Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kur'an-ı Kerim'in Anlattığı Hz. Peygamber/Hz. Muhammed

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


 

Hz. Peygamber'i İnkâr Allah'ı İnkârdır


"Biz  Azîmüşşan biliyoruz ki onların söyledikleri seni çok incitiyor/üzüyor. Hiç kuşku yok ki onlar seni yalanlamıyorlar; ve fakat o zalimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar." (En'âm Suresi, âyet: 33)

Bu âyet-i kerimenin nüzûl sebebinde bir kaç hadise anlatılırsa da en meşhuru Vâhidî'nin Esbâbu'n-Nuzûl'ünde anlattığı üzere Kureyş'ten el-Ahnes ibn Şureyk'in Ebu Cehil'e, yalnız oldukları bir zamanda: "Ey Ebu'l-Hakem, burada konuştuklarımızı sen ve benden başka kimse duymayacak, bilmeyecek; lütfen bana söyle sence Muhammed bu peygamberlik davasında doğru mu söylüyor, yalancı mı?" diye sormuş. Ebu Cehil de: "Vallahi Muhammed doğru sözlüdür. O, asla yalan söylememiştir. Fakat Sancağı, Hacılara su vermeyi (sikaaye), Ka'be'nin perdedarlaığını (Sedâne), Nedve'yi ve Peygamberliği Kusayy oğulları (Hâşim Oğulları) alıp giderse Kureyş'in diğer boylarına ne kalacak!?" demiş. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş (Bedreddin Çetiner, Esbâbu'n-Nuzûl, I,360))

Aslında Hz. Peygamber (sa)'in Allah tarafından kendilerine ve bütün insanlığa bir elçi olarak gönderilmiş olması vâkıası karşısında Kureyş halkı başlangıçta hayret ve kararsızlık içinde kaldılar. Kendilerini Ehl-i Kitab olarak tanımlayan Yahudiler ve Hristiyanlara karşı bir üstünlük sebebi ele geçirdikleri için sevinsinler mi; yoksa putlarla doldurdukları Ka'be'nin ehli/halkı oldukları için Araplar arasında sahip oldukları imtiyazı putların bu yeni dinle inkârı sebebiyle kaybedecekleri için yerinsinler mi?

Hz. Muhammed, onlar arasında kırk yıl yaşamış; emaneti, sadakati, iyiliği, güvenilirliği ile tanınmış olduğu için O'nu yalanlamak aslında onlara da ters gelmiştir. Tebbet Sûresinin nüzûl sebebi olarak anlatılan hadisede Hz. Peygamber (sa)'in, onları Safâ tepesinden seslenerek çağırıp topladığı zamanda "Ey Kureyş halkı, ben size şimdi: "Şu tepenin arkasında düşman atlıları var ve size ansızın saldırmak üzere toplandılar." desem bana inanır mısınız?" diye sorduğunda: "Biz, senin yalanını hiç görmedik, elbette senin bu sözünü tasdik ederiz." demişler, Hz. Peygamber (sa) bunun üzerine: "O halde sizi, Bir Allah'a iman etmezseniz tepenize sarkmış durumda olan bir azâb ile uyarıyorum." diye tebliğatta bulunması üzerine amcası Ebu Leheb kalkıp "Yuh olsun sana, bizi bunun için mi topladın?" diyebilmiş, inkâra başkaca bir delil bulamamışlardı.

O halde Hz. Peygamber (sa)'in peygamberliği haddi zatında delile, isbata ihtiyaç duyulan bir husus da değildi. O'nun gerek peygamberlik öncesi, gerekse peygamberlikle görevlendirilmesinden sonraki hayatı/sîreti, aklı başında olan herkes için O'nun peygamberlik iddiasında doğru olduğuna yeterli delil teşkil etmekteydi.

Peki, o halde kavmi Kureyş neden O'nun peygamberlik iddiasına şiddetle direndi, direnmekle kalmayıp O'nu öldürmeye kastedecek kadar düşmanlıkta ileri gitti?

Bu âyet-i kerimenin nüzûl sebebinden ve âyet-i kerimenin ifadelerinden anlıyoruz ki Kureyş'in, O'nun peygamberliğini inkârı hiç bir şekilde dînî temellere oturmamaktadır ve onlar bu inkârlarını aklî delilllere de dayandıramamışlardır. Onların bu inkârda şuur altlarında yatan, zaman zaman özel meclislerinde dile getirdikleri gerekçeleri tamamen dünyevîdir: bir kısmı siyasi hakimiyet, bir kısmı ekonomik menfaatlerle ilgilidir.

Ama inkârlarının gizli ve açık sebebi  ne olursa olsun, âlemlere rahmet olarak gönderilen bir elçi olarak -bu âyet-i kerimeden anladığımız üzere- Hz. Peygamber (sa), kavminin kendisini yalanlamasından son derece müteessir olmakta, üzülmekte; "iman etmemelerinde acaba kendisinin bir kusuru mu oldu?" düşüncesiyle adeta kendini kahretmektedir. "Şimdi belki de sen, bu yeni söze iman etmezlerse arkalarından kendini kahredercesine üzüleceksin..." (Kehf Suresi, âyet: 6) âyet-i kerimesi de Efendimiz (sa)'in bu üzüntüsüne işaret etmektedir.

Her peygamber, gönderildiği kavme nisbetle şefkatli bir baba makamında olduğu için peygamberler ailesinin son halkası olan Hz. Peygamber (sa)'in, kendisine inanmayanların Allah'ın azâbına uğrayacaklarını düşünerek üzülmesi de tabîîdir.

Bu, Hz. Peygamber (sa)'de fıtrî olarak bulunan "Ümmetine acıması/merhanet etnesi duygusuna da bir işarettir. Her peygamber gibi O da ümmetine karşı son derece şefkatli, merhametli idi. Onların gerek kendisini yalanlama ve Allah'a şirk koşma gibi en ağır zulümleri, gerekse imanla birlikte günahlar işlemeleri sebebiyle azâba düçar kalacakları düşüncesi O'nu tabîî olarak üzmekteydi.

İşte bu yüzden bu âyet-i kerime, Hz. Peygamber (sa)'i bir manâda teselli etmekte "Sâdık, Masdûk, Emîn" lâkablarıyla tanınan bir insan olarak münkirlerin aslında "O'nu yalanlamadıkları"nı; O'nu yalancılıkla suçlamadıklarını; aslında bunu yapmaya haklarının da olmadığını; O'nu yalanlama perdesi altında "Allah'ın âyetlerini yalanladıkları/inkâr ettikleri"ni haber vermektedir.

Tebbet Sûresinin nüzûl sebebi olarak anlatılan hadisede Hz. Peygamber (sa)'in, onları Safâ tepesinden seslenerek çağırıp topladığı zamanda "Ey Kureyş halkı, ben size şimdi: "Şu tepenin arkasında düşman atlıları var ve size ansızın saldırmak üzere toplandılar." desem bana inanır mısınız?" diye sorduğunda: "Biz, senin yalanını hiç görmedik, elbette senin bu sözünü tasdik ederiz." demişler, Hz. Peygamber (sa) bunun üzerine: "O halde sizi, Bir Allah'a iman etmezseniz tepenize sarkmış durumda olan bir azâb ile uyarıyorum." diye tebliğatta bulunması üzerine amcası Ebu Leheb kalkıp "Yuh olsun sana, bizi bunun için mi topladın?" diyebilmiş, inkâra başkaca bir delil bulamamışlardı.

Bu, bir manâda elçinin yalanlanmasının, elçiyi göndereni yalanlama olduğunu beyandır. Sanki Allah Tealâ: "Ey Muhammed, bu adamlar seni yalanlıyorlar diye üzülme. Onlar senin ne kadar doğru sözlü olduğunu biliyorlar ve bunu her vesileyle itiraf da ediyorlar. Dolayısıyla aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Onların yalanlama ve inkârlarının hedefinde Ben varım, Benim âyetlerim var. Seni göndermemiş olsaydım bile onların beni tanımalarını sağlayacak sayısız âyet ve delil yarattım. Nefislerinde ve âfâkta Benim varlığıma ve birliğime delâlet eden sayısız âyet var. Ama onlar bu âyetleri de görmek istemiyorlar, gözlerini, kulaklarını ve kalblerini bu âyetlere kapatıyorlar ve bu yüzden iman etmiyorlar. O halde onların inanmamasına üzülerek kendini harab etme, inanmıyorlar diye Benim mesajımı insanlara ulaştırmakta fütur getirme, za'fa düşme. Üzülerek tebliğ gücünü boşa harcama. Onlar inansa da inanmasa da senin vazifen Hakkı tebliğ etmektir. "ve mâ ale'r-Rasûli ille'l-belâğ!.." diyor;

Âyet-i kerime Hz. Peygamber (sa)'i teselli ederken aynı zamanda vazifesini yerine getirmede O'nun bir kusuru olmadığını; imansızlıklarının O'ndaki bir eksiklikten değil, kendilerindeki bir inat ve düşmanlıktan kaynaklandığını bildirmekte; onların kendisine karşı sergiledikleri tavrı bir "Zulüm" olarak nitelemektedir. Bu yüzden "ve fakat o zalimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar." buyrulmaktadır.

Buradaki "âyetler" ile Kur'an-ı Kerim âyetleri anlaşılabileceği gibi kâinatta Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet eden kevnî âyetler de anlaşılabilir. Aslında Kur'ân, Allah'ın dillerde okunan âyetleri ise bütün bir kâinat da Allah'ın müşahede olunan, içinde yaşanılan âyetleridir.

Başka bir ifadeyle çevresinde Allah'ın varlığına, birliğine delâlet eden binlerce âyeti görmezden gelerek iman etmeyen insanlar, Hz. Muhammed (sa)'in getirip tebliğ ettiği Allah kelâmı Kur'ân âyetlerini de tasdik etmezler.

Kur'an âyetlerini tasdik etmeyenler aynı zamanda zâlimlerdir ki Allah kelâmını tasdik etmemek, Allah'ın bütün kâinatın yaratıcısı ve sahibi olduğunu, hükümranlığını kabul etmemektir ve işte bu en büyük zulümdür. Yaradanına karşı bu haksızlığı reva gören, diğer insanlarla ve varlıklarla ilişkilerinde de zulümden çekinmez ve zulüm kendisinde bir tabiat haline gelir. O halde Allah'a ve Allah'ın âyetlerine iman etmeyenlerin hakka, hukuka riayet etmelerini, adaletli olmalarını beklemek de hatadır. Zira bu âyet-i kerime "Onlar bu davranışları ile zulmetmişlerdir." diye onların hallerini "fiil" ile ifade yerine "O zâlimler" şeklinde isimle/sıfatla ifade etmektedir ki Arapçada isimler -fiillerdeki zaman sınırlamasının aksine- devamlılık ifade ederler.

Yani âyet-i kerime diyor ki: "Ey Rasûlüm, onlardaki zulüm adeta bir huy haline gelmiştir. Onlar sana olan davranışlarında nasıl zâlimce hareket ediyorlarsa diğer işlerinde ve ilişkilerinde de zalimdirler, Peygamberle ve Allah ile olan ilişkileri dışındaki işlerinde de onlardan adaletli davranış beklemeyin.

Onların "Zâlimler" olarak nitelenmesi biraz önce Hz. Peygamber (sa)'deki fıtrî "Merhamet/acıma" duygusuna bir karşılık gibidir. Yani O'ndaki acıma duygusu, zâlimlerin zulmüne göz yumması, görmezden gelmesi, affetmesi ya da cezalandırmaması neticesini doğurmamalıdır. Başka bir ifadeyle zâlimin zulmünün cezalandırılmaması hem zulmedene, hem de zulmettiğine bir zulüm olacağından bir merhamet sayılamaz.

Gelelim günümüze;

Görüyoruz ki insan unsuru Hz. Âdem'den Asr-ı saadete, Asr-ı saadetten 21. asra hiç ama hiç değişmemiş: Hz. Peygamber (sa)'in zamanındaki müşrikler hangi sebeblerle iman etmemiş ve O'na düşmanlık etmişlerse günümüzdeki müşrikler de aynı mülâhazalarla iman etmemekte; küfür ve inkârda, Hakka düşmanlıkta inat etmektedirler. Aslında inkârları peygambere değil Allah'a, Allah'ın âyetlerinedir; Allah'ın âyetlerinde kendilerine ulaştırılan Hakk nizamadır.

Elbette asr-ı saadetteki benzerleri gibi onlar da bu niyyetlerini açığa vurmamakta zahirî bir takım uydurma sebepler arkasına sığınmakta; çağdaşlık, medeniyet veya bir takım beşerî ideolojiler arkasına sığınarak Hakkı yalanlamalarının sebebini gizlemeye çalışmakta iseler de âyet-i kerime onların kirli emellerini açığa vurmaktadır. Açık bir misal vermek gerekirse "Hayvan sevgisi ve hümanizma gerekçesiyle Allah'ın Kurban emrine karşı çıkanlar aslında hayvan sevgisi ile dolu hümanistler veya hayvanseverler değil, hayvanseverlik perdesi altında çıfıtlık yapmak isteyenlerdir."  "İslâm'a hayır!, Ortaçağda kalmış dinlere hayır! Çağdaş ve Aydın İnsan, Hürriyet ve Eşitlik!" sloganı arkasına sığınarak Allah'a ve Rasûlü'ne iman etmiş mü'minlere, gayr-ı meşrû yollardan ele geçirdikleri siyasal ve ekonomik gücü kaptırmamak ve onları sömürmeye devam etmek isteyenlerdir.

Aslında onların din, diyanet gibi bir endişeleri de yoktur. "Bu Hakk dinde hırsızlıklarına, edebe aykırı yaşantılarına, gayr-ı meşrû kazançlarına müsaade olunsa müslümanlardan daha müslüman olacakları" da şüphesizdir.

"Muhammed'i inkâr, Allah'ı inkâr ile eşdeğerdedir ve Hz. Muhammed ve sünnetini yaralamaya çalışanlar, O'na ve sünnetine bir şekilde hücum edenler aslında Allah'a, Allah'ın bütün insanlara bir hidayet rehberi olarak Kur'an'a ve O'nunla gelen Hakk nizama hücum etmektedirler" ki şerlerinden Allah korusun.

Allah Tealâ, bir manâda onların imansızlıklarını ve zulümlerini tescil ile sanki "Ey müslümanlar, onlarla uğraşmayın, onlarla uğraşmakta gücünüzü harcamayın; siz, bütün gücünüzü ve imkânınızı size Allah tarafından gönderilip Hz. Muhammed tarafından tebliğ olunan İslâm'a sarılma ve onu yaşamada kullanın. İnsanlara yaşantınızla örnek olun. Allah'ın, müşrikler/kâfirler/zâlimler olmasını takdir buyurduğu kimselere, onların imansızlıklarına, küfür ve zulümlerine üzülmeyin. Siz, vazifenizde kusur etmez ve hakkıyla mü'minler olursanız bir gün gelecek onlar yaptıklarından utanacak, Hakk yola kendiliklerinden gelecek ve Allah'ın hidayetiyle hidayete ereceklerdir. O halde siz, Hakkı yaşayın ve yaşatın, gerisini Allah'a havale edin." buyurmaktadır.

Öte yandan Hz. Peygamber (sa)'in halifeleri makamında olanlar elbette Muhammed ümmetine son derece merhametli olacaklar; onlara davranışlarında fıtrî merhamet duygusu hâkim olacak ama bu merhametleri toplumdaki zâlimleri affetme, onların zulümlerini karşılıksız bırakma şeklinde tecelli etmemelidir. Bir toplumda suçlular cezasız kalırsa bu, onların yeni suçlar işlemesine bir teşvik olacağı gibi o suçlardan mağdur olanların da adaletten umutlarını kesmeleri neticesini doğurur. Bir başka açıdan zâlimin zulmünün cezasını dünyada iken vermek, cezasını büyük ceza gününe bırakmamak anlamında ona bir merhamet demektir.

Bu âyet-i kerime günümüzde "Biz tek kaynak olarak Kur'an'ı biliriz; bir şey Kur'an'da varsa kabul ederiz değilse o İslâm'dan değildir." diyerek Hz. Peygamber (sa)'i, O'nun hadislerini ve sünnetini inkâra yeltenenlere çok açık bir cevaptır. "Muhammed'i inkâr, Allah'ı inkâr ile eşdeğerdedir ve Hz. Muhammed ve sünnetini yaralamaya çalışanlar, O'na ve sünnetine bir şekilde hücum edenler aslında Allah'a, Allah'ın bütün insanlara bir hidayet rehberi olarak Kur'an'a ve O'nunla gelen Hakk nizama hücum etmektedirler" ki şerlerinden Allah korusun.

Yine de en doğrusunu Allah bilir.