Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kur'ân Yolculuğu: Naziat Suresi

22 Ekim 2014 Çarşamba Sonpeygamber.info / Yazarlar


Düş-me ve kalk… Çamurundan.


Bütün bu düşüş ve çıkışlar tekrar edile edile, çıkma ve düşme de sıradanlığa düşebilir. Hayatın hareketliliği tabii bir merdivende inmek ve çıkmaya benzer. Bu tabii gidiş başka bir gidişle durur bir gün. Daha sarsıcı bir hareket, topyekûn bir batışla…

“Düşün bu yıldızları, batmak üzere yükselen ve yörüngelerinde istikrarlı şekilde hareket eden,  bir burçtan öbürüne geçerek. Uzayda sakin sakin yüzen ve hızlı şekilde birbirini izleyen,  böylece Yaratıcı'nın buyruğunu yerine getiren!” (1-5)  

Bir batan bir çıkan yıldızlar. Yükseliş ve batış… Gözde olma ve gözden kaybolma. Hayatın bütününde ikisi de var. İkisi de olacak. İnsan benliğinden tutun da, kâinatın, varlığın özbenliğine kadar her şeyde hem zirve var, hem dibe çökme, batma, kaybolma, fanilik var. Bir koşu, soluk soluğa tırmanılan merdivenlerden baş aşağı inmek de var. Dal ucunda salıncak keyfinden, toprağa saplanıvermek de var.

En başta insanın ilk yaratılışta bir yıldız gibi cennette yaşadığı o günler ve dünyaya düşmesi… İnip dünyada yaratılışındaki üstünlüğe, olgun yanına rağmen, üst kendinden alt kendine düşmesi var. Gençlik ve olgunluk yaşları ömrün zirvesi, ölüm ise batış ve gözlerden kayboluş. Ya da ömürde elde edilen başarılar ve başarısızlıklar, kaybedişler, çıkışlar ve inişler, her biri birer Naziat’ı ve Garkan’ı temsil ediyorlar. Hemen her şey,  tıpkı gökteki yıldızlar gibi bir çıkıyor, bir batıyor. Bir genç oluyor, bir ihtiyarlıyor, bir dolu dolu yaşıyor, bir ölüyor, boşaltıyor yerini yurdunu mekânını, odasını, sandalyesini…

Kalplerimizde yücelttiğimiz, anlam yüklediğimiz, “yüce” yıldızlarımız, gözdelerimiz var. Olağanüstülerimiz, muhteşemlerimiz, mükemmellerimiz, müthişlerimiz, inanamadıklarımız var. Sonra birden gözdemiz olmaktan indirdiklerimiz, batırdıklarımız bir bir… Berbat, kötü, iğrenç diyeceğimiz kadar düşürdüklerimiz gözümüzden ve yüzüne bakmadıklarımız, nefret ettiklerimiz… Hayatımızı karartan fikirler, insanlar. Kapılmalar, düşmeler. Kayan ve düşenler göğümüzden.

Kitlelerin hep birden seyrettiği ekranlar karardığında “yüksel(til)en” yıldızlar, popüler isimler, çıkanlar ve batanlar, batırılanlar… Starlar.

Hem tabii kozmik hareketlilik, heyecan ve istikrar, bir yükselip bir düşme ve bu ikisinin hep olagelmesi. Hem de düşünce dünyasında, siyaset, ekonomi, bilim, sanat, edebiyat dünyasında veya tarihte yükselen, bir batanlar. Popüler dünyanın hâl ü melali. İlk on veya sonlar… Meşhurlar, ünlüler ve düşüşleri. Revaçta olan, tedavülde olan veya tedavülden kalkanlar…

Bütün bu düşüş ve çıkışlar tekrar edile edile, çıkma ve düşme de sıradanlığa düşebilir. Hayatın hareketliliği tabii bir merdivende inmek ve çıkmaya benzer. Bu tabii gidiş başka bir gidişle durur bir gün. Daha sarsıcı bir hareket, topyekûn bir batışla…

“O halde, düşün şiddetli bir sarsıntının dünyayı sarstığı Günü. Daha büyük sarsıntıların ardından geleceği Günü! O Gün insanların kalpleri titreyerek çarpacak. Gözleri yere bakacak... Ama hâlâ bazıları: "Ne yani!" diyorlar, "Biz gerçekten eski halimize mi döndürüleceğiz? Çürüyen kemik yığını olsak bile mi?"  Ve ilave ediyorlar: "Öyleyse bu, zararlı bir dönüş olur!"

Ama o zaman, Son Saat, bir tek çığlık gibi ansızın onların üzerine kopacak. İşte o zaman hakikati anlayacaklar!” (6-14)

İnsanlık tarihi de böyle iniş ve çıkışlarla dolu. Tarihe bir bak… Vakti zamanında Musa peygamber tahtında yıldız gibi yükselen Firavun’un hiç de sahih bir aydınlığının olmadığını, o yükselişinin bir iniş, batış, yozlaşma ve kararma olduğunu, hak ve adalet sınırlarını aşan siyasi bir erkin bir aydınlık değil aksine bir karaltı olduğunu söylemişti.

“Musa'nın kıssasından hiç haberin oldu mu? Hani kutsal bir vadide Rabbi o'na şöyle seslenmişti: "Sen, Firavun'a git -çünkü o hak ve adalet sınırlarını ihlal ediyor- Ve ona söyle: Arınmaya istekli misin? Eğer istekliysen o zaman seni Rabbini tanıma mertebesine ulaştıracağım ki bundan sonra O'nun korkusunu duyasın.” (15-19)

Çünkü Rabb öylesine yüce bir merhametle başımızdadır ki Firavunca bir batışında bile insana içinde bulunduğu düşüşle ilgili bilinçlendirmedikten sonra, gidişin gidiş, halinin hal olmadığını açıklamadıktan sonra onu batışına terk etmez. Muhakkak bir temyiz vesilesiyle onu yakından tanıştırır. Bir insan, bir delil, bir uyarı, bir hatırlatma, bir rüya, acı bir gerçek, karşısına aniden çıkan bir mesajla, yaşadığı bir olayla ona batıyor olduğunu gösterir. İnsanlığının olabilecek en üst konumundan ta nerelere düşmüş olduğunu, aradaki derin uçurumu ona ayan beyan kılar. Vicdan aynasında her şey gösterilir ona. Bakmasını bildikten sonra. Vicdanının göklerinde yeniden yükselebilir. Benliğinin çakılıp kaldığı bataklığa rağmen. Yeter ki “arınmaya gönlü olsun.”

“Sonra da kaba bir şekilde Musa'ya sırtını döndü. Daha sonra ileri gelen adamlarını topladı ve halkını çağırdı. Onlara "Ben sizin en yüce rabbinizim!” dedi. (22-24)

Fakat yeryüzünün firavunlarının pek de arınmaya gönlü olmuyor. Dünya halklarından sömürgeler beğeniyorlar kendilerine. Kendilerini rab ilan ediyorlar sonra. Haklarını ihlal edip sınırsız ödevler yükleyerek masum hayatlara, yüksek tahtlarında batmayı bekliyorlar. Hak ve adaleti terk etmenin batış olduğunu düşünemiyorlar. Bir tahtın halkın gönlünde kurulduğunun bilincinde değiller. Haksız ve adaletsiz oldukları için yerin dibine batmayı hak ediyorlar.

Çünkü Rabb öylesine yüce bir merhametle başımızdadır ki Firavunca bir batışında bile insana içinde bulunduğu düşüşle ilgili bilinçlendirmedikten sonra, gidişin gidiş, halinin hal olmadığını açıklamadıktan sonra onu batışına terk etmez. Muhakkak bir temyiz vesilesiyle onu yakından tanıştırır.

“Çünkü hak ve adalet sınırlarını ihlal eden ve bu dünya hayatını ruh temizliğine tercih edenin    varacağı yer o yakıcı ateştir! Ama Rabbinin huzurunda korku ile duranın ve nefsini kötü arzulardan alıkoyanın  varacağı yer cennettir!” (37-41)

Elde ettiği herhangi bir gücü hak ile hak ederek elde etmemişse ve her neyse o gücü, maddi veya manevi, hakça, ilkeli bir şekilde tasarruf etmiyorsa firavunluk yapmış olur insan. Birkaç insanı yanında çalıştıran bir işveren, bir aile reisi, bir mahalle muhtarı veya herhangi bir gücü olan biri. Fark etmez. Bulunduğu hiçbir konumda hak ve adalet sınırlarını aşmamalı insan. Firavunluk yaparak daha toprağa batmadan kendi çamuruna batırmamalı kendini.

Naziat! Yükselen yıldızlar…

Yükseliş ve düşüş tabiidir ve İlahi kaderde ikisi de vardır, diyor. Hayatın bu gerçeğini eşleştiriyor yıldızların parıltısı ve kararmalarıyla.

Yükselen hakla ve adaletle yükselsin. Kendini haklılıktan, ilkelerden düşüren ise kalksın düştüğü o yerden. Çamuruna batıp kalmasın diyor Naziat suresi.

İnsana, yıldızını düşürme, diyor. İçinde bir parça aydınlık kalmışsa eğer, batmaktan vazgeç. Kaymasın bu kadar derinin. Nasılsa batıp gideceksin bir gün en sağlamından…