Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hz. Peygamber'in Şairi ve Mûte Şehidi Abdullah b. Revâha

3 Mart 2013 Pazar Sahabe / Sahabiler


Abdullah b. Revâha (ra), Allah Rasûlü (sav)’ne muhabbet ve itaatinin yanı sıra aynı zamanda takva ehli bir zat olarak da tanınmıştır. Rivayetlerden onun ibadete çok düşkün, sünnete sımsıkı bağlı, Allah'tan çok korkan bir sahabi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim sıcağın en şiddetli olduğu zamanlarda çıkılan seferlerde dahi Abdullah (ra) sürekli oruç olmuştur.

Abdullah b. Revâha (ra) Medineli iki büyük Arap kabilesinden Hazrec’e mensuptur. Babası bu kabilenin Benî Haris kolundan Revâha b. Sa'lebe, annesi ise Kebşe’dir. Kendisi gibi Medineli olan Hassân b. Sâbit (ra) ile birlikte Hz. Peygamber’i ve İslam’ı müşriklerin sözlü saldırılarına karşı savunan şairlerden birisidir. Nitekim Allah Rasûlü (sav) onun şairliği hakkında, “Abdullah’ın şiirleri müşrikler üzerinde oklardan daha etkilidir" demiştir. Bazı İslam âlimleri Şuarâ suresinin son ayetinin Abdullah b. Revâha (ra) hakkında nazil olduğu kanaatindedirler. Rivayete göre Abdullah b. Revâha (ra), adı geçen surenin "Şairlere sapıklar uyar; onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?" mealindeki 224–226. ayetleri inince, "Allah benim de şair olduğumu biliyor, demek ki ben de onlardanım" diyerek endişeye kapılmıştır. Bunun üzerine, "Ancak iman edip iyi işler yapanlar müstesna..." şeklinde başlayan 227. ayet nazil olunca onun endişesi ortadan kalkmıştır.

Etkili bir şair, hatip, aynı zamanda büyük bir asker olması sebebiyle Abdullah b. Revâha (ra), yaşadığı dönem boyunca Hz. Peygamber'in hususi teveccüh ve itimadına mazhar olarak ashab-ı kiram arasında temayüz etmiş, bu özellikleri sayesinde mühim görevler üstlenmiştir. Nitekim Mekkeli Müslümanlar ile Medineliler arasında büyük siyasi ittifak anlamına da gelebilecek İkinci Akabe Biatı'nda Medine’yi Hz. Peygamber’in nazarında temsil edecek 12 nakib (temsilci) arasına oda dâhil edilmiştir. Bu gelişme onun Rasûlullah (sav) yanında olduğu kadar, Medineliler arasındaki saygın mevkiine de işarettir. Abdullah b. Revâha (ra), Akabe’de gerçekleştirilen ikinci biat esnasında Hz. Peygamber’e, "Ya Rasûlallah! Sana 12 Havarinin İsa'ya (as) biat ettiği şekilde biat ediyorum” demiştir.

Abdullah b. Revâha (ra) Medine'de İslam dininin yayılması çabalarına büyük katkı sağlamıştır. O, müşrik Arapların tapındıkları putlardan aşırı derecede nefret eder, insanların cansız ağaç ve taş parçalarına tapmalarına bir türlü anlam veremediğini söylerdi. Bu amaçla insanları putperestlik inançlarından kurtarmak için elinden gelen gayreti gösterirdi. Rivayete göre ashaptan Ebu’d-Derdâ (ra) onun putlardan nefreti sebebiyle Müslüman olmuştur. Medine’de Ebû’d-Derdâ (ra) henüz İslam dini ile müşerref olmamıştı. Onun çok ihtiram gösterdiği bir putu vardı. En yakın arkadaşı Abdullah b. Revâha (ra) ise onun putlardan yüz çevirip imanın huzuruna kavuşmasını çok istiyordu. Bu amaçla dostunu ısrarlı bir şekilde İslam’a girmeye davet ettiyse de bunda bir türlü netice alamadı. Fakat Abdullah (ra) bu konuda ısrarını sürdürdü. Nihayet bir gün arkadaşının evinden ayrıldığını görünce, onun putunun yanına giderek bir balta ile parçaladı. Ebû’d-Derdâ (ra)'nın hanımı Abdullah (ra)’ı engellemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Kısa süre sonra evine geri döndüğünde hanımının ağladığını gören Ebû’d-Derdâ (ra), bunun sebebini sorduğunda hanımı olanları anlattı. Ebû’d-Derdâ (ra) ilk anda Abdullah (ra)’ın yaptığına çok içerledi. Ancak daha sonra, “Putta bir marifet olsaydı, kendisini savunur, korurdu” dedikten sonra, hadisenin müsebbibi Abdullah b. Revâha (ra)’nın yanına giderek onun huzurunda Müslüman oldu.

Abdullah (ra) hicret günü Rasûlullah (sav)’a mihmandarlık yaptı. Hicretten sonra Medine döneminde gerçekleşen faaliyetlerin hemen tamamında hazır bulundu. Nitekim ilk adım olarak Hz. Peygamber onu, okuma-yazma bilmesi sebebiyle özel kâtipleri arasına dâhil etti. Medine’de gerçekleştirilen Ensar-Muhacir kardeşliği faaliyetinde Allah Rasûlü (sav) Abdullah (ra)’ı, Muhacirlerden Mikdad b. Esved (ra) ile din kardeşi kabul etti. Müslümanların gerçekleştirdikleri seriyye ve gazalarda da Abdullah b. Revâha (r.a.) mühim vazifeler ifa etti. O, Bedir, Uhud, Hendek, Hayber gibi büyük savaşlara katılmış, Hudeybiye Barış Antlaşması öncesinde gerçekleşen Rıdvan Biatı’nda hazır bulunmuştur. Kaynakların rivayetine göre Abdullah (ra), Hudeybiye’den bir yıl sonra gerçekleşen Umretü'l-kaza seferlerine iştirak etmiş, yol boyunca ve Mekke’deki faaliyetleri esnasında Hz. Peygamber’in yakın korumalığını üstlenmiştir. Abdullah b. Revâha (ra) bu görevlerin yanı sıra Rasûl-i Ekrem (sav) tarafından savaştan geride kalanlara Bedir zaferinin müjdesini vermek için Zeyd b. Harise ile birlikte Medine'ye gönderilmiştir. Uhud Savaşından bir yıl sonra gerçekleşen İkinci Bedir Seferi (Bedrü'l-mev'id) sırasında ise Medine'de Hz. Peygamber'in vekili olarak şehrin sorumluluğunu üstlenmiştir. Hendek Savaşı sırasında Benî Kureyza Yahudilerinin Mekkeli müşriklerle anlaşıp Müslümanlara ihanet ettikleri haberinin doğruluğunu araştırmak amacıyla, Hz. Peygamber tarafından Medineli Sa’d b. Muaz (ra) başkanlığında gönderilen heyetin içinde Abdullah b. Revâha (ra) da yer almıştır. Abdullah b. Revâha (ra) Hayber seferinden önce Hz. Peygamber tarafından yola çıkarılan keşif birliğine komutan tayin edilmiştir. Allah Rasûlü (sav) onu ayrıca Hayber fethinden sonra Yahudilerle yapılan anlaşma gereği bölgede elde edilen ürünlerin Müslümanlarla Yahudiler arasında paylaştırılması işinde de yetkili kılmıştır. Bir defasında bu görevini yerine getirmek için Hayber’e geldiğinde Yahudiler, ona kıymetli eşyalar takdim etmek suretiyle kendisinden toplanan mahsulün eksik gösterilmesini talep etmişlerdi. Bu teklifi duyunca son derece hiddetlenen İbn Revâha (ra) muhataplarını şu şekilde azarlamıştır: “...Sizin bana teklif ettiğiniz ücret açık bir rüşvettir. Rüşvet ise bize haramdır. Biz kesinlikle rüşvetten gelen şeyi ağzımıza koymayız.”

Abdullah b. Revâha (ra), Peygamberimiz ile vedalaştıktan sonra, "Allah, Mûsâ'ya olduğu gibi, sana olan ihsanlarını da sabit ve devamlı kılsın. Yardım olunan ve zafere kavuşturulanlar gibi, sana da yardımını ihsan buyursun" dileğinde bulundu. Onun bu sözlerinden son derece memnun olan Allah’ın Rasûlü (sav) şu şekilde mukabelede bulunmuştur: "Ey Revâha'nın oğlu! Allah seni de iyilikle en güzel şekilde sabit ve devamlı kılsın."

Hz. Peygamber, hicri 8. yılın başında (M. 629) ashaptan Hâris b. Umeyr el-Ezdî’yi (ra) İslam’a davet mektubuyla birlikte Busra valisine elçi olarak göndermişti. Bizans İmparatorluğu’na bağlı olarak Arabistan’ın kuzey bölgelerini idare eden Gassânî Emîri Şürahbil b. Amr, Medine’den gelen elçi Hâris (ra)’i kendi kontrolündeki mevkiden geçerken yakalayıp katletti. Hz. Peygamber, milletlerarası geçerliliği olan elçilik hukukunu hiçe sayan ve Müslümanlara karşı alenî bir düşmanlık işareti olarak gördüğü bu hareketi karşılıksız bırakmamak için, Zeyd b. Hârise (ra) komutasında bir orduyu Şam topraklarına doğru harekete geçirdi. Tertip edilen askerî birliğin ikinci komutanlığına Cafer b. Ebû Tâlib getirildi. Ordunun üçüncü komutanlığı da Medineli Abdullah b. Revâha (ra)’ya verildi. Müslüman askerler Şam’a doğru harekete geçmeden önce Abdullah b. Revâha (ra), Peygamberimiz ile vedalaştıktan sonra, "Allah, Mûsâ'ya olduğu gibi, sana olan ihsanlarını da sabit ve devamlı kılsın. Yardım olunan ve zafere kavuşturulanlar gibi, sana da yardımını ihsan buyursun" dileğinde bulundu. Onun bu sözlerinden son derece memnun olan Allah’ın Rasûlü (sav) şu şekilde mukabelede bulunmuştur: "Ey Revâha'nın oğlu! Allah seni de iyilikle en güzel şekilde sabit ve devamlı kılsın." Diğer taraftan Hz. Peygamber’in elçisini öldüren Gassânî emiri Şurahbil Müslümanların kendi bölgesine doğru yürümekte olduklarını haber alınca durumu Bizans İmparatoru’na bildirmişti. Bunun üzerine bölgede bulunan Lahm, Cüzâm, Behrâ, Belî gibi Arap kabilelerinin dâhil olmalarıyla birlikte 100 bin kişilik bir Bizans ordusu Müslümanlara karşı harekete geçirildi. Her iki taraf Şam bölgesinde Belkâ şehrine bağlı Mûte mevkiinde karşı karşıya geldiler. Hicri Cemaziyelevvel 8 (Eylül 629) yılında gerçekleşen muharebede Müslümanların ilk iki komutanı sırasıyla şehit düştüler. Bunun üzerine Abdullah b. Revâha (ra) sancağı eline alarak İslam ordusunun yönetimini üstlendi. Ancak kısa süre sonra o da şehitler kervanına dahil oldu. Bu sırada Medine’de bulunan Hz. Peygamber gözyaşları içinde komutanlarının peş peşe şehit oluşlarını ashabına aktarmış, sonunda Hâlid b. Velîd (ra)’in idareyi ele alarak başarılı bir ric’at hareketiyle Müslümanları hezimetten kurtardığını haber vermiştir. Abdullah b. Revâha (ra) şehit edildiği Mûte ordusunda komutanlığı yanı sıra şair ve hatipliğini de konuşturarak, Müslüman askerleri düşmana karşı cesaretlendirici mahiyette şu konuşmayı yapmıştır: “Ey kavmim! Vallahi, sizin şimdi istememiş olduğunuz şey, arzulayıp elde etmek için sefere çıktığınız şehitliktir. Biz insanlarla ne sayıca, ne silahça, ne de at ve süvarice çokluk olduğumuz için değil, Allah'ın bizi şereflendirmiş olduğu şu din kuvvetiyle savaşıyoruz. Gidiniz! Savaşınız! Bunda muhakkak ki iki iyilikten biri, ya zafer, ya da şehitlik! Vallahi, Bedir Savaşında yanımızda iki at, Uhud Savaşı gününde de bir tek at bulunuyordu. Eğer bu seferimizde düşmana galip gelmek kaderde varsa, zaten Allah'ın ve Peygamberimizin bize vaadi de böyledir. Allah vaadinden vazgeçmez. Eğer kaderde şehitlik varsa, böylece cennetlerde kardeşlerimize kavuşmuş oluruz.” Onun savaşın hemen öncesinde yaptığı bu cesaret artırıcı konuşmalar neticesinde üç bin kişilik bir orduya sahip Müslümanlar, kendilerinden kat kat büyük düşmana korkusuzca hücum etmişlerdir.

Abdullah b. Revâha (ra) hayatı boyunca Peygamberimiz’e büyük saygısı ve onun bütün emirlerine hiç tereddüt etmeden itaati ile meşhur olmuştur. Rivayete göre o, bir gün Peygamber Efendimiz’in huzuruna geliyordu. Rasûlullah (sav) ise bu esnada mescidinde ashabına hutbe irad ediyordu. Abdullah b. Revâha (ra) mescide yaklaşmış, fakat henüz içeriye girmemişti. Bu sırada Hz. Peygamber’in cemaate dönerek, "Oturun" dediğini işitti. O da verilen emri duyar duymaz, mescide girmeden olduğu yere çöktü. Rasûlullah (sav)’ın konuşmasını bitirinceye kadarda yerinden kıpırdamadı. Ashaptan bazıları Peygamber Efendimize, "Ya Rasûlallah, Abdullah b. Revâha'nın nerede oturduğunu görüyor musunuz? Sizin cemaate, 'Oturun' diye emrettiğinizi işitince, hemen olduğu yere oturdu!" dediler. Peygamber Efendimiz, Abdullah (ra)'ın teslimiyetini ve itaatini gösteren bu hareketinden çok memnun oldu ve "Allah, senin kendisine ve Peygamberine olan itaatini arttırsın" duasında bulundu. Abdullah b. Revâha (ra), Allah Rasûlü (sav)’ne muhabbet ve itaatinin yanı sıra aynı zamanda takva ehli bir zat olarak da tanınmıştır. Rivayetlerden onun ibadete çok düşkün, sünnete sımsıkı bağlı, Allah'tan çok korkan bir sahabi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim sıcağın en şiddetli olduğu zamanlarda çıkılan seferlerde dahi Abdullah (ra) sürekli oruç olmuştur. Ashap arasında şairliği ile meşhur olan Abdullahb. Revâha (ra)'nın Arap edebiyatı kaynaklarında bir divanından bahsedilmez. Onun şiirleri daha ziyade İbn Hişâm'ın es-Sire'si başta olmak üzere, çeşitli siyer, tarih, megâzî ve tabakat kitaplarında dağınık vaziyette bulunur. Daha sonra onun kaynaklarda dağınık şekildeki şiirleri Dîvânu Abdullahb. Revâha adıyla bir araya getirilip yayımlanmıştır.