncelikle Goldziher’in Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervan’ın hacca gitmeyi yasakladığına ve bununla ilgili bir karar çıkardığına dair iddiası tarihen sabit değildir. Zira hac gibi farz olan ve her sene binlerce Müslüman tarafından gerçekleştirilen bir ibadetin yasaklanması gibi bir durum söz konusu olsaydı bunun tarih kaynaklarında yaygın şekilde nakledilmesi gerekirdi. Halbuki bu bilgi ilk defa Emevîler’e düşmanlığıyla tanınan Şii tarihçi Ya’kubî’nin (ö. 292/904) Tarih’inde yer almaktadır. [17] Ondan önce yaşayan veya çağdaşı olan hiçbir tarihçi Emevîler döneminde haccın yerine getirilmesinde herhangi bir aksaklıktan veya Abdülmelik’in engellemesinden de söz etmez. Dolayısıyla bu haber, tarihsel bir gerçeklik değil de siyasi bir yorum ve kurgu niteliği taşımaktadır. Nitekim Zührî, Abdülmelik ile tanışmadan önce Abdullah b. Zübeyr öldürülmüş, Şam bölgesi hacılarının Hicaz’a gitmesinde Abdülmelik’in endişesi sona ermiştir. Dolayısıyla onun bu konuda herhangi bir yönlendirme yapmasına da ihtiyaç kalmamıştır.
Netice itibariyle, bu bilgi tarihi gerçeklerle örtüşmeyen Şii tarihçi Ya’kubî’nin düşman olarak gördüğü Emevîler aleyhine uydurduğu bir haberdir. Goldziher de bu haberi herhangi bir araştırma yapmadan, kurgusuna uygun düştüğü için delil olarak zikretmektedir.
Goldziher’in bu yaklaşımı onun hadislerin siyasi gayelere hizmet için kullanıldığı anlayışının bir sonucudur. Goldziher, söz konusu hadisin Zührî tarafından uydurulduğunu ileri sürer. Aslında hadisin uydurucusu olarak gösterilen Zührî’nin bu teşebbüste herhangi bir rolünün bulunması tarih bakımından mümkün değildir. Zira Zührî’nin kendisini hadis uydurmaya teşvik ettiği iddia edilen Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervan ile görüşmesinin 81-84 (700-703) yılları arasında gerçekleştiği bilinmektedir. Buna göre Zührî’nin Abdülmelik’le görüşmesi Abdullah b. Zübeyr’in öldürülmesinden 8 sene sonradır. Kubbetü’s Sahra’nın inşasının tamamlanması ise (72/691) Zührî’nin Abdülmelik’le görüşmesinden 9 sene öncedir. Ayrıca bu tarihlerde Zührî henüz ilim dünyasında tanınmayan 14 veya 22 yaşlarında bir gençtir. Bu durumda Halife Abdülmelik b. Mervan’ın böylesine önemli bir karar için henüz İslam ilim dünyasında tanınmayan, etkisi son derece zayıf, genç birisini tercih etmesi de makul gözükmemektedir. Ayrıca sadece Zührî değil, tarihimizde hiçbir hadis âliminin resmi otorite baskısıyla hadis uydurduğu da vaki değildir.
Sözü edilen hadisin, sahabeden altı, tabiînden ise Zührî’nin [18] yanı sıra birçok kişi [19] tarafından rivayet edilmesi de bu yaklaşımın yanlışlığını ortaya koymaktadır. [20] Ayrıca Zührî, hadis uydurması bir yana güvenilirliğinde ittifak edilen bir âlimdir. O, “sika / güvenilir”, “mâ raeytü misle’z-Zührî /benzerini görmedim” gibi ifadelerle övülen bir ravidir. Onun hadis uydurduğunu ifade eden veya hakkında “kezzâb, vaddâ / yalancı, hadis uydurur” gibi tabirleri kullanan herhangi bir İslâm âlimi de bilinmemek¬tedir. [21] Zührî’nin İmam Mâlik gibi çok sayıda önemli şahsiyete hocalık yapması ve kendisinden birçok kimsenin hadis rivayet etmesi de onun önde gelen bir hadis âlimi olduğunu göstermektedir. Zührî, Emevîler lehine hadis uydurmuş olsaydı bu durum Emevî hilafetini yıkan Abbasî Devleti tarafından rahatlıkla ortaya çıkarılırdı. Ancak kaynaklarda Abbasîler’in Zührî hakkında olumsuz bir kanaat beslediklerine dair herhangi bir bilgi bulunmaması, onun Emevîler lehine hadis uydurduğu iddiasının tarihi gerçeklerle örtüşmediğini göstermektedir. Dolayısıyla Goldziher’in iddiasının delilsiz ve önyargılı olduğu, güvenilir kaynakları dikkate almadığı ve tarihi gerçeklerle örtüşmediği görülmektedir. Bilakis hadis, güvenilirliği üzerinde hadis âlimlerinin görüş birliğine vardığı rivayetlerden olmasının yanı sıra Buhârî ve Müslim tarafından aktarılmasından ötürü en sahih hadisler kategorisinde yer almaktadır.
Dipnotlar:
1- Bakara, 2/144, 149, 150, 191, 196, 217; Mâide, 5/2; Enfâl, 8/34; Tevbe, 9/7, 19, 28; İsrâ, 17/1; Hac, 22/25; Feth, 48/25, 27.
2- Âl-i İmrân, 3/96. Hz. Peygamber de yeryüzündeki ilk mescidin Mescid-i Harâm, ikinci mescidin ise Mescid-i Aksâ olduğunu ifade etmiştir (Buhârî, Enbiyâ, 10, 40; Müslim, Mesâcid, 1, 2).
3- Mâide, 5/2.
4- Bakara, 2/191.
5- Tevbe, 9/28.
6- Hac, 22/25.
7- İsrâ, 17/1.
8- Bakara, 2/144.
9- İsrâ, 17/1.
10- Buhârî, Salât, 31, Tefsir, 18; Müslim, Mesâcid, 11-12.
11- Tevbe, 9/108.
12- Tevbe suresi 108. ayette zikredilen mescidin Mescid-i Nebevî ve Kubâ Mescidi olduğu hususunda iki farklı görüş olduğu hakkında bkz. Taberî, Câmiu’l-beyân (Nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Kahire XI, 682, 684; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 91; Müslim, Ḥac, 514.
13- Buhârî, Fazlü’s-salât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne, 1; Müslim, Ḥac, 505-510; Tirmizî, Salât, 126; Nesâî, Mesâcid, 4, 7.
14- Buhârî, Fazlü’s-salât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne, 5; Müslim, Ḥac, 500-502.
15- Buhârî, Fazlü’s-salât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne, 1, 6; Müslim, Ḥac, 415, 511-513; Nesâî, Mesâcid, 10.
16- Goldziher, Ignaz, Muslim Studies (çev. C. R. Barber - S. M. Stern), London 1971, II, 44-45; a. mlf., İslam Kültürü Araştırmaları (çev. Cihad Tunç - Mehmed Said Hatiboğlu), Ankara 2019, II, 58-59.
17- Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî Ya’kûb İshak b. Ca’fer, Târihu’l-Ya’kûbî, Beyrut ts., II, 261.
18- Müslim, Hac, 511, 512; Nesai, Mesacid, 10.
19- Bkz. Buhari, Fazlü’s-salât fî mescidi Mekke ve’l-Medîne, 1; Müslim, Hac, 415-513.
20- Geniş bilgi için bkz. A’zamî, Muhammed Mustafa, Dirâsât fi’l-hadisi’n-nebevî, Riyad 1981, II, 459-460; a. mlf., Menhecü’n-nakd inde’l-muhaddisîn, Riyad 1410/1990, s. 127-132.
21- İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî, Tehzibü’t-Tehzîb, Haydarâbâd 1325/1907, IX, 448-451.
Not: Bu yazı, özellikle hadis, sünnet ve bu alanlarla doğrudan ilişkili diğer meselelerde Müslümanların istifade etmesi amacıyla Meridyen Derneği'nin ev sahipliğinde hayata geçirilen geniş perspektifli bir çalışmanın parçasıdır. Konu edinilen meseleler, alanlarında uzman isimlerin bir araya geldiği bir istişare grubunda tüm yönleriyle ele alındıktan sonra, her başlık müstakil olarak ilgili yazar tarafından telif edilmiştir. Çalışmaya şu isimler katkı sunmaktadır: Prof. Dr. Ahmet Yücel, Prof. Dr. Ayşe Esra Şahyar, Doç. Dr. Fatma Kızıl, Doç. Dr. Rahile Kızılkaya Yılmaz, Doç. Dr. Dilek Tekin ve Dr. Betül Yılmazörnek.