Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kaderlerimize mi Küstük; Kaderlerimizi mi Küstürdük?!..

6 Şubat 2011 Pazar Sonpeygamber.info / Yazarlar

Hadis 32: 

"Kadere inanmak üzüntüyü ve sıkıntıyı giderir" *

Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı

Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı

                                                            Necip Fazıl

 

Bir alın yazısı bu yiğidim, var ile yok tarihleri arasında bir sınanma. Hani bilinmeyen ellerde iç içe daireler çizen pergellerin birbirine ne yakın, birbirine ne uzak çizgileri var ya, kader diyorlar adına. Ezelden ebede olmuş ve olacakların çetelesi o, zamanın ve mekanın, şartların ve konumların, sebeplerin ve sonuçların Allah ilmindeki takdiri...

Kadere meydan okumak da yiğidim, kadere boyun eğmek de hayır ile şer arasında bize tertiplenmiş bir kez. İyiye de şükür, kötüye de, alperenler dilince. Kader birliği ettik madem, paylaşalım gel şimdi sevinci ve kederi, bir hasbıhal olsun.

Derler ki delikanlım,

Kader miras olur bazen, devralınır atalardan ve iyiler de, kötüler de potasında hayat damıtır durmadan. Issız sokakların açık avuçlarına çizilince rotalar, yalnızlıklar sağanak olur birden. En güzel anıların kabloları toprakaltı şebekelerine döşenir ve yeraltından gelen sessiz telefonlar ölüm kabinlerinde görüştürür aynı kaderi paylaşanları. Bazen bir uzayışın salıncağında beklemeyi beklemek düşer iğreti varlıklarımıza; ve bazen kaskatı duvarlarla örülür özgürlüklerimizin şeş ciheti. Zaman bugün olur, ve gölgesine düşman olan uygun adımlarla yürünür umutsuz yollar.

Kader böyle imiş, dengesiz dalgalar vuracakmış kıyılarımıza, zamansız fırtınalara tutulacakmışız. Kabuğu düşmüş kaplumbağalar gibi sersefil, dönmesini unutmuş çemberler gibi şaşırmış kalakalacakmışız ortalık yerde. İçimizin kopmayan ipiyle darağaçlarına bağladığımız masumiyetlerimizin altındaki sandalyeleri, istenmeyişlere takıntılı ayakların kudurmuş öfkesi tekmeleyecekmiş. 

Derler ki gelinim,

Kader bizi herkesten çok var olduğumuza inandırarak yalnızlaştırmada şimdi ve amansız kalabalıklarda ellerimizi birleştirmeyi akıl edemiyoruz bir türlü. Günlerin ve genlerin bir araya getiremediği varlıklarımız, kurulu bombalar gibi bırakılıyor ya korku sokaklarına, ansızın bin parça olmak için, tik tak, tik tak... Yağız düşüncelerimiz sık parmaklıklarla hesaplanıyor cetvel cetvel; bayramlar ve şölenler tekdüze grilere boyandırılıyor. Gücümüzü sivriltip karanlığa tüneller açabilmek için ilk ışıklara teşne seher güllerince kanatmadayız ya yüreklerimizi...

Derler ki kızım,

Kader böyle imiş, dengesiz dalgalar vuracakmış kıyılarımıza, zamansız fırtınalara tutulacakmışız. Kabuğu düşmüş kaplumbağalar gibi sersefil, dönmesini unutmuş çemberler gibi şaşırmış kalakalacakmışız ortalık yerde. İçimizin kopmayan ipiyle darağaçlarına bağladığımız masumiyetlerimizin altındaki sandalyeleri, istenmeyişlere takıntılı ayakların kudurmuş öfkesi tekmeleyecekmiş. Zaten olmayan kervanları bekleye bekleye yitirdiğimiz umutlarımızın yıldızsız ve aysız gecelerinde katran kazanlarına atılışlarımızı seyrederken ziftlenecekmiş cellatlarımızın yürekleri; ve bize elleri bağlı beklemek düşecekmiş.

Sen deme bunları çocuğum, sen kadere böyle deme. İçini tersyüz etmedikçe anlayamazsın kaderi çünki; yolculuklarını içine, durağanlıkları dışına yapmadıkça anlayamazsın. Gözyaşlarınla diktiğin giysiyi hoyrat makaslar doğrarken pâre pâre, “Kader buymuş!” diyemezsin. Gururunun kristal küreleri taşlık yollarda tuz buz edilirken kadere sığıntı olamazsın. Kulvarlarda koşu varken yürümeye kader diyemezsin sen. Dallarını fırtınalar, çiçeklerini ayazlar vururken oturmayı kader değil miskinlik anla o halde çocuğum.

Kader insaniyet kelimesinin içini dolduran erdemler bütünüdür yiğidim, böyle anla sen. İnsaniyet ki çalışmaktır, başarmaktır, paylaşmak ve hoşgörmektir, yardım ve iyiliktir. Kader ancak o vakit baht olur, kader ancak o vakit taht olur. Kaderimiz bunlar olmayacaksa, ya sorgumuz nic’olur delikanlım, sorgumuz nic’olur?!..

Senin için kader, yapabildiğindir cancağızım, iyi ve kötü günde elinden geleni yapabildiğindir... Ötesi senden sorulmaz, içini rahat tut!

 

*Kuzaî, Şihâbu'l-Ahbâr, nr.197