Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Huzeyfe b. Yeman: Son Peygamber'in Sırdaşı

26 Şubat 2010 Cuma Sonpeygamber.info / Yazarlar


Gece, fırtına ve soğuğun kuşattığı üç ordugâh. Müslümanlar ortada. Üstlerinde Ebu Süfyan komutasındaki müşrikler, altlarında Kurayza Yahudileri. Hendek Savaşı neredeyse bir aydır sürüyor. Derin ve geniş hendeğin bir yanında  karanlığın her tonuyla boyanmış on bin mızrak, diğer yanında Medine güneşlerinden üç bin kalkan. Karanlık ne zaman sıçramaya kalksa hendekten, ışıktan kılıçlarla biçiliyor. Ne zaman ok yağmuruna tutsalar Müslümanları rahmet yağmurlarına dönüşüyor. Son Peygamber Medine'yi savunuyor, hendekle, kılıçla, haberle, zekâyla ve hileyle. "Harp hiledir," diyor ashabına. Zubeyr b. Avvam'la haber alıyor. Gizli Müslüman Nuaym b. Mes'ud'la düşürüyor düşmanları birbirine. Medine'deki savunmasız kadın ve çocuklara baskın yapılacağından haberdar olup, geceleri tekbir getirerek yollarda dolaşacak mücahitler gönderiyor aydınlık şehre. Açlığa, yorgunluğa, soğuğa sabreden üç bin müslümanın arasında münafıklar da var. Onlar Medine'deki evlerinin savunmasız kaldığını öne sürerek birer ikişer sıyrılıyorlar harpten. Gidişleriyle Müslümanların arasına korku salmak isteseler de, kalp bu; bir kere imanı kabul edince bütün korkuları reddediyor. Ah o gece!

Ve Huzeyfe'nin karşısına beyaz sarıklı süvariler çıkıyor dönüşte. Süvari kılığında melekler: "Haber ver,"diyorlar Resulullah'a(sav), " Yüce Allah perişan etti düşmanı!" Huzeyfe koşar adım yürüyor Medine tarafına hendeğin. Bir an önce ulaştırmak istiyor müjdeyi. İşte bir kilimde namaz kılıyor Nebî. Ne tuhaf döner dönmez ordugâha üşümeye başlıyor Huzeyfe. Görev bitince yoksa çıktı mı duanın zırhından. Selam verir vermez işaret ediyor Peygamber eliyle. Yaklaşınca sırdaşı, örtüsünü atıyor üzerine. İşte Huzeyfe b. Yeman Peygamber'in ridası içinde; "Ben gelirken geri dönüyorlardı!" diye sevinçle anlatıyor. 

O gece gök gürültüsünü andırıyor rüzgâr, korkunç bir sesle biçiyor kulakları. İki de yoldaşı var: Dondurucu soğuk ve zifirî karanlık. Biri elleri, diğeri gözleri donduruyor. Sabrın git gide tükenen sınırı olmaya başlayan hendek, çölü yaran derin bir hayal gibi uzanıyor gayba. Son Peygamber bir kez daha çalmak istiyor ilmin kapısını. Kendisine ulaşan bir haberden emin olmak istiyor. Bu yüzden emaneti yüklenecek bir haberciye ihtiyacı var. İşte o! Dizüstü çökmüş. Soğuktan titriyor. Yüzlerce Müslüman içinde onu seçiyor Peygamber. Dokunuyor usulca omzuna.

-Kimsin?

- Huzeyfe!

- Neredesin Huzeyfe? Yerin içinde mi?

- Buyur ya Rasûlallah!

Derken, ayağa kalkıyor Huzeyfe. Ve görevi fısıldıyor Nebî: " Düşman arasında kargaşa çıktığına dair bir haber var. Bana doğru bir bilgi getir onlardan!" Sonra bir dua zırhı giydiriyor sır muhafızına: "Allah'ım, onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru!" Ve bir tembihte bulunuyor giderken: " Dönüp yanıma gelene kadar düşman içinde bir harekete kalkma!"

Müşriklere doğru yürüyor Huzeyfe. İçinde ne korku, ne üşüme, ne ürperti. Mesafeler kat ediyor sıcacık. İşte düşman ordugâhı! Onlar da ateşin başında ısınıyorlar! Hayır üşüyorlar ateşin başında. Alevlerin silemediği gölgeler tarihin en eski gölge oyununu devam ettiriyor. Esmer, iri yarı bir adam ellerini ateş yalımlarına tutup göğsüne sürüyor ve bir büyücü gibi sürekli tekrarlıyor o iki kelimeyi: "Geri dönelim!" İlk defa gördüğü Ebû Süfyân'ı öldürmek geliyor içinden o an. Sadağından bir ok çıkartırken Hz. Peygamber'in sözlerini hatırlayıp geri koyuyor. Bir cesaretle müşriklerin yanına sokulup ateşin başına oturuyor sonra. Görülmemiş şiddetteki rüzgâr, İslam ordusunun bir bölüğü gibi kıvılcımlar üflüyor yüzlerine. Kazanlarını deviriyor, ateşlerini söndürüyor, çadırlarını başlarına yıkıyor. Bir ara Ebû Süfyân uyarıyor ayağa kalkıp: "Aranızda casuslar bulunabilir! Birbirinizi tanıyın! Herkes yanındakinin elini tutsun!"Huzeyfe korunacağından emin yanındaki adamların ellerini tutuyor hemen ve onlardan önce soruyor, "Kimsin!" Laf kalabalığına getirip atlatıyor tehlikeyi. Ve anlıyor ki tehlikeyi atlatamayan Kureyştir. Dinliyorlar reislerini: " Ey Kureyşliler! Durulacak yer olmaktan çıktı burası. Atlar, develer kırılmaya, başladı. Kıtlık her yanı kuşattı. Rüzgârın başımıza açtığı felaket ortada! Hemen terk edin buraları! İşte gidiyorum ben!" Huzeyfe'nin hayret dolu bakışları arasında Ebu Süfyan rüzgârın üzerine kum ve çakıl yağdırdığı devesine yöneliyor.

Ve müşrikler terk ediyorlar mevzilerini. Ve Huzeyfe'nin karşısına beyaz sarıklı süvariler çıkıyor dönüşte. Süvari kılığında melekler: "Haber ver,"diyorlar Resulullah'a(sav), " Yüce Allah perişan etti düşmanı!" Huzeyfe koşar adım yürüyor Medine tarafına hendeğin. Bir an önce ulaştırmak istiyor müjdeyi. İşte bir kilimde namaz kılıyor Nebî. Ne tuhaf döner dönmez ordugâha üşümeye başlıyor Huzeyfe. Görev bitince yoksa çıktı mı duanın zırhından. Selam verir vermez işaret ediyor Peygamber eliyle. Yaklaşınca sırdaşı, örtüsünü atıyor üzerine. İşte Huzeyfe b. Yeman Peygamber'in ridası içinde; "Ben gelirken geri dönüyorlardı!" diye sevinçle anlatıyor. Ayrılsa da bir gün dünyadan Nebî, bu nebevî sevinç hiç ayrılmıyor yanından. Sadece o biliyor münafıkların ismini ve vakalarını gelecek zamanların. Sadece ona söyledi zira Peygamber. Ve sadece ona sordu Hz. Ömer:

-Niçin cenâze namazını kılmadın?  

- Efendimiz, bana o kişinin münâfık olduğunu bildirmişti.

- Resûlullah münâfıklar arasında Ömer'i de saydı mı yâ Huzeyfe?

- Hayır, yâ Ömer.

- Peki valilerim arasında münâfık var mı?

- Sadece biri. Ancak ismini söylemeye memur değilim.

Sadece imar etmiyor, sadece savaşmıyor Huzeyfe. İlim de öğreniyor. 225 hadis-i şerif rivayet ediyor ondan takipçileri. Kur'ân-ı Kerîm'in çoğaltılarak değişik beldelere gönderilmesi fikrini  o veriyor Hz. Osman'a. Kalplerden söz ediyor sonra. Dört çeşit kalpten. Kilitli kalp, iki yüzlü kalp, ışıldayan kalp, nifakla imanın yarış ettiği kalp.

Söylemek istediği başka şeyler var Huzeyfe'nin. " Ey insanlar! Bana soru sormayacak mısınız?" diyor, "Bana yaşayan ölüleri sormayacak mısınız!" Sonra tarif ediyor onları: " Kim kalbiyle, eliyle ve diliyle küfrü ve sapkınlığı reddedebiliyorsa görevini tam olarak yapmıştır. Kalbi ve diliyle reddettiği halde eline söz geçiremeyenler görevinin bir kısmını terk etmiştir. Kalbiyle karşı çıkan ama elini ve dilini harekete geçiremeyenler ise görevin iki şubesini birden terk etmiştir. Eliyle, diliyle ve kalbiyle reddedemeyenlere gelince; onlar yaşayan ölülerdir." Farkında olmadan sapmalarından korkuyor Müslümanların Huzeyfe. Endişesini şöyle dile getiriyor: "Öyle bir zaman gelecek ki, iyiliği emretmeyen ve kötülükten sakındırmayan kimseleri içinizde en hayırlı kişiler olarak göreceksiniz."

Hz. Ömer Medain şehrine vali olarak atıyor onu. Merkebinin sırtında giriyor şehre Huzeyfe. Ne kadar maaş istediği sorulduğunda, karnını doyuracak kadar yiyecekle, merkebi için yem istiyor. Karın tokluğuna çalışmak isteyen valiye şaşırıyor halk. Bilseler şaşırmazlardı, kelamını valilerinin: "Evime döndüğümde evdekilerin: ‘ Bugün sana ikram edecek bir şeyimiz yoktur. Evde bir şey kalmadı!' dedikleri günden daha çok beni sevindiren bir günüm yoktur. Çünkü ben Peygamber Efendimiz'in şöyle dediğini duymuştum: ‘ Bir hastayı yakınlarının (kendisine dokunacak) yiyeceklerden korumalarından daha çok Allah mümin kişiyi dünya malına karşı korur.'" Ah Huzeyfe! Peygamber'den duyduğun her söz nasıl da belirliyor hayatını. Bir yandan dünya malının tehlikelerine dikkati çekiyor, diğer yandan çalışmaya davet ediyorsun "Sizin en hayırlılarınız âhiret için dünyayı, dünya için âhireti terk edenler değil fakat her ikisi için de çalışanlardır," sözünle. İşte denge bu!

Yeri geldiğinde fitnelerden kaçmak için yalnızlık, yeri geldiğinde ıslah için kalabalıklara karışma. Orta bir yol, karışan sonsuzluğa. Hz. Ömer devrinde Medain şehrini imar eden vali. Nihavend savaşında mührünü vuran cesur komutan. Dinever, Hemedan ve Rey şehirlerinin fatihi. Hz. Osman devrinde yeni fetihler peşinde; Azerbaycan ve Ermenistan. Allah'ın kelimesini yüceltmek istiyor o. Kılıcı yerinde kullanıyor, öldürmekten yana değil. İnsan değerli çünkü. Soruyor bir adama, " İnsanların en kötüsünü öldürmek seni sevindirir mi?" "Evet" cevabını alınca asarak yüzünü, " O zaman sen ondan daha kötü olursun!" diyor. Çünkü öğrenmişti Nebî'den: "Bir insanı haksız yere öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir."

Sadece imar etmiyor, sadece savaşmıyor Huzeyfe. İlim de öğreniyor. 225 hadis-i şerif rivayet ediyor ondan takipçileri. Kur'ân-ı Kerîm'in çoğaltılarak değişik beldelere gönderilmesi fikrini  o veriyor Hz. Osman'a. Kalplerden söz ediyor sonra. Dört çeşit kalpten. Kilitli kalp, iki yüzlü kalp, ışıldayan kalp, nifakla imanın yarış ettiği kalp. "Kilitli kalp kâfirin kalbidir, iki yüzlü kalp münafığın, bir kandil gibi ışıldayan kalpse müminin kalbi. Dördüncü kalbe gelince, kim kazanırsa yarışı o kalbe hakim olur." Vali olduğu şehirde bir Cuma hutbesi veriyor Huzeyfe: "Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. Uyanın ay yarıldı! Uyanın dünya ayrılık anına yaklaştı. Bugün hedefler belirlenecek, yarın yarış var!" O sırada camide bir çocuk babasına soruyor: " Neyi kastediyor yarışla?" Baba gülümsüyor çocuğa: "Cennete koşanları!"

Cennete koşuyor Huzeyfe Hz. Ali'ye biat ettikten kırk gün sonra. Ölmeden önce kefen istiyor dostlarından. Getiriyorlar. Hayır, gömleklik kumaş değil istediği onun. İki parça bez.  Vakti soruyor. "Gece yarısı," diyorlar.  O mu ne diyor ruhunu teslim etmeden önce? Şunu: " Dost âni bir baskınla geldi! Allah'ım! Sen biliyorsun ki, fakirliği zenginliğe tercih ettim. Zilleti izzete ve şöhrete tercih ettim. Ölümü hayata yeğ tuttum!"