Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hz. Fatıma

26 Eylül 2009 Cumartesi Sahabe / Ehl-i Beyt

Güzel vasıfları sebebiyle Rasûl-i Ekrem Fatıma'yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, ona iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Fatıma da O'nu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı. Hz. Peygamber sefere giderken aile fertlerinden en son Fatıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü.

Rasûlullah'ın terbiyesiyle yetişen Hz. Fatıma O'nun hem haya ve edep gibi özelliklerine, hem de konuşma tarzından yürüyüşüne kadar birçok vasfına sahip oldu. Babasının uygun gördüğü hayat tarzını benimseyerek O'nun gibi sade yaşadı. Birgün el değirmeninde un öğütmekten usanan Fatıma ile kuyudan su çekip taşımaktan yorulduğunu söyleyen Ali bu hususlarda Hz. Peygamber'den yardım istemeye karar verdiler. Hz. Fatıma Medine'ye bir savaş esirinin geldiğini duyunca babasına giderek O'ndan kendisine ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi talep etti. Rasûlullah da esiri, mescidde yatıp kalkan fakir Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere satacağını, bu sebeple kendisine bir hizmetçi veremeyeceğini, buna karşılık yatağa girdiği vakit otuz üçer defa sübhanallah, elhamdülillah, Allahüekber demesinin istediği hizmetçiden kendisi için daha hayırlı olacağını söyledi.

Güzel vasıfları sebebiyle Rasûl-i Ekrem Fatıma'yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, ona iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Fatıma da O'nu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı. Hz. Peygamber sefere giderken aile fertlerinden en son Fatıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü. Kadınlardan en çok Fatıma'yı, erkeklerden de Ali'yi sevdiğini söyleyen Rasûl-i Ekrem, "Fatıma benim bir parçamdır, onu sevindiren Beni sevindirmiş, onu üzen de Beni üzmüş olur." ve "Bana melek gelerek Fatıma'nın cennetliklerin hanımefendisi olduğunu müjdeledi." demiş, cennetlik kadınların en faziletlilerini saydığı bir başka hadisinde de önce Hz. Hatice ile Fatıma'nın, sonra da Asiye ile Meryem'in adlarını söylemiştir.

Hz. Peygamber’in Fatıma'ya olan sevgisini gösteren önemli bir olay, Mekke'nin fethinden sonra Hz. Ali'nin Ebû Cehil'in kızı Cüveyriyye ile evlenmek istemesi veya Ebû Cehil'in yakınlarının kızlarını Hz. Ali ile evlendirmek için Rasûl-i Ekrem'in iznini talep etmeleri üzerine O'nun gösterdiği tepkidir. Bu vesile ile yaptığı konuşmalarda Fatıma'nın kendisinin bir parçası olduğunu, onun üzülmesini istemediğini, Rasûlullah'ın kızı ile Allah düşmanının kızının bir araya gelemeyeceğini, Cenâb-ı Hakk'ın helal kıldığı bir şeyi haram kılmamakla beraber bu evliliğe izin vermeyeceğini, ancak Ali'nin Fatıma'yı boşadıktan sonra bir başka kadınla evlenebileceğini söyledi. Rasûl-i Ekrem'in bu konudaki hassasiyeti, Hz. Fatıma'nın itidalini koruyamayacağı düşüncesinden kaynaklanıyordu. Diğer taraftan Hz. Peygamber’in konuşmasına başlarken öbür damadı Ebu'l-As'ın kendisine verdiği sözde durduğunu belirtmesi, Ebu'l-As'a Zeyneb'in üzerine bir başka kadınla evlenmemeyi şart koştuğunu hatıra getirmekte, aynı şekilde Hz. Ali'den de böyle bir söz aldığını, fakat Ali'nin bunu unutmuş olabileceğini düşündürmektedir. Bu olaydan sonra Hz. Ali Fatıma'nın vefatına kadar bir başka kadınla evlenmediği gibi cariye de edinmemiştir. Rasûl-i Ekrem'in her fırsatta onların evine gelerek ikisinin arasına oturması, hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi ifade etmesi onları birbirine bağlamış, hatta zaman zaman her biri Rasûlullah'ın kendisini daha çok sevdiğini ileri sürerek onun gönlündeki müstesna yerlerinden emin olduklarını göstermişlerdir. Fatıma da fırsat buldukça babasının yanına gider, O'na hizmet etmekten zevk duyardı. Rasûl-i  Ekrem, Hz. Fatıma ile Hz. Ali'yi ve çocuktarı Hasan ile Hüseyin'i abasının altına alarak, "Allah'ım! Bunlar benim Ehl-i Beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl!" diye dua etmiştir. Hz. Fatıma ile ilgili önemli hususlardan biri de Rasûlullah'ın neslinin onun çocukları vasıtasıyla devam etmiş olmasıdır.

Hz. Fatıma'dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup tamamı Kütüb-i Sitte'de yer almakta, bunlardan ikisi hem Sahih-i Buharî hem de Sahih-i Müslim'de bulunmaktadır. Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan ile Hüseyin, Hz. Aişe, Ümmü Seleme, Hz. Peygamber’in hizmetkarı Ümmü Rafi'in karısı Selma, Enes b. Malik ve başkaları rivayette bulunmuşlardır. Ayrıca Hz. Hüseyin'in kızı Fatıma'nın ve daha başka ravilerin ondan mürsel rivayetleri vardır.

Rasûl-i Ekrem Hz. Fatıma'ya son hastalığı sırasında Kur'ân-ı Kerim'i Cebrail ile her yıl bir defa birbirlerine okuduklarını, bu sene Cebrail'in aynı maksatla iki defa geldiğini, bunun ise vefatının yaklaştığına işaret olduğunu söylemesi üzerine Fatıma ağlamaya başlamış; Hz. Peygamber'in, ailesinden ilk önce kendisine onun kavuşacağını, ayrıca onun mümin kadınların hanımefendisi olduğunu söylemesi üzerine de gülüp sevinmiştir.

Bisetten yaklaşık bir yıl önce (m. 609), İbn Sa'd ve bir kısım tarihçilere göre ise Kureyş'in Kâbe'yi yeniden inşası sırasında (m. 605) Mekke'de doğdu. Bazı kaynaklarda Hz. Aişe'den beş yaş kadar büyük olduğu kaydedildiğine göre, birinci görüş ağırlık kazanmaktadır. Hz. Peygamber'in en küçük kızı olduğu kabul edilmektedir. Zehebî'nin belirttiğine göre künyesi "babasının annesi, anam" manasına gelen "Ümmü Ebîha" idi. Bu künyeyi almasının sebebi, Fatıma'yı anne sevgisiyle seven Rasûlullah'ın kendisine bu şekilde hitap etmesi olmalıdır. Lakabı "beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın" anlamında Zehra olmakla beraber "iffetli ve namuslu kadın" anlamındaki Betül lakabıyla anıldığı da görülmektedir.

Kaynaklarda Hz. Fatıma'nın çocukluk ve gençlik yıllarına dair pek az bilgi bulunmaktadır. Bunlardan biri, Kâbe'de namaz kılmakta olan Rasûl-i Ekrem'in secdeye vardığı sırada omuzlarına Müşrikler tarafından bir devenin döl yatağının atılması üzerine genç Fatıma'nın koşarak babasının üzerindeki pislikleri temizlemesi ve bunu yapanlara kızıp söylenmesidir. Hicretten bir müddet sonra Hz. Fatıma'nın yanlarında Hz. Ali ile annesi Fatıma bint Esed olduğu halde Sevde, kız kardeşi Ümmü Külsûm ve Ebû Bekir'in ailesiyle birlikte Medine'ye hicret ettikleri bilinmektedir.

Fatıma on beş yaşını tamamladıktan sonra onunla önce Hz. Ebû Bekir, ardından da Hz. Ömer evlenmek istemiş, Rasûl-i Ekrem her iki teklife de olumlu cevap vermemiş, bunun ardından Hz. Ali Fatıma'ya talip olmuş ve bu talebi Rasûlullah tarafından kabul edilmiştir. O sıralarda fakir bir delikanlı olan Hz. Ali mehir verecek kadar malı bulunmadığından Bedir Gazvesinde ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre ise devesini ve bir kısım eşyasını satarak 450 dirhem gümüş civarında bir mehir vermiştir. Hz. Fatıma'nın çeyizi de kadife bir örtü, içine hurma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılma iki su kabından ibaretti. Düğünleri Rasûlullah'ın Hz. Aişe ile evlenmesinden dört buçuk ay sonra II. yılın Zilkade (Mayıs 624) veya Zilhicce (Haziran 624) ayında gerçekleşti. Hz. Fatıma III. yılın Ramazan ayında (Şubat 625) ilk çocuğu olan Hasan'ı, bir yıl sonra Şaban (Ocak) ayında Hüseyin'i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıllarda küçük yaşta ölen Muhassin ile Ümmü Külsûm ve Zeyneb doğdu. Evliliklerinin ilk yıllarında Hz. Ali ile Fatıma arasında küçük çapta bazı anlaşmazlıklar olmuş, ancak Rasûl-i Ekrem'in aralarını bulması ve Hz. Fatıma'ya kocasına itaati tavsiye etmesi üzerine kırgınlıklar son bulmuş, Hz. Ali de artık eşini hiçbir şekilde üzmeyeceğini söylemiştir.

Uhud Gazvesinde on hanımla birlikte gazilere yiyecek ve su taşıyan Hz. Fatıma aynı zamanda yaralıları tedavi etti. Bu savaşta Hz. Peygamber'in dişinin kırılması üzerine yüzündeki kanları temizlemeye çalıştı. Kanın dinmediğini görünce bir hasır parçasını yakıp küllerini Rasûlullah'ın yüzüne bastırmak suretiyle akan kanı durdurmayı başardı.

Rasûl-i Ekrem Hz. Fatıma'ya son hastalığı sırasında Kur'ân-ı Kerim'i Cebrail ile her yıl bir defa birbirlerine okuduklarını, bu sene Cebrail'in aynı maksatla iki defa geldiğini, bunun ise vefatının yaklaştığına işaret olduğunu söylemesi üzerine Fatıma ağlamaya başlamış; Hz. Peygamber'in, ailesinden ilk önce kendisine onun kavuşacağını, ayrıca onun mümin kadınların hanımefendisi olduğunu söylemesi üzerine de gülüp sevinmiştir.

Hz. Peygamber'e çok düşkün olan Fatıma babasının vefatından dolayı çok sarsıldı. Rasûl-i Ekrem defnedildikten sonra gördüğü Enes b. Malik'e, "Rasûlullah'ın üzerine çarçabuk toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl razı oldu?" diyerek ağladı ve daha sonra da günlerce gözyaşı döktü.

Hz. Peygamber'in vefatının ardından Fatıma ile Abbas b. Abdülmuttalib, Halife Ebû Bekir'e gelerek Rasûlullah'ın mirasından hisselerini istediler. Bu miras Fedek ve Hayber'deki hurmalıklarla Medine'deki bir bahçeden ibaret olup Hz. Peygamber bu arazilerin gelirini amme işlerine, yolcularla misafirlere ve kendi ailesine harcamaktaydı. Halife onlara, Rasûlullah'ın peygamberlerin miras bırakmayacağına dair hadisini hatırlatarak O'nun mirasının söz konusu olamayacağını, fakat ailesinin geçiminin eskiden olduğu gibi yine buraların gelirinden sağlanacağını, kendisinin bu araziyi Hz. Peygamber'in yaptığı şekilde bir mütevelli gibi kullanacağını söyledi. Hz. Aişe ile diğer bazı sahabilerin bu hadisi tasdik etmeleri üzerine miras iddiasından vazgeçildi. Ancak Hz. Fatıma halifenin bu tavrına gücenerek vefat edinceye kadar onunla bir daha bu konu üzerinde konuşmadı. Bir rivayete göre ise Ebû Bekir, Hz. Fatıma'yı vefatından bir müddet önce ziyaret ederek gönlünü almıştır.

Hz. Fatıma, Rasûlullah'ın ölümünden beş buçuk ay sonra 3 Ramazan 11 (22 Kasım 632) tarihinde vefat etti. Muhammed el-Bakır'ın belirttiğine göre Fatıma'yı Hz. Ali yıkadı. Ölümünden sonra vücudunu kimsenin görmemesi için vasiyeti üzerine onu Hz. Ali ile Hz. Ebû Bekir'in hanımı Esma bint Umeys'in yıkadığı da zikredilmektedir. Hz. Fatıma, kadın cenazelerinin erkeklerinki gibi üzerine örtülen bir kefenle sarılmış olarak herkesin gözü önünde bulunmasından rahatsız olduğunu Esma bint Umeys'e söylediğinde Esma ona Habeşistan'da cenazelerin tabut içinde taşındığını anlatmış, bunun üzerine Fatıma kendi cenazesinin de böyle taşınmasını vasiyet etmişti. Nitekim onun cenazesi Esma bint Umeys'in tarifi üzerine yapılan tabutla taşındı. Cenaze namazını Hz. Abbas veya Hz. Ali kıldırdı. Vasiyeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü'l-bakî'ye defnedildi.

Türk edebiyatında Hz. Fatıma eşine, evine ve çocuklarına bağlı, onlara hizmet eden, becerikli, sabırlı, güzel ahlaklı örnek bir Müslüman hanım olarak tasvir edilir. Hz. Fatıma, Rasûl-i Ekrem'in hayatını anlatan manzum ve mensur siyerlerde O'nun daima en yakınında bulunan, özellikle kız çocuklarına değer vermeyen Arap toplumunda bu kötü âdetin ortadan kaldırılmasını sağlayan değeri dolayısıyla en sevgili çocuğu olarak anılmıştır.

Edebiyatta Hz. Fatıma – Prof. Dr. Mustafa Uzun


Hz. Fatıma, Rasûl-i Ekrem'in hayatını anlatan manzum ve mensur siyerlerde O'nun daima en yakınında bulunan, özellikle kız çocuklarına değer vermeyen Arap toplumunda bu kötü âdetin ortadan kaldırılmasını sağlayan değeri dolayısıyla en sevgili çocuğu olarak anılmıştır.Hz. Peygamber’in neslini devam ettirmesi, onun en sevdiği kızı ve Ehl-i Beytin beş rüknünden biri olması dolayısıyla Hz. Fatıma'nın Rasûl-i Ekrem'in hayatında önemli bir yeri vardır. Bu sebeple Hz. Peygamber ve Ehl-i Beytinden bahseden birçok manzum ve mensur eserde Fatıma'nın adı ve vasıfları sık sık anıldığı gibi az sayıda da olsa onun bazı edebî eserlere konu teşkil ettiği de görülmektedir. Hz. Fatıma'dan bahseden eserleri Türk edebiyatının klasik metinleriyle tekke ve halk edebiyatına ait parçalar, folklorik ürünler ve Türk halk inançlarında yer alanlar olmak üzere gruplandırmak mümkündür. Bu eserlerde Fatıma eşine, evine ve çocuklarına bağlı, onlara hizmet eden, becerikli, sabırlı, güzel ahlaklı örnek bir Müslüman hanım olarak tasvir edilir. Bu tür metinlerde isminin Türk halk ağzında aldığı Fatıma veya Fadime şekilleri yanında Fatma Ana, ayrıca beyaz tenli olması sebebiyle Zehra (Fatımatü'z-Zehra), iffetli oluşundan dolayı Betül, bir hadiste cennetteki en faziletli dört kadından biri diye tanıtıldığı için "cennet hatunu", kıyamette kendisinden şefaat beklendiği için de "kıyamet hatunu" ve "seyyidetü'n-nisâ" unvanlarıyla anılmaktadır.

Başta Süleyman Çelebi'nin Vesiletü'n-Necat'ı olmak üzere birçok mevlid metninde, bilhassa vefat bahri içinde Hz. Fatıma'dan bahsedildiği görülmektedir. Bu bölümlerde daha çok Rasûlullah'ın hastalanması, vefat edeceğini bildirmesi, Azrail'in O'nun ruhunu kabzetmeye geldiğinde Fatıma'nın onu karşılaması, vefatından sonra üzüntüsünü bir ağıt halinde dile getirmesi söz konusu edilmektedir. Ayrıca mevlidlerin genellikle matbu nüshalarında vefat bahrinin sonunda "Vefâtü Fatımate'z-Zehra radiyallâhü anhâ" veya "Ahvâl-i Fatıma" başlıklı müstakil bir bölüm yer almaktadır.

Hz. Fatıma'nın edebî metinlerde yer almasına vesile olan diğer bir özelliği de Hz. Ali'nin eşi olmasıdır. Dinî-tasavvufi konularda eser yazan pek çok müellifin yanında özellikle Alevi, Bektaşi şairlerin şiirlerinde Hz. Fatıma'nın bu yönüyle söz konusu edildiği görülmektedir. Kul himmetin,

"Gül kokusu Muhammed'in teridir

Ah ettikçe karlı dağlar eritir

Hatice Fatıma Hakk'ın yâridir

Onun katarından ayırma bizi" dörtlüğü ile,

Edib Harâbî'nin,

"Naciye fakire kemter bacıdır

Muhammed Ali'ye kuldur nâcidir

Cümle erenlerin başı tacıdır

İşte Fatımatü'z-Zehra'mız vardır"

dörtlüğü buna örnek teşkil eder. Ayrıca Hasan ile Hüseyin'in anneleri olması dolayısıyla özellikle Kerbela vakası üzerine yazılan maktel ve mersiyelerle Ehl-i Beyt sevgisini işleyen diğer edebî ürünlerde Hz. Fatıma ile ilgili fasıllara, beyit, kıta ve mesnevilere daha çok rastlanmaktadır. Mesela türünün en tanınmış makteli olan Fuzulî'nin Hadîkatus-süadâ adlı eserinin dördüncü bölümü Hz. Fatıma'ya ayrılmıştır. Burada onun hayat hikayesi yer yer manzum parçalar eklenerek ana hatlarıyla anlatılır.

Muharrem ayında dergahlarda okunan mersiye ve ilahilerde de Hz. Fatıma çeşitli vasıflarıyla yer almıştır. Yunus Emre'ye atfedilen

"Kerbelâ'nın yazıları

Şehid düşmüş bâzıları

Fatma Ana kuzuları

Hasan ile Hüseyin'dir

Kerbelâ'da eli bağlı

Âşıkların kalbi dağlı

Fatma Ana ciğer dağlı

Hasan ile Hüseyin'dir"

mısralarının yer aldığı hicaz ilahi bunlardan biridir.

Bektaşi dergahlarında mürşidin postunun sağında Hz. Fatıma'yı temsil eden bir ocak bulunur. Niyazlar önce mürşide, on iki imama ve Hz. Fatıma'ya, sonra da diğer makamlara yapılır. Bütün nikah dualarında yer aldığı gibi Bektaşi tekkelerinde yapılan evlenme törenlerinde de gençlere mürşid önünde yapılan duada, "Bu gençlerin evliliği Fatma Ana'mızla Hz. Ali'nin evliliği gibi mutlu olsun!" temennisi tekrar edilir. Yine Bektaşi-Alevi edebiyatında çeşitli renk ve kokuların Ehl-i Beytten birini sembolize ettiği inancı vardır. Buna göre siyah renk ve nar kokusu Hz. Fatıma'yı temsil eder.

Dede Korkut hikayelerinde üstün ahlaklı kadınlardan söz edilirken bunların Hz. Aişe ve Hz. Fatıma'nın soyundan geldikleri söylenir.

Türk folklorunda Hz. Fatıma kültünün önemli bir yeri vardır. Anadolu'da kadınlar Fatma (Fadime) Ana dedikleri Hz. Fatıma'yı uğur ve bereketin timsali saymışlardır. Anadolu'nun birçok yöresinde ocak duvarları sıvanır veya boyanırken is ile el işareti basılır. Uğur ve bereket getirsin diye basılan bu el "Fatıma Ana eli"dir.

"Pençe-i Âl-i abâ" adı verilen elin baş parmağı Hz. Peygamber'i, işaret parmağı Ali'yi, orta parmağı Fatıma'yı, yüzük parmağı Hasan'ı, serçe parmağı Hüseyin'i temsil eder. Bu bakımdan Âl-i abâ'nın zikredildiği birçok manzumede Hz. Fatıma da söz konusu edilir.

Anadolu'da hanımlar yoğurt mayalarken, turşu kurarken, hamur yoğururken, evin geçimi iyi olsun diye ocağa şeker atarken, hasta olan kimsenin sırtını sıvazlarken, "El benim elim değil Fatıma Ana'nın eli" diyerek başlar ve bitirirler. Bu motifte bir bakıma Pençe-i Âl-i abâ'dan şifa beklendiği görülmektedir. Diğer bir halk inancına göre de Fatma Ana külde ekmek pişirdiğinden bilhassa yaşlı kadınlar külü yere dökmez ve üzerine basmazlar. Örgü ve dantel gibi el işlerine başlayan hanımlara yanındakiler, "Kolay gelsin, altın taş olsun, elin kuş olsun; Hızır yoldaşın, Fatma Ana komşun olsun" derler. Türk halkı iyi komşuları için, "Allah seni ahirette Fatma Ana'mıza komşu etsin" temennisinde bulunur.

Ebe doğum yapan kadının sırtını sıvazlarken de, "El benim elim değil Fatma Ana'nın eli" diyerek doğumun kolay olacağına inandığını belirtir ve hastaya telkinde bulunur. Ayrıca doğum esnasında kadınlara "Fatıma Ana eli" (anastatika hierochuntica) denilen bir bitki kaynatılıp suyu içirilir. Bu sebeple Anadolu'da bulunmayan ve özellikle çölde yetişen bu bitki hacdan dönenler tarafından getirilir, kıymetli bir hediye olarak hamile kadınlara verilirdi. Bazı yörelerde yeni doğan kız çocuklarına göbek adı olarak Fatıma adının verildiği de bilinmektedir.

Hat sanatında Ehl-i Beyt mensuplarının adlarını ihtiva eden çeşitli istiflerle bazı tekke ve camilerdeki Hulefa-yi Raşidîn isimleri yanında Hz. Fatıma'nın adı, Hasan ve Hüseyin ile birlikte umumiyetle celî-sülüs hattıyla levhalar halinde yazılmıştır.