Dünyevileşmenin egemen olduğu bir toplumda herkesin gıpta ile baktığı bir konumu vardı. Fakat o bu konumda huzursuzdu. Gönlü daralıyor, adeta bir çıkış yolu arıyordu. Modern hayatın maddi egemenliğinin var gücüyle hayatını kuşatma altına aldığını hissediyordu. Ruhunda ince ve derin bir sızı vardı. Âdeta gitgide kendine yabancılaşıyordu. Birçok durumda istemeye istemeye farklı davranmak zorunda kalıyordu. Bu durum, içinde bir huzursuzluk meydana getiriyor ve yüreği daralıyordu. Sahip olduğu onca maddi imkan, ruhunu bir türlü tatmin etmiyordu. İçinde bulunduğu ortamda ikiyüzlü ve samimiyetsiz bir atmosfer hakimdi. İltifatlar, övgüler ve her dediğini yapmaya hazır görünen insanlarla kuşatılmıştı. Fakat onca konfor ve saltanat, içinin daralmasına engel olamıyordu. Bunalıyordu adeta. Ruhunda fırtınalar kopuyordu. Bu kuşatmayı yarmak ve kurtulmak istiyordu fakat bir türlü içine düştüğü sarmaldan çıkamıyordu.
Manevi hayatının baştan sona bir bakıma ihtiyacı olduğunun farkındaydı. Bunu gerçekleştirmek için en uygun ortamı bulmak istiyordu.
Zihninde bu düşüncelerle Cuma namazına gitti. Hatip hutbede Ramazan ayının Müslümanın, ruhi yenilenmesini sağlayabileceği en uygun zaman dilimi olduğunu, bu ayda ruhun yıllık bir revizyonunun yapılması gerektiğini söylüyordu. Hele hele Ramazanda umreye gidenlerin bu ortamı hem zaman hem de mekân olarak elde etmiş olacaklarına işaretle bunun büyük bir fırsat olacağını söylüyordu. [1] Ramazan ayında yapılacak umre yolculuğunu, tıpkı Hz. Musa'nın Tur dağında ve Hz. Peygamber'in Hira'da inzivaya çekilmesine benzetiyordu. Şöyle devam ediyordu hatib:
"Sevgili Peygamberimiz'in tanımlamasıyla Rahmet ayı Ramazanın gölgesi üzerimize düştü. Rahmet ayında rahmet ikliminin merkezi, Kâbe'dir. Dünyevileşmenin getirdiği bunaltıcı atmosferden bir süreliğine de olsa uzaklaşarak manevi hayatlarını yeniden yapılandırmak isteyen Müslümanlar kendilerini işte bu rahmet ikliminin hoş serinliğine atmak isterler. Bu serinliğin en çok hissedildiği iki mevsimden biri Ramazan ayıdır. Ramazan ayında rahmet atmosferi, Harem'de katlanarak artar. Hem zaman olarak hem de mekân olarak... Bütün dünyevi tasaları, endişeleri, sıkıntıları bir kenara bırakarak, ruhu tezkiye etmek isteyenler için büyük bir fırsat..."
İçine düştüğü bunaltıcı ve yer yer masiyet yüklü modern sarmaldan kurtulmak için bir fırsat elde etmek ve ruhunu bir bakımdan geçirmek üzere Ramazan'da umre yapmaya karar verdi. Bunun için gerekli girişimleri yaptı.
Bu karar, gönlünde müthiş bir heyecan uyandırdı. Birdenbire sanki üzerinden bir rahmet esintisi geçmiş ve ruhunu bunaltan sisleri alıp götürmüştü. Bütün benliğiyle gerekli ruhi hazırlığa yoğunlaşmaya çalışıyordu.
Kardeşliğin ve samimiyetin egemen olduğu, ibadet hayatının zevkinin yaşandığı ve Allah aşkıyla akan gözyaşlarının yer aldığı tabloları dalga dalga tüm dünyaya yaymak gerektiğini, insanlığın kurtuluşunun buna bağlı olduğunu düşünüyordu.
Gün geldi, yola çıkıldı ve Harem-i Şerif'e vardılar. Kâbe'yi görünce yaşadığı heyecan inanılmazdı. "Benim gibileri de mi kabul edecektin Ey Engin rahmet sahibi! Senin rahmetin ne kadar geniş!" dedi ve gözlerine hücum eden yaşlara engel olamadı. Başkaları görmesin diye gözyaşlarını saklamaya çalıştı, fakat başaramadı. Belki bu zamana kadar onun gösterdiği mutluluk ikliminde yaşayamamanın burukluğu ve belki de daha çok Yüce Allah'ın kendisini misafir olarak kabul etmesinin heyecan ve coşkusuyla gözlerinden yaşlar boşalıyordu.
Boşalan bu yaşlarla tüm günah yükü akıp gidecek ve arınacaktı. Ruhunun bakım süreci verimli bir şekilde ilerliyordu. Manen toparlanmaya başladı.
Ramazan-ı Şerifin rahmet ikliminde Kâbe'nin yakınında -hem zaman hem de mekan olarak- kutsal bir atmosferde İslam kardeşliğinin tüm inceliklerine ve güzelliklerine tanık oluyordu. Dünyanın çeşitli bölgelerinden aynı merkeze doğru yönelen, uzun yollar kat eden, çeşitli sıkıntılara katlanan on binlerce Müslüman, aynı heyecan, aynı amaç ve aynı aşkla hareket etmekte ve Kâbe'ye ulaşarak aynı düşünce ve ruh birliğiyle tavafa girmekteydiler. Irkları, renkleri, milliyetleri, şahsiyetleri, dilleri, sosyal statüleri farklı, fakat gayeleri ve hedefleri aynı on binlerce insan...
Kâbe'nin etrafında samimiyeti gördü.
Ramazan-ı Şerifte Harem'de İslam'ın ortaya koyduğu nezaket ilkelerinin, İslami eğitimden geçtiği her hallerinden belli ailelerce nasıl bir duyarlılıkla korunmaya çalışıldığına da tanık oldu. İslami şuura sahip birçok ailenin, Harem'de kurdukları mütevazı iftar sofrasına oruçluları dahil edebilmek için nasıl çaba harcadıklarını gördü. Bunlar, müthiş tablolardı. (2)
Gönlünün aradığı huzur iklimini bütün heyecanıyla yaşıyordu. Ne çevresindeki bir takım insanların basit meseleler için girdikleri çekişmeler, ne kaldıkları yerlerle ilgili basit sorunlar ne şu ne bu onu ilgilendiriyordu.
Nicedir hasret kaldığı tablolarla karşılaşmanın heyecanını büyük bir coşkuyla yaşıyordu.
Kardeşliğin ve samimiyetin egemen olduğu, ibadet hayatının zevkinin yaşandığı ve Allah aşkıyla akan gözyaşlarının yer aldığı tabloları dalga dalga tüm dünyaya yaymak gerektiğini, insanlığın kurtuluşunun buna bağlı olduğunu düşünüyordu.
Şimdi artık hayatında yeni bir sayfa açılıyordu. Tertemiz bir sayfa... Artık bundan böyle bu temiz sayfayı tekrar kirletmek istemiyordu. Sahip olduğu nimetlerin farkına varıyor ve bunlardan dolayı Rabbine sonsuz şükürler ediyordu.
Yeni bir azim ve enerjiyle dönmek istiyordu. Harem ikliminin manevi atmosferi kendisine bu enerji ve azmi yüklemişti.
Bütün benliğiyle Yüce Rabbine yöneliyor, kendisine böyle bir toparlanma imkanı vermesinden dolayı şükrediyor ve günahlarının bağışlanmasını diliyor, tevbe ediyordu. (3)
Memleketine doğru yola çıkarken artık bundan sonra üzerine düşenin, bu tertemiz sayfayı kirletmemek olduğunu çok iyi biliyordu.