Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kellâ: Asla Böyle Yapma!

11 Mayıs 2021 Salı Yazarlar


İslam’ın yeni bir toplum inşa etmek için ortaya koyduğu temel ilkelerin hayatiyet kazanması kolay olmadı. Mevcut zihinsel yapının dönüşmesi, insanların hayatı algılamadaki alışkanlıklarının, önceliklerinin ve toplumsal genetik kodlarının değişmesine bağlıydı. Köklü iktidar ilişkilerine, nesep, servet ve dünyevi statülere dayalı itibar derecelerine kimse dokunamaz sanılıyordu. Ezilenlerin de yazılı ya da yazısız yasa olarak kabul ettiği içselleştirdiği doğru kabul ettiği insanlık halleri. Abese suresi gürül gürül inerken peygamberimiz üzüldü ama surenin ilk ayetlerinin İslam toplumunun belkemiğini oluşturan ilkelerden birini ortaya koyması en büyük tesellisidir herhalde.

Ümmü Mektûm gelir ve heyecan içinde sözünü keserek “Allah’ın sana öğrettiklerini bana da öğret, bana da oku” diye üsteler. Peygamberimiz destursuzca sözü kesildiğinden cevap vermez ve yüzünü çevirir. Fakat aynı anda hiç bekletmeden inen Abese suresinin ilk on iki ayetiyle hercümerç olacaktır.

Mekke’deyiz. Vahyin ilk iniş zamanları. Peygamberimiz kendisine gelen nübüvveti ve ayetleri kavmine duyurunca, bir avuç insan ona inanıp Allah’a iman etmişse de başta şehrin ileri gelenleri olmak üzere çoğunluk öfkeyle ayağa kalkmış durumda. Ama henüz köprüler atılmamış olacak ki peygamberimiz çok önemli gördüğü bazı adamlarla toplantı ve tebliğ halinde, kendisine bildirilen tevhid akidesini anlatıp, onların Allah katında geçerli olmayan gerekçelere dayalı üstünlük iddialarını yerle bir ediyor. Ebu Cehil ibn Hişâm, Abbas ibn Abdulmuttalib, Ümeyye ibn Haley, Velid ibnu’l Muğîre gibi Mekke’nin ve Kureyş’in ileri gelenleri. Peygamberimiz bu adamların İslam’ı kabul etmesi halinde, arkalarından kitlelerini de sürükleyeceklerini düşündüğünden bu buluşmayı çok önemsiyor. İslam nurunun her yanı kuşatması, Medine gibi hak ve adalet üzere kurulu bir toplumun oluşması için bu insanları ikna etmek elzem.

İşte tam bu sırada, Hz. Hatice’nin de kuzeni olan gözleri âmâ Abdullah bin Şureyh (büyükannesinin ismi ile İbn Ümmü Mektûm olarak biliniyordu) gelir ve heyecan içinde sözünü keserek “Allah’ın sana öğrettiklerini bana da öğret, bana da oku” diye üsteler. Peygamberimiz destursuzca sözü kesildiğinden cevap vermez ve yüzünü çevirir. Fakat aynı anda hiç bekletmeden inen Abese suresinin ilk on iki ayetiyle hercümerç olacaktır.

1, 2 - Yüzünü ekşitip çevirdi, kendisine o âmâ geldi diye.

Sonra ayetler yıldırım gibi peş peşe iner:

3, 4 - Ey habibim! Ne biliyorsun belki de o arınacaktı. Veya nasihat alacaktı da bu nasihat kendisine fayda edecekti.

5, 6 - (Servetinin gururuyla) kendisini (imana) muhtaç görmeyen kimseye gelince, işte sen (imana gelir de İslam’a kuvvet verir mi diye) ona yöneliyorsun!

7 - Hâlbuki (onun kendi gururu yüzünden) temizlenmemesinden senin üzerine bir şey yoktur!

8, 9, 10 - Fakat koşarak ve korkarak o sana gelen kimseye aldırış etmeyip (imana gelmeyecek olan başkasıyla) oyalanıyorsun.

11 - Hayır (böyle yapma!) Bu Kur’an bir öğüttür. 

12 - Artık dileyen ondan nasihat alır.

Sıradan bir insan tarafından yapıldığında küçük bir nezaketsizlik olarak görülebilecek olan yüz çevirme eylemi, peygamber söz konusu olunca nasıl bu kadar büyük bir günah olarak görüldü? Peygamber, Allah’ın muradının, vahyin manasının yaşayan ete kemiğe bürünmüş temsilcisi olduğundan, yanlış anlamalara sebep olacak en küçük bir hata yapma hakkına sahip değildi.

Müfessirler, Arapçanın incelikleri içinde, şimşek gibi çakan ayetlerden on birincisinin başında kullanılan “kellâ” ünleminin ne kadar şiddetli ve güçlü bir uyarı olduğunun altını çiziyorlar. “Bir daha asla ve kat’a” böyle yapmamalı, statü ve servet sahiplerini kayıran bir görüntü vermemelisin, gönlünde zihninde onların daha önemli olduklarına dair nokta kadar bir düşünce olmamalı manasına.

Sıradan bir insan tarafından yapıldığında küçük bir nezaketsizlik olarak görülebilecek olan yüz çevirme eylemi, peygamber söz konusu olunca nasıl bu kadar büyük bir günah olarak görüldü? Peygamber, Allah’ın muradının, vahyin manasının yaşayan ete kemiğe bürünmüş temsilcisi olduğundan, yanlış anlamalara sebep olacak en küçük bir hata yapma hakkına sahip değildi.

İslam toplumunun temelini oluşturan ilkelerken ilki, insanların kendi kendilerine uydurup inandıkları üstünlük iddialarının geçersiz kılınması. Hucurat 13’te “Sizin Allah katında en değerliniz en muttaki olanınızdır” deniliyor. Ölçü o kadar net ve berrak ki buna halel getirecek en küçük hata, temiz bir akide üzerine oluşacak toplumu temelinden sarsabilir. Bu ilahi bir değer ölçüsü ve insanların kendi aralarında nefislerin ve şeytanın fısıldamasıyla oluşturdukları iktidar çokluk ve servet gibi güçlere dayalı dünyevi itibarı ve toplumsal derecelendirmeleri yerinden ediyor. Yeni ölçüye göre insan, eşitlikçi ve ayrımsız bir toplum muhayyilesine ve tasavvuruna davet ediliyor. Zihinlere kula kulluk edilen, insanın insana tahakkümünü esas alan eski ilişkiler yerine, herkesin eşit olarak ve sadece Allaha kulluk ederek özgürleştiği yeni bir işleyiş teklif ediliyor. İktidar çözümlemeleriyle öne çıkan filozof Michel Foucault’nun “hükümdarlık kuramı”nda insanların başında derebeyi kral gibi bir yönetici bulunur. İnsanların mal ve zenginliklerinin sömürüldüğü, kralın herkesi kontrol altında tutma hakkına sahip olduğu bir yönetim. “İktidar kuramı”nda ise insanlar yetkiyi rızalarıyla verirler ve sistem normalleştirilmiş toplumu yaratır. Normalin dışında kalan dezavantajlılar, göçmenler, mülteciler, yerine göre kadınlar çocuklar güçsüzler engelliler, tıpkı Zygmunt Bauman’ın Iskarta Hayatlar kitabında tarif ettiği gibi değersizleştirilip normalin dışına, bir nevi çöpe atılır. Michael Ende’nin Momo romanındaki “duman adamlar” gibi görünmeyen birileri insanların zamanını çalar, onların temel meseleler üzerine düşünmesini engeller ve birörnekleştirir herkesi. Abese, bu nedenle bütün bu insan hiyerarşilerine ta o zamandan cevap veren kurucu bir sure. İnsanların ‘şehrin ileri gelenleri’ denilen kendinden menkul önemli kişilerin keyfiyetine teslim edilmesinin önü net bir şekilde kesilir.

Dünya erbabının gönlünü hoş etmek için iman etmiş kimselerden yüz çevirme, kalbini aklını bu kibirli insanlarla meşgul etme, senin görevin hidayetlerini sağlamak değil, bu Rabbinin bileceği iştir, manasınaydı ayetler.

Bu uyarı hakkında Fahreddin Er-Razi’den Seyyid Kutub’a, Mevdudî’den Elmalılı Hamdi Yazır’a birçok müfessir peygamberimizi savunmaya geçiyorlar. Mal mevki ve güçleriyle İslam’ın kalplere ulaşmasında büyük bir engel oluşturan insanları ikna çabasının önemini, peygamberimizin bu adamlardan hiçbir çıkarının olmadığını vurguluyorlar ki bundan kimsenin şüphesi yok zaten. Sonuçta bir konuşma yaparken peygamberin sözünü kesmek adaba aykırı bir durum. Tam manasıyla inanmış, hayra yönelmiş bir kimseyle ilgilenmemek hitabı peygamberimizi üzmüştü ama bütün insanlığı kuşatacak radikal bir değişime de zemin oldu. Allah’ın terazisi insanları iyiliğe, takvaya göre tartmak zorundadır. Böyle olmayınca neler olduğunu hep birlikte yaşarak görüyoruz. Yine de Peygamberimizin yıldırım misali uyarılar karşısındaki teessürünü hayal edince insanın gözyaşlarını tutması çok zor.

Razî’nin Mefatihu’l Gayb adlı eserinde aktardığına göre Hasan Basri şöyle der: “Cebrail (as) Hz. Peygamber’e bu ayetleri okurken, yüzünün rengi öylesine kaçtı ve değişti ki adeta yüzü kül gibi oldu. Hakkındaki hükmü beklemeye başladı. Kellâ, sakın bir daha asla yapma uyarısıyla rahatladı.” Dünya erbabının gönlünü hoş etmek için iman etmiş kimselerden yüz çevirme, kalbini aklını bu kibirli insanlarla meşgul etme, senin görevin hidayetlerini sağlamak değil, bu Rabbinin bileceği iştir, manasınaydı ayetler. Peygamberimiz de mesajı sessizce alıp gereğini yapmak yerine, bu kurucu ilkeyi hemen anında herkese ilan eti. Hayatı boyunca inşa ettiği Medine toplumunun merkezine yerleştirdiği düşünme ve yaşama biçimi. Seyyid Kutup, “O devirde nesep mal ve kuvvet kıymet ölçüleriydi” diyor. Hangi devirde bunlar kıymet ölçüsü olmaktan çıktı ki? Zaten peygamberimize itiraz edenlerin dayanağı da bu değerlerdi. “İlla bir peygamber yollanacak idiyse, bu Kur’an iki şehir halkının birinden büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” diyorlardı. Bu ayetler tam bu noktada beşer hayatında yeni bir doğuşu müjdeliyor, her türlü ırkçılığın, ayrımcılığın, güce tapıcılığın, üstünlük iddiasının önü kesiliyor.  

Fahreddin Razî’ye göre körlüğün zikredilişi küçültücü değil, tersine ilgi ve şefkati daha çok hak edişi vurgulamak ve göstermek için.

“Korkarak gelen” tanımlamasında ise birçok müfessir Allah’tan korkarak açıklamasını yaparken, Razî başka korkulara da dikkat çeker; kör olduğundan gelirken tökezleme korkusu, kâfirlerin eziyetine uğrama korkusu, iman etmiş biri olarak sorumluluklarını yerine getirememe korkusu iç içe geçmiştir.  

Sonrasında bu berraklık hayatı şekillendirdi. Çok sevdiğimiz sahabe Ebu Zer Gıfari, bir tartışma sırasında Bilal İbn Rebah’a “Ey! siyah kadının oğlu” diye hitap edince, peygamberimiz çok kızarak “ey Ebu Zer ölçü taştı, sözünü geri al. Beyazın oğlunun siyahın oğluna hiçbir üstünlüğü yoktur” demişti. Bunun gibi nice uyarılar yaptı ashabına ve azatlı kölelerin liyakat usulünce en önemli görevlere getirilmelerini sağladı.     

Peygamberimiz İbn Ümmü Mektûm’u her görüşünde ona “kendisi yüzünden Rabbimin beri kınadığı zata merhaba” diye takılır, taltif eder, bir ihtiyacı olup olmadığını sorardı. Savaşa katıldığı zamanlarda da iki kez onu Medine’de cemaate imamlık yapmak üzere yerine bırakmıştı.

Surenin devamı da çok güçlü hatırlatmalarla dolu. İnsanın nasıl hakir, değersiz, kör bir nutfeden yaratıldığı anlatılır ki kibirlenip büyüklenenler nereden geldiğini hatırlasın. Herkesin kökeni bir damla sudan ibarettir. Son ayetlerde de parlak ve güleç yüzlerle, üzerleri tozlu ve karanlık içindeki yüzlerden bahsedilir. İyi bir yüz kazanmak ilkeleri takip etmekte kararlı ve azimli olmakla mümkün olabiliyor demek ki.  

Mevdudi’ye göre bize verilen mesaj şudur: Bu dünyada Rabbini, geldiği yeri unutarak kibirle dolaşanları umursamaya gerek yok. Bu kitap o kadar yücedir ki hiç kimsenin kendisini kabullenmesine ihtiyaç duymaz. Büyüklenenlerin sığlığı bu kitabın azametini azaltmaz.


Abese suresi tefsirleri için yararlanılan kaynaklar:

Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, İşaret Yayınları, İstanbul, 1998

Tefhimu’l Kur’an, Ebu’l A’lâ Mevdûdî, İnsan Yayınları, İstanbul, 1989

Tefsir-i Kebîr-Mefâtîhu’l Gayb, Fahruddîn Er-Râzî, Akçağ Yayınları, Ankara, 1995

Fîzılâl-il Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Yayınları, İstanbul, (tarih yok)