Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Ümmet Yapısının ve Birliğinin Virüsleri

2 Mayıs 2016 Pazartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


Ümmet, dindaşlar ya da din kardeşleri arasındaki iman bağına dayalı ve peygamber merkezli olarak vücut bulan sosyal yapıdır. Ümmet-i Muhammed, özelde Hz. Peygamber’e inanmış (Ümmet-i icabet) ve genelde İslâm tebliğine muhatap durumunda bulunan (ümmet-i davet) insanlar topluluğunu ifade eden iki aşamalı geniş bir kavramdır. Ümmet ya da ümmet-i Muhammed denilince, ümmet-i icabet yani Müslümanlar kastedilir ve anlaşılır. Hemen ifade edelim ki bu anlamda ümmet-i Muhammed, sünnet-i Muhammed ile şekillenmiş bir sosyal yapı ve gerçekliktir.

Tüm peygamberler gibi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem de amaç ve hedef olarak,  Allah’ın dinini, yani tevhide dayalı inanç sistemini, bireysel ve toplumsal hayatlarında canlandıracak müminler yetiştirmeyi benimsemiştir. Bunun özü de bireysel olarak Allah saygısı (takva), toplumsal olarak birlik (vahdet) erdemlerine sahip çıkmaktan ibarettir.

Şah Veliyyullah ed Dihlevî (1176/1762) “Peygamberlerin ortak uğraşları, bireyin eğitimi ve toplumun/ümmetin yönetimi üzerinde yoğunlaşmaktadır” der. [1]

Şah Veliyyullah’ın bu tespiti, faziletli toplumun ve hatta medeniyet kavramının içeriğini açıklayıcı niteliktedir. Zira bireyin eğitimi, nefsin terbiyesini; toplumun yönetimi de toplumsal birliği, gelişmeyi ve vahdeti ifade eder.

İslâm’ın inanç yapısında Tevhid'in yeri ne ise, İslam toplum yapısında da birliğin (vahdet) yeri odur. Tevhid olmadan inanç ve ameller herhangi bir kıymet ifade etmediği gibi, birlik/vahdet olmadan da İslam toplumunda herhangi bir erdemin, huzurun ve güvenin yaygın bir şekilde hayat bulması mümkün değildir.

Takva fazileti, bireyi nasıl Allah katında makbul ve toplumda güçlü ve üstün kılarsa, birlik (vahdet) de toplumu güçlü ve kolay kolay sarsılmaz bir yapıya, sosyal bünyeye kavuşturur. Bu iki erdemden biri inanç ve duygu boyutuyla diğeri ise amel ve eylem yönüyle Tevhid inancına endekslidir.

Bir başka yönüyle takva ve vahdet erdemleri, kimseyi dışlamadan olgunluk ve iyilik (kemâl ve salah) yoluna kılavuzlayan iki dinamik güçtür. Tabii olarak böyle bir gücün hâkimiyeti, bireyin olgunluğunu, ümmetin birliğini, ümmet toplumunun sosyal huzurunu ve sağlığını da beraberinde getirir. Bunun dışındaki tavır ve yapılanmalar ise o yapıya musallat olmuş birer zararlı/virüs etkisi yapar.

Allah saygısı ve birlik (takva ve vahdet) bilinci ve fazileti, her şeyden önce Müslümanlar arasında fitne çıkarmamayı gerekli kılar. Bu sebeple genelde her Müslümanın özelde sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri ve tebliğ görevlileri kadrosunun, öncelikle ve özellikle mevcut Müslümanları korumak kollamak, yetişmişliklerini geliştirmek, ama asla aralarında bir ayırıma ve bölünmeye sebep olmamak gibi çok ciddi sorumlulukları bulunmaktadır.

İslâm’ın inanç yapısında Tevhid'in yeri ne ise, İslam toplum yapısında da birliğin (vahdet) yeri odur. Tevhid olmadan inanç ve ameller herhangi bir kıymet ifade etmediği gibi, birlik/vahdet olmadan da İslam toplumunda herhangi bir erdemin, huzurun ve güvenin yaygın bir şekilde hayat bulması mümkün değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz’in buyurduğu gibi, “Birlik rahmet, ayrılık azap vesilesidir.”

İslam birliği noktasında herkesin Tevhid’e göstermesi gereken ihtimama eş, birlik ve vahdete de aynı dikkat ve titizliğin gösterilmesi lazım gelmektedir. Müslüman toplumu bölüp parçalamak, gruplara ayırmak yoluyla inanan kesimlere ve dolayısıyla İslam’a hizmet edildiği söylenemez. Bir başka tabirle ihanet, hizmet diye yutturulamaz.

Tebliğcinin ve İslam'a hizmet gruplarının ya da odaklarının birçok noktada özrü olabilir. Fakat cehalet ve rekabet kaynaklı olarak Müslümanları parçalamak, bölmek, toplumun vahdetine aykırı davranmak gibi bir cinayeti işlemekte kesinlikle hiç bir özür söz konusu olamaz.

İslam tebliğinin ve din hizmetinin en nazik noktalarından biri, “içe dönük mücadele” yerine, tevhid inancı gereği “kendi aralarında yumuşak, anlayışlı” [3] tespitine yaraşır bir birlik/vahdet toplumunu gerçekleştirme mücadelesinin ve gayretinin esas alınmasıdır.

Toplumda ümmet birliğinin ya da vahdetin zararlılarından ve içe dönük mücadele ve tartışmaların sebeplerinden önde gelenlerini şöylece belirlemek mümkündür:

1) Dinî sebep: İman zayıflığı, amel eksikliği, dinler/dindarlar arası rekabet, (Dindaşları değil, pirdaşları arttırma gayreti).

2) Beşeri Sebep: Kavmiyetçilik/ırkçılık.

3) Ahlaki sebep: İçki ve uyuşturucu bağımlılığı/yalan/ikiyüzlülük.

4) Siyasi sebep: Aşırı partizanlık.

5) Hukuki Sebep: Zulüm ve haksızlıklar (Hak’tan ve haklıdan yana olamamak)/adaletsizlik.

6) İktisadi sebep: Helal-haram hassasiyeti eksikliği, gelir ve geçim dengesizliği.

7) İlmi Sebep: Cehalet, diplomayı yetişmişlik ölçüsü kabul etme basitliği/öğretilmiş cahillik.

8) Moral/psişik sebep: Hurafe ve batıl inanışlar, dışa bağımlılık, taklitçilik, aşağılık duygusu.

Unutulmaması gerekli ilke şudur: Bir dinin yaşan­ması, ona ait inanç, ibadet, ahlak ve muamelat esaslarına sahip çıkmakla müm­kündür. Aksi halde inançta sapıklık, toplumda iftirak ve dağınıklık kaçınılmaz olur. Oysa "Allah bir kimsenin içinde iki kalb yaratmamıştır" [4] ayet-i kerimesi, dini başka dünyası başka insanların, içinde bulundukları anlamsız ve anlaşılmaz hali, pek net bir şekilde reddetmektedir. Nasıl bir göğüste iki kalp birleşmezse, bir kalpte de iman ve küfür, tevhid ile şirk, kabul ve ret bir araya gelmez.

Yakın geçmişte Batılılaşma propagandaları, şimdilerde “yükselen Batı değerleri” söylemleriyle, kökeni, oluşumu ve hedefi bizim medeniyetimizin değer yargılarıyla temelden uyuşmayan bir anlayış ve yönelişe meşruiyet kazandırılmaya çalışılmış, çalışılmaktadır.

Peygamber Efendimiz’in eğitimi İslami değerler eğitiminin özgün halini ifade eder. İslam medeniyeti de kendine has değerleriyle gelişmiş ve şekillenmiş özgün bir medeniyettir. Başka ümmetlere benzememek esası, başkalarının değerlerine öykünmemek disiplinidir. Kendi özelliklerini yaşama ve koruma bu disiplinle sağlanır. Yakın geçmişte Batılılaşma propagandaları, şimdilerde “yükselen Batı değerleri” söylemleriyle, kökeni, oluşumu ve hedefi bizim medeniyetimizin değer yargılarıyla temelden uyuşmayan bir anlayış ve yönelişe meşruiyet kazandırılmaya çalışılmış, çalışılmaktadır. Toplum bünyemizin tüm kapılarını böyle bir yaban propagandaya gümrüksüz/denetimsiz açmak eğilimini tasvip etmenin ve hoş görmenin imkânı yoktur. Aksi halde “müstemleke eğitim ve öğretimine” millilik kılıfı geçirmek gibi bir saçmalığı ve kendi değerlerimizin ortadan kalkmasını onaylamış olmak gibi toplumsal bir cinnet ve cinayeti paylaşmış oluruz. Bu da vahdet/birlik toplumu virüslerinin üreme ve çoğalma zeminini kendi ellerimizle hazırlamamız anlamına gelir.

Hâlbuki yapılacak iş, ümmet bünyesinde tefrikayı çoğaltıp ayrılık unsuru olmak değil, vahdeti arayıp birliği gerçekleştirme ve böylece tevhit inancını birlik/vahdet toplumu olarak görünür ve yaşanır kılmaya çalışmaktan ibarettir.


Dipnotlar:

[1] (Hüccetullahi’l-bâliğa, I, 253 (Tercüme, I, 322-323, İsanbul, 1994)
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 278, 375; Bezzar, Müsned, s. 488; Taberâni, el-Mu'cemü'l-Kebîr, XXI, 85, 86.
[3] Fetih, 29.
[4] Ahzâb, 4.