Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Zaman ve Mekan Kutsal mıdır?




Kutsiyet anlayışı hususunda İslâm'ı ilkel din ve kültürlerden temelde ayıran fark, onların aksine İslâm'ın "kutsalın kaynağı" olarak tamamen Allah'ı görmesi ve O'nun kutsiyeti mânasında hiçbir varlığı mukaddes addetmemesidir.

Ahd-i Atik'te ve Ahd-i Cedid'de olduğu gibi Kur'an'da da kutsiyet en yüce mânada Allah'a verilmektedir. Allah'ın kutsiyeti, "O'nun muhalefetün li'l-havadis (sonradan olanlara benzememe) sıfatına sahip olarak bütün mahlukattan farklı bir mahiyette, müteal (aşkın) bir varlık olması, bütün noksan sıfatlardan münezzeh olması"dır. Bu bakımdan Allah kendisini "el-Kuddûs"(1), dengi olmayan vâhid(2) olarak tanıtmaktadır.

Esasen bütün mükemmellikler ve kemâliyet Allah'ta toplanır ve O'nun kutsiyetini pekiştirir. Bunun neticesi olarak eksiklik ve noksanlıklardan hiçbiri O'na yakın olamaz. Bunun için herhangi bir varlık Allah Teâlâ'ya ne kadar yakın olursa, o derece O'ndan mükemmellik alır. Böylece o da kutsîliğe yaklaşır. Ancak bu onun kutsal olduğu anlamına gelmez.(3),  Peygamber de olsa hiç bir varlık "Allah'ın kutsiyeti anlamında" mukaddes değildir. Çünkü son tahlilde Allah'ın kutsal oluşu, O'nun "uluhiyyet"i mânasına gelmektedir. Tenzihe halel gelmemesi için İslâm'da insanlara bu mânada kesinlikle kutsallık atfedilmez; kutsala daha yakın olanı ifade için "velî, evliya, muttakî" vb. kelimeler kullanılmıştır. İslâmî kaynaklarda bunları ifade etmek üzere genellikle fazl ve mübarek tabirleri kullanılmış olmakla beraber "kutsal insan" tabiri kullanılmamış(4), mübarek ve fâzıl kimse gibi tabirler tercih edilmiştir.

Kur'an'da bizzat Kur'an'ın(5), , bazı nesnelerin(6),  ve zamanların(7) mübarek kılındığı belirtilir. Bazı yerler için de "mübarek" (ilâhi bereket, hayır ve feyze sahip) ve "mukaddes" (mânevi kirlerden arınmış, mübarek) sıfatları kullanılmaktadır. Bu çerçevede Allah'ın Hz. Mûsâ ile konuştuğu mübarek yerdeki(8)  mukaddes vadi Tuvâ'ya(9) , Hz. Mûsâ'nın kavmine vatan olarak seçtiği ve bereketli kıldığı(10)  mukaddes toprağa atıfta bulunulmaktadır. Ayrıca Kur'an'da, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'nın çevresinin mübarek kılındığı(11) , insanlar için yeryüzünde kurulan ilk mabedin Mekke'deki mübarek ev (Kabe) olduğu(12)  ifade edilmiştir. Yine Kur'an'da "Allah'ın evi" kabul edilen Kabe'nin bulunduğu Mekke şehri ve çevresinin her türlü tecavüzden korunmuş güvenli bir yer olduğuna(13)  işaret edilmiştir.

Benzer şekilde sahih hadislerde de adı geçen zaman, mekân ve nesnelerin mukaddes ve mübarek oluşu dile getirilmiştir.

İslam'da Kutsalın Kaynağı Allah'tır

Kutsiyet anlayışı hususunda İslâm'ı ilkel din ve kültürlerden temelde ayıran fark, onların aksine İslâm'ın "kutsalın kaynağı" olarak tamamen Allah'ı görmesi ve O'nun kutsiyeti mânasında hiçbir varlığı mukaddes addetmemesidir.

Kutsiyet ve takdis hususunda, İslâm'la diğer ilkel ve tahrife uğramış ilâhî dinler arasındaki diğer bir temel fark şudur: İslâm'da kutsallaştırma faaliyetinin (takdis) bir anlamı ve işlevi vardır, söz konusu takdis açık ve mâkuldür, irrasyonel ve hayalî değildir. Takdis kalb-i selim, düşünce ve ilimle uyumludur; kör taklit men edilmiştir. Kur'an'da bu gerçek şöyle ifade edilir: "Hakkında bilgin bulunmayan şeyin  ardına düşme!  Çünkü  kulak, göz ve gönül bunların  hepsi yaptığından sorumludur."(14)

Bunların dışında, İslâm'da kutsanan şeyin esrarengizlikle birlikte yüceltilerek akıl üstü ve tartışma dışı bırakılması tarzında yanlış kutsama yoktur. İman bile, büyük ölçüde anlamaya (tezekkür, taakkul, tefekkür ve tafakkuh'a) ve bilgiye dayanır. İmanın Kur'an tarafından bilgi üzerine kurulmasının şart koşulması, insanı ilme ve akla aykırı olan bir önermeyi onaylamaktan uzak tutmak, başkalarının yanlış ve saçma inançlarını da düzeltmek amacına yöneliktir.(15) Hıristiyanlıkta ise önce iman, sonra ilim gelir.(16)

İlkel kabile ve şirk dinlerinde put vb. eşyaya tapınmada onların taş olması hâli değil kutsal olması, onda "kutsalın tezahür etmesi" gibi bir mantık hâkimdir. Bu anlayışla İslâm'ın bir münasebetinin olamayacağı açıktır. Hıristiyanlıkta Hz. İsâ da aynı şekilde algılanmaktadır. Halbuki İslâm'da varlık, Allah'tan ayrı bir şekilde O'nun mükemmel sıfatlarının varoluşsal (ontik) tezahürü değil, bu sıfatların bir "ürünü" olarak yaratılmış ve O'nun varlığına delalet (âyât ve işaret) etmektedir.

Son olarak, İslâm'da varlık, zaman, kişi, söz ve davranışlarda bir kutsal-kutsal olmayan ayırımı vardır. Allah'ın mahluku sıfatıyla onu "teşbih eden" her şeyin bu özelliğinden dolayı kutsal olması gerekmez. Zîra, her şeyin kutsallaştırılması, her şeyin profanlaştırılması ve sekülerize edilmesi kadar tehlikelidir. Kutsal-kutsal olmayan ayrımını kaldırmak, "kutsalın yeryüzünden buharlaşması" neticesini doğurur. Ayrıca, kutsal olma ile dinî olmayı birbirine karıştırmamak gerekir. Kutsal, dinî alanın içinde özel ve temel bir yere sahiptir. Dinî olmanın alanı ise iman ile birlikte dünyevî bir davranış ve ilişkinin sâlih amel olup olmamasıyla alâkalıdır.(17)


1) el-Haşr, 59/23.

2) el-İhlâs, 112/1-4.

3) Atay, Kur'an'a Göre Araştırmalar, V, 130.

4) Meselâ Buharı ve Müslim'in Sahihayn´da ashabın faziletlerine tahsis ettikleri kitabların (bölüm) adı Fezâilü´s-sahâbe ve Fezâilü´l-ashâb´tır.

5) el-Enâm, 6/92; el-Enbiyâ, 21/50.

6) en-Nûr, 24/35.

7) ed-Duhân, 44/3.

8) el-Kasas,28/30.

9) Tâhâ, 20/12; en-Nâziât, 79/16.

10) el-A´râf, 7/137.

11) el-İsrâ, 17/1.

12) Âl-i İmrân, 3/39.

13) el-Kasas, 28/57; el-Ankebût, 29/67.

14) el-İsrâ, 17/36.

15) Atay, Kur´an´a Göre Araştırmalar, V, 72.

16) Atay, Kur´an´a Göre Araştırmalar, V, 73; Bazı hristiyan ilim adamları, Hz. îsa'nın Tanrı oluşu (Teslis) vb. gibi Hrıstiyan akaidine imana saçma dedikleri hâlde ona inanmışlardır. Mesalâ A.Comte, İsa´nın Allah´ın oğlu, dolayısıyle Tanrı olmasını akla, mantığa aykırı bulmasında haklı iken ve böylece Hz. İsa´nın Tanrılığını inkâr etmesi gerekirken Allah´ı inkâr etmiş, bakmış ki olmuyor, bu sefer kadını Tanrı yapmıştır (Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, V, 228).

17) Campell, İlkel Mitolojisi, s. 35; Güler