Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kur'ân Yolculuğu: Saf Suresi (I. Bölüm)

13 Mart 2015 Cuma Sonpeygamber.info / Yazarlar



Bir kere ne söz çıktıysa ağızdan, insanın özü onun emrine girmiş demektir. Özü sözü bir olmak, insan olmanın tevhididir. Ve aslında her ayrılık da bu ilk ayrılıktan, ilk düğümün çözülmesinden kopup gelmektedir.

Önce öz vardı.

Sure adını dördüncü ayetinde geçen “saffen” kenetlenmiş, saflar halinde kelimesinden alır. Kenetlenmiş saflara ve o safları birbirine tutunarak oluşturmuş kalplerdeki safiyete ne kadar da ihtiyacımız varken Rabbin tam da şu sıralarda kaybolmuş bir kelimeyi gündemimize koyması ilginç bir tevafuktur.

Bütün akış boyunca karşımıza çıkan konu, insanın söylem ve eylemi, sözle özü arasındaki kopukluklar, ayrılıklardır. Bir kere ne söz çıktıysa ağızdan, insanın özü onun emrine girmiş demektir. Özü sözü bir olmak, insan olmanın tevhididir. Ve aslında her ayrılık da bu ilk ayrılıktan, ilk düğümün çözülmesinden kopup gelmektedir. Bu mesele; söz öz birliği bir halledilmiş olabilse, başka her mesele bir hal yoluna girmiş olacaktır. Bu safiyet bozulmamış olsa saflar da bozulmamış olacaktır. Safları dağıtan safiyetin çekip gitmesidir kalplerden.  O da sözün gerçekleşmesi için özün hiç elini taşın altına koymamasından sebeptir.

İnsan?

Madem yaşamayacaksın, öyleyse hiç söylemeyeceksin. Söylüyorsan da yaşayacaksın bir güzel. Şayet eylemeyecek isen ne diye söylersin ki?

Eylemeyeceksen söyleme!

“Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ın sınırsız şanını yüceltir. Çünkü yalnız O'dur kudret ve hikmet sahibi. Siz ey imana ermiş olanlar! Niçin bir türlü söylüyor, başka türlü yapıyorsunuz. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nazarında en tiksinti verici şeydir!” (1-3)

Söz gereğince özü doğrultmaktır insanlığın. Fakat yapamıyorsan bunun çaresi var: Söz vermemek!

Önce Allah uğruna can feda dedikleri halde en önemli zamanda mevzilerini terk eden, konumlarında kalıp yapmaları gerekeni yapmayarak bir bozguna neden olanlara, Peygamber’in arkadaşlarına söylenmiş olan bu ayet; dini, hayatı dosdoğru yaşayacağını iddia eden, ama sonra bu kararlılıklarında zaaf gösteren herkese hitap etmektedir.

Hangimiz mevzisinde durabildi? Hangi insan, insanlığında durabildi. İnsanlığını terk etmeden kalabildi? Hangi insan işinde, gücünde, konumunda, mesleğinde, pozisyonunda, branşında olması gerektiği gibi kalabildi.

Sözün konumu özdür. Konacağı ve kalacağı yer.

Söz-öz bütünlüğü ve örtüşmesi hayattır. Söze yakışan bir öze sahip olmak da safiyet!  

Öz önce gelmelidir sözden ki söz yabancı, iğreti durmasın.

Belki önce yaşamalısın. Sonra söylemelisin.

Önce söz vardı denilir. 
Sözden önce çok saf ve kendisine başka hiçbir söz uğramamış bir saflık vardı. 

Söz geldi saflık bozuldu. 
İnsan sözü aldı. Fakat attı. Yaşamadı.
Söz yücelerden indi. Öz alçaklığa çıktı.

Belki sözün aceleciliğindedir sorun. Dilden önce halce söylenmemesi, yaşanmamasıdır. İnsan sözlerini özüne bakarak söylese ve varsa dile getirse, yoksa ses etmeyebilse, belki sükûnet sağlanır ve hayat yol alır.

Ancak bu mümkün görünmüyor. Söz edilip eylenen bir geçmiş beyanı değil, edilmek eylenmek istenen geleceğin beyanı oluyor çok.

Söz, öze emri vakidir. Direktiftir. Dilektir. Beklentiyi ifade eder. Özü ayağa kaldırır. Ve öze göndermedir.

Hayatını üstüne kurduğun söz mesela: “La ilahe illallah”. Kelim’üt-tayyip: Güzel söz! Hayat sözü…   

“Benim hayatımın kurallarının belirleyicisi, sadece beni yaratan ve yaşatan olabilir, başkası olamaz” dedin sen bu sözde. Pekâlâ, özünde hayatını tamamıyla kime, kimlere bıraktın?

Allah’ın istemeyeceği, izin vermeyeceği kadar hayatına müdahil davranmalarına nasıl müsaade ettin?

Söz bozuldu işte en başında. “Lâ/ hayır” dediğin halde “evet, elbette, ne demek” dedin. Başkaldırdığın halde baş eğdin. Kapı dışarı etmen gerekeni kalbin içeri aldın.

İlla dediğin halde salt Allah/ ilahi ilkeler olmadı hayatında. Hep O’nun izin vermeyeceği kadar, kendini dahi silinceye kadar başkaları oldu. Halk araçken Hakk, halka kapıyı sonuna kadar açtın. Kalbin ve hayatın Sultanahmet’e, Eyüb’e döndü. Hâlbuki sen de bir kuldun. Kulsun.

Ve hayatındaki nesneler… Neye sahipsen. Varlığın neyse... Gerektiğinde “Lâ!” diyebildin mi onlara? Yani araç tadında değerlendirebildin mi her birini?

İbadetler de hayata dağılmadan önce yapılmış toplu sözleşmeleri antlaşmalardır. Namaz hayatı arındırmaya; oruç hayattan bir kenara çekiliyormuş gibi yapıp gönderilen Kitab’ın farkındalığına; hac verilen bütün sözlerin bütün anlamlarıyla yenilenmesine, farkındalık seyahatine açılmalıdır.

Kendine verdiğin sözler: en çok döndüğün sözlerindir bir de. İçindeki iki kişiden biri söz verir, diğeri sözü çiğner, öz vermez. Bu tekrarlanır durur. İnsan kendine güveniyorsa yanlış birine güveniyor demektir. Kendine dikkat et sözü belki de bu anlamdadır. Dikkat etmelidir kendisine. Söz bozandır o.

Özünü elden geldiğince sözüne bakarak doğrultma halindedir insan. Bu hal olmuş bitmiş değil, aksine sürekli bir oluş halidir. İnsanın tekâmül yolculuğudur. İnsan, yüksek bir hayat öncesinde hayat kalitesini yükseltme deneyimlerinin yapıldığı bir merkezde, dünyada yaşamaktadır şimdilik. Farklı ve yüksek özlerin yaşayabileceği özel bir boyuta geçmeden evvel o boyutun şartlarına uygun hale getirmeye çalışır kendini. Nitelikce yükselemeyenler için alçak boyut alanları da var. Pişmanlıklar. “Söylediğim halde neden eylemedimler” var.

İnsan, yüksek bir hayat öncesinde hayat kalitesini yükseltme deneyimlerinin yapıldığı bir merkezde, dünyada yaşamaktadır şimdilik. Farklı ve yüksek özlerin yaşayabileceği özel bir boyuta geçmeden evvel o boyutun şartlarına uygun hale getirmeye çalışır kendini.

İnsan orada boyunun ölçüsünü alacaktır. Huyunun ölçüsünü…

Ve başkasına verdiğin sözler…

İnanan, güvenen insanların hüsranı olmamalısın. Söz başlarken yerine getirme konusundaki samimiyet, sözün ilerleme sürecinde unutulur, eskir, sıradanlaşır, basitleşir ve sözünün tersine bir düşüş yaşar. Sözünden düşer özü.

Evlilik sözleşmelerinde, eşte, dostta, aşkta, sevgide… İş ortaklıklarından tutun da bir yerde buluşmaya verilen sözlerde saatinde gelmemelere varıncaya kadar düşmeye devam eder.

Sözü sarf etmeden önce iyi düşün. Yapabileceğin bir şeyse ver gitsin. Ama söz gerçekleşinceye kadar başında dur tercihinin. Bitir. Ve yeniden söz ver.

 “Gerçek şu ki Allah yalnızca kendi dâvâsı uğrunda, sağlam ve yekpare bir bina gibi, kenetlenmiş saflar halinde savaşanları sever.” (4)

O’nun davası nedir? İlkeli hayat, nitelikli yaşam, ilahi-insani değerler…

İlah’ın davası insanın davasıdır. İlahi olan insani olandır. İnsani değerler İlah’ın yaratımında insan doğasına konmuş olan erdemlerle bezeli ruh ve ona paralel hayat bulan, yaşayan bedendir.

İşte böylesine. Doğasına kazınmış erdemi, ilkeyi, sözü özünde açığa çıkaran, üreten ve geliştirip olgunlaştıran safiyetli insanlarla saf ol! Bir ol! Omuz omuza ol!

Kenetlen bana. Sana kenetleneyim!

Saflar safiyetlerin bozulmasıyla dağılır, demiştik. Safların toparlanması da safiyete, asla, ilk masumiyete, verilen sözlerin hatırlanmasına, sözün gereğine uygun davranmaya devam etmeye başlamakla olacaktır. Sökülen yeniden örülecektir. İnsan hayatı safiyetle bozulma, bulanma arasında gelgitle geçer.

“Vaktiyle Musa, kavmine: “Size Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz halde neden beni üzüyorsunuz?” dediğinde kastettiği şey işte bu gerçekti. Böylece onlar doğru yoldan saptıklarında Allah da kalplerinin hakikatten sapmasına izin verdi, çünkü Allah günaha gömülüp gitmiş bir toplumu doğru yola çıkarmaz.” (5)

Haksız eylemlerde ısrar kişinin inançlarına da mutlaka yansıyacaktır. 

Sözünün gereğini edip eylemeyenin özü, karakteri, kişiliği edip eylediği yönde oluşur. Eylem, organların sözüdür. Hâlin dilidir. Hâl dili kalbe, kale/ söze yansır.

“Ve vaktiyle Meryem oğlu İsa: “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz, ben, Tevrat'tan geriye kalmış hakikat adına ne varsa hepsini doğrulamak ve benden sonra gelecek olan Ahmed adındaki bir elçiyi müjdelemek için size gönderilmiş olan Allah'ın elçisiyim” dediğinde de aynı şey geçerliydi. Ama gelişini İsa'nın önceden haber verdiği elçi hakikatin bütün kanıtlarıyla onlara geldiğinde: “Bu doğruluğunu iddia ettiğin mesaj, göz boyayan bir büyüden başka bir şey değil!” demişlerdi.” (6)