Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Siyaset, Medine'den Kufe'ye Kayıyor

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


Medine yorgun. Medine üzgün. Bahtı, insanlığın efendisini ağırlamakla açılmış olan ve bundan böyle insanlığa kuşatıcı ve evrensel mesajlar sunmuş olan ulvi şehir, tarihe "halifesine şehadet elbisesi giydirmiş" bir şehir olarak geçmek istemiyor. Medine haklı. Zira O, Peygamber ruhuna uygun güzel hatıralarla anılmak istiyor. Tek arzusu, her sokağına sinmiş Peygamber ruhaniyetini sonsuza kadar solumak. Zira "Aydınlanmış şehrin" kaderinde, insanlığı ilelebet aydınlatmak olmalı; kendi aydınlığını boğacak bir karanlığa teslim olmak değil.

Toprağında ebedî uykuya çekilmiş Nebî'nin manevi varlığını incitmiş olma ihtimalinin verdiği pişmanlık ile acı tecrübelerin pekiştirdiği ürkeklik arasında hüzün makamına sığınıyor Medine.   

Hz. Ali'nin ağzından dökülen şu ifadeler, bulanmış suları durultmaya yetmiyor: "Osman'ın kanının bedelini benden mi istiyorlar? Onların dostu gibi benim de dostum öldürüldü. Ben de hakkı çiğnenmiş bir kimse değil miyim? Ey Allah'ım! Osman'ın kanını akıtmaktan sana sığınırım. Osman'ın katilleri, Allah'ın murad ettikleri hariç, kaçıp kurtulmuştur."

Medine'nin hüznü, Ali'ye malûm oluyor. Nebî'ye çocuklar arasında ilk iman eden, çocukluğunu O'nun evinde ve himayesinde geçiren ve O'nunla ilk namaz kılma şerefine eren Ali b. Ebû Talib'e. Medine'ye hicret için yola çıkan Peygamberin yatağına yatarak, O'nu öldürmeye azmetmiş müşriklere vücudunu siper eden gözü pek cengavere. O, Medine'nin bu içten yakarışını duyuyor ve İslâm Devleti'nin merkezini bir başka diyara, Kufe'ye taşıyor. Bundan böyle Medine siyaseti uzaktan izliyor.    

Medine bu girdabın içinden kısmen sıyrılsa da, İslâm Devleti'nin kalbinde yaşanan esef verici hadiselerden derinden etkilenen İslâm coğrafyasının diğer önemli mevzileri, bir bir bu girdabın içine çekiliyor. Zira halifesini şehit vermiş genç İslâm Devleti'nde taşların yerli yerine oturması hiç de kolay gözükmüyor. Halk maktul halifenin katillerinin cezalandırılmasının yeni halifenin ilk icraatı olmasını beklerken, o sayıları binleri bulan ve "Osman'ı hepimiz öldürdük" diyen azgın kitleleri susturmanın kolay olmadığını, ortalığın yatışmasını beklemenin lüzumunu dillendiriyor her fırsatta. Medine'yi hakimiyetleri altına almış olan asilerle başa çıkmanın, ancak bir kuvvetle mümkün olabileceğini, bu yüzden zamana ihtiyaç olduğunu vurguluyor ısrarla. Fiilî olarak da kendisine henüz yalnızca Medine'de biat edilmiş olmasının önemine dikkat çekiyor.

Hadiselerin meydana geliş tarzı ve bunların birbirini takip etme şekli, Hz. Ali'nin asilere göz yumduğu yönünde yorumlara sebebiyet verse de, halife diğer vilayetlerin de biatını almakla işe başlamak istiyor. Zira tüm İslâm coğrafyasının halifesi olmadan muktedir olamayacağını düşünüyor. Vilayetlere gönderilen elçiler bir bir bölgelerin biatını halifeye getirirken, maktul halifenin yeğeni olan Şam valisi Muaviye'ye gönderilen elçiden uzun süre haber alınamıyor. Halife bunun hayra alamet olmadığını anlamakta gecikmiyor.

Nitekim "Yalnızca kısasa razı olan insanların yanından geliyorum," diyen elçi, gecikmenin bütün gerekçelerini ortaya koyan bir haberle dönüyor: Şam valisi Muaviye, Hz. Osman'ın katli konusunda ilgisiz kaldığı ve suç ortağı olduğunu iddia ettiği isyancıları ordusunda bulundurduğu gerekçesi ile Hz. Ali'ye biatı reddetmekte ve Hz. Osman'ın kanını dava etmek üzere hazırlıklar yapmaktadır. Kötü haber tez yayılıyor komşu beldelere.

Hz. Ali'nin ağzından dökülen şu ifadeler, bulanmış suları durultmaya yetmiyor: "Osman'ın kanının bedelini benden mi istiyorlar? Onların dostu gibi benim de dostum öldürüldü. Ben de hakkı çiğnenmiş bir kimse değil miyim? Ey Allah'ım! Osman'ın kanını akıtmaktan sana sığınırım. Osman'ın katilleri, Allah'ın murad ettikleri hariç, kaçıp kurtulmuştur."

Hz. Aişe liderliğindeki ordu ile Basra önlerinde karşılaşan Hz. Ali, şimdi de Muaviye'nin liderliğinde tesis edilen bir muhalefetle karşı karşıya bulunuyor. Cemel'in İslâm toplumuna bıraktığı ağır bedel ortada iken, ikinci bir Cemel yaşansın istemiyor halife. Bu amaçla yeniden biata davet ediyor Muaviye'yi. Ancak Muaviye halifeye karşı mücadele etmede kararlı olduğu mesajını veriyor açıkca. Yalnızca şûra tarafından seçilecek yeni bir halifeye boyun eğebileceğini vurguluyor. Akrabası maktul halifeye sağlığında yapmadığı yardımı, Suriyeli birliklerden oluşan güçlü ordusu yoluyla ölümünde yapmaya hazırlanıyor. Maktul halifenin kanını dava amacıyla organize olan Cemel ehli ile gücünü neden birleştirmediği sorusu zihinlerde yer ediyor. Sanki o, Cemel'in sonucunu özellikle bekliyor. Halifenin gücünü yıpratan bu savaş ona zaman kazandırıyor ve Muaviye kısa sürede kendisine biat veren Şam halkından büyük bir ordu çıkarıyor. Gelinen süreçte, halifenin Cemel'in ardından ikinci bir Müslüman toplulukla savaşması kaçınılmaz oluyor. Aralıklarla 3 ay süren ve tarafları hayli yoran zorlu bir savaş yaşanıyor Sıffîn ovasında.

Eli silahlı orduların çözemediğini, alelacele ihdas edilen ve işin içine hilenin de katıldığı sun'î bir hakem mekanizmasının çözemeyeceği gerçeği iyice yer ediyor zihinlerde. Ancak bu sürecin ufukta zaferi görmüş bir taraf tarafından kabul edilmesi, Hz. Ali'nin iktidarının ne kadar ince bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu göstermeye yetiyor.

Her şeye rağmen Hz. Ali'nin ordusu zaman içinde belli bir üstünlük göstererek, son darbeyi vuracak aşamaya yaklaşıyor. Muaviye'nin kaçma planları yaptığı bu kritik ortamda, onun sağ kolu olan Mısır fâtihi Amr b. Âs'tan gelen bir teklif, savaşın bütün seyrini değiştirmeye yetiyor. İki taraf arasındaki ihtilafın, Allah'ın kitabının hakemliğine başvurularak halledilmesini öneren Amr'ın teklifi ile Muaviye ordusunun mızrak uçlarına Kur'ân sayfaları takılıyor. Özellikle Hz. Ali'nin ordusunda bulunan kurrâ üzerinde etkili olan bu taktik, savaşın hızını kesmede oldukça etkili oluyor. Kur'ân âyetlerine karşı savaşmanın caiz olmadığını söyleyerek savaş meydanını terkeden çok sayıda taraftarı yüzünden halife, hakem olayını kabule mecbur kalıyor. Bunun bir hile olduğu yönündeki ısrarlı çabaları, sonucu değiştirmeye yetmiyor.

İki taraf adına seçilecek hakemlerin Allah'ın kitabı, gerektiğinde de Rasûlullah'ın sünneti ile hüküm vermeleri şartıyla bir anlaşma yapılıyor. Ancak daha bu ilk aşamada dahi Hz. Ali'nin ordusunda ciddi tartışmalar yaşanıyor. İşin hakemlere bırakılmasına isyan eden kalabalık bir grup Hz. Ali'nin ordusundan ayrılıyor. Daha sonraları "Hariciler" olarak anılacak olan mezhebin ilk nüvesi böyle atılmış oluyor.

Eli silahlı orduların çözemediğini, alelacele ihdas edilen ve işin içine hilenin de katıldığı sun'î bir hakem mekanizmasının çözemeyeceği gerçeği iyice yer ediyor zihinlerde. Ancak bu sürecin ufukta zaferi görmüş bir taraf tarafından kabul edilmesi, Hz. Ali'nin iktidarının ne kadar ince bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu göstermeye yetiyor.

Nitekim, Sıffîn sonrası kaynaklarını ve askeri gücünü, büyük ölçüde kendine cephe açan Haricilere yönelterek yıpratan Hz. Ali, onun hilafetini kabul etmemekte direnen ve İslâm coğrafyasının çeşitli bölgelerine seferler düzenleyen Muaviye'ye karşı bir daha harekete geçemiyor.

Oluşan boşluk, otuz yıl gibi kısa bir sürede hızla genişleyen İslâm topraklarını ikiye bölerken, İslâm tarihinin kargaşanın hâkim olduğu bu dönemine son noktayı, birinin diğerine üstünlüğü değil, yoldan çıkmış bir suikastçının hançeri koyuyor.