Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kutsallaştırdıkça Boşalttığımız Mabetler

23 Mart 2010 Salı Sonpeygamber.info / Yazarlar


Modern zamanların "İlahi âlemle dünyevi âlemin kesiştiği", "Tanrı ile insanın buluştuğu" mekânlar olarak hayattan kesip kopardığı mabetler, İslam şehrinde hep hayatın merkezinde yer alır. Şehir adeta bu kutsal merkezden neşet eden tek bir çatıyla kaplanır.

Şark hayatının canlandığı hareketli saatler... Günden son nasiplerini toplamak isteyenler, akşamın bereketini, dışarıda çarşı-pazarda tüketen kalabalığa inat, Fustat'ın merkez camiinde ziyadeleştirmek üzere telaşlı adımlarla avluya akın ediyor. Gurubun kızıllığını koyu bir tona devrettiği bu akşam vaktinde camiye girenler arasında, Makdisi ve birkaç Kudüslü dostu da var. İleri tarih görüşüyle dikkat çeken, aynı zamanda kelam ve felsefeye de ilgi duyan bu çok yönlü âlim, dostlarıyla camiyi hıncahınç doldurmuş olan ilim halkalarından birine dâhil oluyor. Fakihlerin, meşhur kârîlerin, edip ve kelamcıların hararetli tartışmalarının yaşandığı camide, o sırada tam yüz yirmi halkanın olduğunu kaydediyor Makdisi, meşhur el-Bed' ve't-Tarih adlı eserinde.

Aynı yıllarda ticaret kafilelerine katılarak İslam ülkelerini diyar diyar gezen coğrafyacı İbn Havkal'ın da Fustat Camii'ne dair gözlemleri yansıyor bugüne kadar gelen el yazmalarına. Halkın camide yemek yediğini, ekmek ve su satıcılarının cami içinde dolaştıklarını naklediyor, şaşkın ifadelerle İbn Havkal. Horasan'da camilerde tunçtan yapılmış içme suyu küplerinin olduğunu, Cuma günleri ise içlerine buz atıldığını aktarıyor yine Makdisi. Keza Mısır'da dükkânını açan tüccarın kepenklerini camiye koyduklarından bahsediliyor. İran coğrafyasında da cami ile dışarıdaki hayat arasındaki samimi ilişki ve dostluk gözden kaçmıyor. Yakınını ölüme uğurlayan kimselerin, teselli edilmek için üç gün boyunca camiyi mesken tuttuklarına dair nakiller yer alıyor tarih kaynaklarında. Velhasıl, mabet ile halk arasında hep teklifsiz bir ilişkiye şahit olunuyor İslam şehirlerinde.

Gerçekten de, modern zamanların "İlahi âlemle dünyevi âlemin kesiştiği", "Tanrı ile insanın buluştuğu" mekânlar olarak hayattan kesip kopardığı mabetler, İslam şehrinde hep hayatın merkezinde yer alır. Şehir adeta bu kutsal merkezden neşet eden tek bir çatıyla kaplanır. İnsanın, içine düştüğü koca evrende yaşadığı tedirginlik ve emniyetsizlik duygusu, Peygamber ruhunun tüm camilere sinmiş hârici sadelik ve bâtıni zenginliğinde huzur ve sükûna dönüşür. Hayatın muhtelif alanlarına yayılmış olan tüm noktalarını bir merkezde buluşturmanın hazzını yakalayan birey, İslâm vahyinin birleştirici karakteri ile büyük bir cemaatin üyesi olduğunun farkına varır. Cami, ikinci bir mesken, bir sığınaktır, özellikle şehirli, "medenî" insan için. Kutsal olanla dünyevi olan ayrımını reddeden cemaat bilinci ile birey, hayatın tüm veçhelerini uyum içinde bütünleştirmiş olarak dışarı uğurlanır. İslam şehrinde cami, yalnızca dinsel faaliyetin merkezi değil, aynı zamanda kültürel, toplumsal, siyasal ve hatta ekonomik faaliyetleri de kapsayan toplumsal hayatın merkezindedir.   

Cami, ikinci bir mesken, bir sığınaktır, özellikle şehirli, "medenî" insan için. Kutsal olanla dünyevi olan ayrımını reddeden cemaat bilinci ile birey, hayatın tüm veçhelerini uyum içinde bütünleştirmiş olarak dışarı uğurlanır.

Bu merkezi konumu nedeniyle camiler, tabii olarak tarih boyunca İslâm iktidarlarının izini ve kokusunu da taşırlar. Hz. Peygamber döneminin sade, basit ama inananların tüm ihtiyaçlarına cevap veren fonksiyonel mescit kültürü, yaşanan dünyevileşme ve genişlemeye paralel olarak Emevi iktidarında bir değişim geçirir. İlk değişim, cami mimarisinde kendini gösterir. Bu dönemde Peygamber mescidi, Emevi halifesi Velid b. Abdülmelik'in Bizans İmparatoru'ndan istediği özel ustaların elinde yeniden şekillenir. Bizans'tan Medine'ye 100.000 miskal altın ve 40 yük mozaik gönderilir mescidin inşasında kullanılmak üzere. Minare, niş tarzı mihrap ve şerefe gibi üç yeni unsurun da eklendiği cami kültürü, bu yolla Afrika'dan Orta Asya'ya uzanan maddi ve kültürel bir zenginliğin üzerinde oturan iktidarın debdebesinden nasiplendirilmiş olur. Söz konusu zenginliğin cami eksenli yansımaları, yalnızca Peygamber Mescidi ile sınırlı kalmaz; özellikle Şam'da inşa edilen ve İslâm dini mimarisinin bugüne kadar ayakta kalabilen ilk muhteşem örneği sayılan Emevi Camii de benzer bir dönüşümün belirgin özelliklerini taşır.

Abbasi iktidarı da selefi Emeviler gibi, iktidarın artan zenginlik ve gücünü, mimari üzerinden mabetlere yöneltir. Abbasiler, özellikle Peygamber mescidine yatırım yapmayı kutsal bir görev telakki ederler. Mehdî-Billah dönemindeki imar sürecinde, sütunları 290'a çıkartılan mescidin süslemesine özel bir önem atfedilir. Bunun yanı sıra burgulu minareler gibi yeni mimari unsurlar belirir cami tasarımlarında.

İslam Devleti'nin en geniş sınırlarına ulaştığı ve büyük bir maddi zenginlik ve ihtişamın imparatorluk topraklarını beslediği 9. yüzyıl İslâm toplumunda, hem cami kültürü, hem de dindarlık anlayışı, bu dünyevi debdebeden derinden etkilenir ve dünyevi bir karaktere bürünür. İbadet mahalleri, adeta estetik tarzların denendiği mekânlar haline gelir. Dünyevi mekânların göz kamaştırıcı unsurları, "Allah'ın evleri" mescitlere de iyice sirayet eder ve özellikle bu çerçevede camilerin süslü ve devamlı bir şekilde aydınlatılması uygulaması benimsenir. Camiler zincirlere asılan göz kamaştırıcı avizelerle donatılır. 10. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan ve "tennur" adıyla anılan büyük "fırın" lamba modası ile sanatkârane aydınlatmalar sarkar artık İslâm mabetlerinin tavanlarından. Öyle ki, Halife Hâkim'in Amr Camii'ne asılmak üzere getirttiği 100 bin dirhem ağırlığındaki gümüşten dev lambanın camiye sokulması sırasında giriş kapısının eşiğinin söküldüğünden bahsedilir. Yine Hâkim'in 27 gümüş avize yaptırtıp Ezher'e vakfettiği de gelen rivayetler arasındadır.

Tarih boyunca inananların bütün temel ihtiyaçlarını karşılamış olan camiler, kutsallıklarını, hayatın uzağına itilerek değil; onlarla kurdukları dostane ilişkiler sayesinde kazanmışlardır.

Emevi ve Abbasi dönemlerinde yeni mimari tarzlarda binlerce yeni cami ve mescit inşa edilir; basit inşaat malzemesi ile yapılanlar kaliteli malzeme ile yenilenirken, büyüyen şehirlerde birkaç Cuma camii yükselir. Cami mimari ve tezyininde, kültürel ve maddi zenginlikten menkul yaşanan tüm bu gelişmeler, her şeye rağmen yine de daha sonraları Batı dünyasında ortaya çıkacak benzer bir güç sembolizminin mabet mimarisine vurduğu damganın yanında oldukça mütevazı ve sade, daha da önemlisi toplumla iç içe kalır. Zira İslam toplumunda iktidar, halk ve mabetler bir arada zenginleşir ve çeşitlenir; yaşanan refah, söz konusu üç unsur arasındaki ilişkinin sıhhatini zedelemez.

Küçük istisnalar dışında camiler gece gündüz açıktır. Evsizler, misafirler, vaktini ibadetle geçiren tövbekârlar, caminin mutat misafirleridir. Gecenin karanlığında teheccüt için camiye süzülenler de az değildir. Özellikle şehirlerde gündüz vakti camileri boş bulmak nadirattandır. Baş camide kadı davalara bakarken, halifeler ve yöneticiler de emirnamelerini tebliğ ederler. Diğer yandan şairler şiirler inşat eder, kadılar suçluları cezalandırır, hâkimler muhakeme ederler, âlimler ise küçük büyük hemen her camide ders halkaları kurarlar. Her âlimin bir hasıraltı vardır. Kitlesinden memnun olunmayan âlimlerin hasırlarının, bazen hükümet tarafından dışarıya atıldığına tesadüf olunur.

Kadınların da muallimlik yapabildiği veya camiye girip ehil kimselere muhtelif meseleler hakkında danışabildiği cami eğitiminde, 9. ve 10. yüzyıllarda eşi görülmedik bir yaygınlaşma göze çarpar. İslâm şehrinde günlük yaşamın en hareketli ve canlı mekânlarından biri olan camiler, adeta bir kamu üniversitesini andırırlar. Cami eğitiminin en belirgin özelliği olan halka geleneğini idame ettiren nice bilinçli ve kaliteli kitleler doldurur camileri. İnsanlar sohbet etmek, güncel gelişmeleri değerlendirmek için dahi camilere yönelir.

Nerede olursa olsun, İslâm şehrinin ya da mahallesinin hep odağındadır camii. Bu bakımdan İslâm kültür ve medeniyetinin belirleyici sembolü, hep dini karakterli olmuştur. Bu bakımdan İslâm toplumu, cami kültürü tanınmadan anlaşılamaz.

Tarih boyunca inananların bütün temel ihtiyaçlarını karşılamış olan camiler, kutsallıklarını, hayatın uzağına itilerek değil; onlarla kurdukları dostane ilişkiler sayesinde kazanmışlardır. Son bir asra kadar toplumsal dinamikler adına toplumla aynı yönde gelişen mabetler, modern dönemlerde toplumla yollarını ayırmışlardır. Toplum dünyevileşirken, mabetler gittikçe kalınlaşan bir kutsallık zırhı ardında, diri insanlarla dolup taşması gerekirken, boşaltılmış ve naş vedalarına seyirci kılınmışlardır.