Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hz. Peygamber ve Engelliler

3 Haziran 2019 Pazartesi Hz. Muhammed / Sosyal Hayatı


"Bedene değil kalbe, akla ve liyakate bakmak" prensibini inşa etmek ve güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen Allah Rasûlü hiçbir engelliyi “kör, sağır, dilsiz” gibi vasıflarla nitelememiştir. Âmâ bir sahabeyi ziyaret etmek istediğinde “Beni, şu iyi gören adama (basîr) götürün” demiştir. O, engellilere yapılacak her türlü yardımın ibadet olduğunu özellikle vurgulamıştır.

Din, kültür ve medeniyetlerin insan tasavvuru, insan tasarımı ve ürettikleri insan modeli; onların temel karakterlerini yansıtır. Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği İslam 15 asırdır tarih sahnesindedir ve bu tarihin büyük bir kısmında insanlığın gerçekleştirdiği en büyük başarı örneklerine inkârı kabil olmayan katkılar yapmıştır. Onun inşa ettiği İslam medeniyeti, insana insan olduğu için kıymet vermekte, varlığın özü ve mevcudun en mütekâmili olarak insanı görmektedir.

İslam’a göre insan zübde-i kâinat ve eşref-i mahlûkattır. Bu medeniyetin temel manifestosu şudur: “Allah sizin ne biçimlerinize ne de bedenlerinize bakar fakat o sizin yüreklerinize bakar.” (Müslim, Birr, 45) Bunun için İslam, insanın bedeninden çok yüreğinin önemsendiği bir gönül medeniyetidir.  (Özafşar, M. Emin, İslam Kültüründe Engelli Meşhurlar ya da İslam Kültüründen İnsan Manzaraları, DİB yay, 2005, 137.)

Allah Rasûlü (sav) toplumun tüm fertlerine bu pencereden bakmış ve onlarla bu prensip doğrultusunda ilişki kurmuştur. Onun engelli bazı sahabelerle olan ilişkilerinden birkaçı şu şekildedir: Âmâ bir sahabe olan Itban b. Malik Allah Rasûlü (sav)’ne gelerek “Ey Allah’ın Rasûlü! Benim gözlerim iyi görmüyor. Evimle kabilem arasındaki nehir, yağmur yağdığında taşıyor ve geçmem zor oluyor. Evime gelir bir yerinde namaz kılarsan orayı mescit edineceğim’ der. Bunun üzerine Allah Rasûlü, onun evine gidip orada namaz kılacağına söz verir ve ertesi sabah güneş doğup yükseldikten sonra beraberinde Hz. Ebû Bekir ile Itban’ın evine gider.  Eve girdiğinde ‘Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?’ buyurur. O da Allah Rasûlü (sav)’nün namaz kılmasını istediği yeri gösterir. Rasûlullah namaza durur, arkasındakiler de ona uyarak namaz kılarlar.”  (Buhari, Teheccüd, 36; Müslim, Mesacid ve Mevziu’s-Salat, 263)

Allah Rasûlü (sav)’nün Ümmü Mektum (ra)’la yaşadığı şu hadise ve sonrasında onun hakkındaki tasarrufları konu açısından çok dikkat çekicidir. Allah Rasûlü (sav) bir gün Mekke’nin ileri gelen müşrikleriyle konuşuyordu. İslam hakkındaki sohbet iyice koyulaşmıştı. Tam o esnada âmâ sahabelerden biri olan Abdullah b. Ümmü Mektum, “Bana doğru yolu göster, ey Allah’ın Rasûlü!” diyerek çıkageldi. Onun zamansız gelişi ve söze dalışına canı sıkılan Hz. Peygamber, yüzünü çevirip konuştuğu şahsa döndü ve “Söylediklerimde herhangi bir sorun görüyor musun?” diye sordu. Adam, “Hayır” diye cevap verdi. İşte tam da bu esnada, Yüce Allah’ın şu ayetlerine muhatap oldu:

“(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi! Sen nereden biliyorsun, belki o temizlenecek yahut öğüt alacak da bu öğüt ona fayda verecek! Kendini muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun! (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle ilgilenmiyorsun! Hayır, böyle yapma, şüphesiz bu ayetler bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.”  (Abese, 80/1–12) (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 80)

Kutlu Nebi bu ilahî mesaja kulak vermiş, ondan payına düşeni fazlasıyla almış ve Ümmü Mektum’a sahabe içerisinde yüksek payeler vermiştir. Öncelikle onu Mus’ab b. Umeyr ile birlikte Medine’deki Müslümanlara Kur’ân öğretmekle görevlendirmiş, (Buhari, Tefsir, A’lâ, 1) ardından onu, Bilal-i Habeşi ile birlikte Mescid-i Nebevi’nin müezzinliğine tayin etmiştir. (Buhari, Ezan, 11; Müslim, Salat, 8) Bu vazifelerin yanında savaşlara giderken onu Medine’de yerine  tam 13 kez vekil bırakmış; Ümmü Mektum, geride kalanlara namaz kıldırmıştır. Hz. Peygamber’den sonra onun halifeleri de bu muhterem sahabeye çok önemli görevler vermişlerdir. Hatta o Kadisiye Savaşında İslam ordusunun sancaktarlığını yaparken şehit olmuştur.  (İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Gabe, IV, 264.)

Allah Rasûlü (sav)’nün önemli görevler verdiği engelli sahabelerden birisi de Muaz b. Cebel  (ra)’dir. O, ayağı aksayan Muaz b. Cebel (ra)’i Yemen’e vali olarak göndermiştir. (Buhari, Cihad, 164.) Hz. Peygamber zamanında, engelli olmalarına rağmen kendi istekleriyle savaşa iştirak eden sahabeler de dikkat çekmektedir. Bunlardan en önemlisi ayağı aksak olan Amr b. Cemuh (ra)’dur. O, bir gün Hz. Peygamber’e gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer ben şehit oluncaya kadar Allah yolunda savaşırsam cennette bu topal ayağım düzelmiş bir şekilde yürüyebilecek miyim?” diye sorar. Hz. Peygamber, “Evet” der. Amr, Uhud Savaşı’nda şehit olur. Savaş meydanında Amr’ın cenazesiyle karşılaşan Hz. Peygamber, “Ben sanki seni cennette bu ayağın iyileşmiş bir vaziyette yürürken görüyor gibiyim” buyurur. (İbn Hanbel, V, 300.) Zikri geçen bu sahabelerin yanında, Hz. Peygamber’e arkadaşlık etmiş ve yaşamlarının belli dönemlerinde engelli olmuş önde gelen bazı sahabeler de şunlardır: Sa’d b. Ebi Vakkas (ra), Cabir b. Abdullah (ra), Bera b. Âzib (ra), Ka’b b. Malik (ra), Abdullah b. Ebu Evfa (ra), Abbas b. Abdülmuttalib (ra). (İbn Kuteybe, Mearif, 587–588.)

“Âmâya veya yol sorana yol göstermen, sadakadır. Güçsüz birine yardım etmen, sadakadır. Konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen sadakadır.” 

Engellilerle ilişkilerini örneklerde de görüldüğü üzere bedene değil kalbe, akla ve liyakate bakmak prensibini inşa etmek ve güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen Allah Rasûlü (sav) hiçbir engelliyi “kör, sağır, dilsiz” gibi vasıflarla nitelememiştir. Eşi Safiye’yi boyunun kısalığıyla niteleyen Hz. Aişe (ra)’yi “Öyle bir söz söyledin ki denize karışsa onu bozardı” (Tirmizi, Kıyame, 51.) diyerek ikaz etmiş, hatta âmâ bir sahabeyi ziyaret etmek istediğinde “Beni, şu iyi gören adama (basîr) götürün” demiştir. (Beyhaki, Sünen, X, 199.) O, engellilere yapılacak her türlü yardımın ibadet olduğunu özellikle vurgulamış, bir gün varlıklı Müslümanların namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerin yanısıra sadaka vererek de sevaba erdiklerini söyleyen ancak kendilerinin buna imkân bulamadıklarından yakınan Ebû Zer (ra)’e sadakanın birçok çeşidinin bulunduğunu belirterek şöyle buyurmuştur:

“Âmâya veya yol sorana yol göstermen, sadakadır. Güçsüz birine yardım etmen, sadakadır. Konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen sadakadır.”  (İbn Hanbel, V, 152, 169.)

Engellilere yardım etmeyi ibadet telakki eden Allah Rasûlü (sav)’nün herhangi bir âmâyı yoldan saptıranları, onu kasten yanlış yola yönlendirenleri lanetliler içerisinde sayması ise son derece manidardır. (İbn Hanbel, I, 317; I, 217) Bu gibi söylem ve eylemleriyle engellilerin toplum nezdindeki yerine ve toplumun onlara karşı görevlerine işaret eden Allah Rasûlü (sav) engellilerin nasıl bir sabır ve şükür imtihanından geçtiklerini şu örnekle ortaya koymuştur:

“Yüce Allah, İsrailoğullarından, biri alacalı, biri âmâ ve biri kel üç kişiyi imtihan etmek ister. Bir melek göndererek onları iyileştirir. Sonra da deve, sığır ve koyun gibi hayvanlardan en çok istediklerini vererek onları zengin eder. Yıllar sonra melek, gariban bir kişi suretine girerek sırayla her birinin ziyaretine gider ve Allah’ın kendilerine verdiği bu mallardan Allah rızası için ister. Alacalı ile kel, bu malları miras yoluyla elde ettiklerini söyleyerek ona bir şey vermezler. Ceza olarak her ikisi de eski hâllerine döner. Âmâ ise ‘Ben bir âmâ idim. Allah bana görme duyumu geri verdi. Fakirdim, beni zengin etti. İstediğini al! Vallahi Allah için aldığın hiçbir şeye engel olmayacağım’ der. Bunun üzerine melek, ‘Malın sende kalsın! Siz sadece imtihan edildiniz ve Allah senden razı oldu, diğer iki kardeşine ise öfkelendi’ şeklinde cevap verir.” (Buhari, Ehadisü’l-Enbiya, 51; Müslim, Zühd ve Rekaik, 10.)

Bu örneğe ilaveten Allah Rasûlü (sav) “İki sevgilisi olan gözlerini almak sureti ile kulumu sınadığımda sabrederse, o ikisi yerine ona cenneti veririm” (Buhari, Merda, 7.); “Bir Müslümanın başına gelen hastalık, dert ve hüznü Allah o kişi için günahlarına kefaret sayar” (İbn Hanbel, Müsned, III, 24.) sözleriyle de sabreden engelli engelsiz herkese günahlardan arınma ve cenneti vadetmektedir.

Hz. Peygamber, engelli sahabelerin ibadete devam etmelerini istemiş, onları çok önemli vazifelerde görevlendirmiş, savaşlara katılmalarına dahi izin vermiştir. Böylece o, engellilerin toplumdan tecrit edilmesine asla müsaade etmemiş, liyakatlerine uygun alanlarda topluma hizmet etmelerine fırsat vererek onların topluma fayda sağlamasını temin etmiştir. 

Örneklerde de görüldüğü üzere Hz. Peygamber, engelli sahabelerin ibadete devam etmelerini istemiş, onları çok önemli vazifelerde görevlendirmiş, savaşlara katılmalarına dahi izin vermiştir. Böylece o, engellilerin toplumdan tecrit edilmesine asla müsaade etmemiş, liyakatlerine uygun alanlarda topluma hizmet etmelerine fırsat vererek onların topluma fayda sağlamasını temin etmiştir. İnsan-ı kâmil olan Hz. Peygamber bütün ömrünü insanın onur, haysiyet, hürriyet ve saygınlığını kazandırmaya adamış, ortopedik engelli Muaz’ı Yemen’e vali, Ümmü Mektum gibi âmâ birini Medine’de kendi yerine vekil tayin etmiş, bütün bu tasarruflarında bilgi, yetenek, akıl ve beceriyi esas almıştır. Engelliler Hz. Peygamber’in yanında sadece merhametin ve yardımın nesnesi olarak görülmemişler, bilakis kabiliyetlerine göre bilgi, irfan ve güven timsali olarak telakki edilmişlerdir.  

Bizler için her yönüyle “üsve-i hasene” (Ahzab, 33/21) ideal bir model olan Hz. Peygamber’in, engellilerle birkaç örnekle işaret edilen hikmetli ilişkisi bizim de onlarla olan ilişkilerimize ışık tutmalıdır. Çünkü Allah Rasûlü (sav) tabibü'l-ebdan değil bilakis tabibü'l-kulubtür. Yani o bedenlerdeki hastalıkları, sakatlıkları değil kalplerdeki hastalıkları tedavi etmek için gönderilmiştir. O, fiziken sağlam ancak hakikat karşısında kör, sağır ve dilsizleri tedavi için çaba sarf etmiştir. Çünkü O'na göre gerçek engel, hakikati idrakten yoksun olmaktır.