Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kendine Hayrı Olmayanın Kimseye Hayrı Olmaz

15 Ağustos 2011 Pazartesi Sonpeygamber.info / İslam


İslam Ansiklopedisinde fıkıh, “şahısların kendilerine, yaratanına ve diğer insanlara karşı hak ve sorumluluklarını bilmesi” olarak tarif edilmiş.

Bu tanım bir ansiklopedi ifadesidir. Dolayısıyla duygusal, hamasi bir metin değildir. Soğukkanlı, eksiği fazlası olmayan bir metindir. Böyle olduğu için de ansiklopedik tanımlar, üzerinde ciddi düşünmek gereken, zihnimizi inşa edecek tanımlardır.

Tanımda şahısların kimlere karşı sorumlu oldukları sayılırken sıralamanın nasıl olduğuna dikkat edelim. Eğer bu sıralama şahsen bana sorulsaydı önce yaratanımıza karşı sorumluluklarımız gelir derdim. Oysa tanıma göre kişi önce kendine, sonra yaratanına ve en sonunda da diğer insanlara karşı sorumludur. Aynı şekilde haklarımız da bu sırayladır.

Peki neden fıkıh konuya böyle bakıyor? Çünkü kendine hayrı olmayanın hiç kimseye hayrı yoktur.

Kişinin kendine karşı sorumluluklarını yerine getirmesinin Allah’a karşı kulluk borcunu düzgünce ödeyebilmesi, yani ibadetlerini ifa edebilmesiyle yakından alakası var. Sağlıklı, huzurlu olmazsak namazı bile düzgünce kılamayız, kıldığımız namazdan bir şey anlamayız. Cihad gibi, Allah yolunda çeşitli çalışmalar yapmak gibi hizmetler bir yana, akıl ve gönül huzuru yerinde olmayan namazı bile düzgün eda edemez.

Sağlıklı olacaksın ki namazını düzgün kılasın, haccını güzel yapasın. Güçlü, varlıklı olacaksın ki zekât, sadaka verebilesin, hayır hasenat yapabilesin. Akıllı, eğitimli, düşünceli, beynini kullanabilen biri olacaksın ki insanlara faydalı olabilesin. Ahlakını güzelleştireceksin ki etrafına örnek olabilesin, çığır açabilesin. Yani önce kendimize bakacağız.

Fıkıh diyor ki: Kendine karşı sorumlulukların var, bunları yerine getireceksin. Sağlıklı, güçlü, akıllı, varlıklı, eğitimli, bilinçli, kendine karşı da merhametli olacaksın. Biz boğulursak kurtarmaya gittiğimiz kişiye de faydamız olmaz. Biz yatağa düşersek çoluğumuza çocuğumuza da faydamız olmaz. Biz devamlı bunalımda, devamlı sorunlu olursak etrafımıza da huzur, saadet veremeyiz, rehberlik edemeyiz.

Kişinin kendine karşı sorumluluklarını yerine getirmesinin Allah’a karşı kulluk borcunu düzgünce ödeyebilmesi, yani ibadetlerini ifa edebilmesiyle de yakından alakası var. Sağlıklı, huzurlu olmazsak namazı bile düzgünce kılamayız, kıldığımız namazdan bir şey anlamayız. Cihad gibi, Allah yolunda çeşitli çalışmalar yapmak gibi hizmetler bir yana, akıl ve gönül huzuru yerinde olmayan namazı bile düzgün eda edemez. Bunun için kendin her şeyden önce geliyorsun.

Bu bencillik demek değildir. Bunun modern dünyadaki bencillikten farkı şudur: Neden kendin önce geliyorsun? Çünkü senin başkalarına karşı sorumlulukların var. İslam’ın bakış açısı bu. Ailemize, çoluk çocuğumuza, yakınlarımıza, komşularımıza, akrabalarımıza, aile büyüklerimize, vatanımıza, milletimize ve bütün insanlığa karşı yakından uzağa doğru giden sorumluluklarımız var. Bu sorumlulukları yerine getirebilmem için benim öncelikle kendi haklarıma riayet etmem lazım. Makul ölçüde dinlenmem lazım, sağlıklı beslenmem lazım, akıl, beden, ruh gibi güçlerimi korumam lazım, malıma mülküme sahip olmam lazım, toplumsal itibar, haysiyet ve şeref sahibi olmam lazım, yeteneklerimi geliştirmem lazım… Eğer bu ve akla gelebilecek, ihtiyaç duyulabilecek diğer konularda güçlü olmazsam ben de muhtaçlar kervanını çoğaltmaktan başka bir işe yaramam.

İbadetler ilk bakışta kul ile Allah arasında kalan ve ferdin yaratanına karşı duyduğu saygı, itaat ve tazimi simgeleyen birer davranış olarak görülebilirse de kişilik eğitiminin, insan ilişkilerinin ve toplumsal yapının iyileştirilmesini sağlayan bir fonksiyona da sahiptir. Zaten fıkıhta Allah hakkı demek çoğu kere kamuya ait bir hak demektir.

Efendimiz (sav) buyurur ki: “Allah katında güçlü mümin zayıf müminden hayırlıdır.” Hadiste hangi konuda güçlü olunacağı belirtilmediği için her konuda güçlü olmak gerektiği anlaşılıyor.

Tanımda kişinin kendine karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiği söylendikten sonra Rabbine karşı sorumlulukları hatırlatılıyor. Sonra da diğer insanlara karşı haklarımız ve sorumluluklarımız geliyor. İşte bu hak ve sorumlulukları anlatan ilmin adıdır “fıkıh”.

İlişkileri konu edindiği için ibadet kavramı fıkhın bütün yönlerini ilgilendirir. Çünkü genel anlamda ibadet bütün hayatımızı Allah rızası için yaşamak demek. Bu takdirde yoldaki bir taşı kenara çekmek de ibadet olur. Bir yetimin başını okşamak da, birine selam vermek de ibadet olur. Bir de özel anlamda ibadet var. O da Cenab-ı Hakkın kendi belirlediği tarz ve şekillerde O’nun istediği vakitlerde O’na kulluğumuzu ve bağlılığımızı arz etmemizdir. Biz ibadet deyince daha çok ikincisini anlıyoruz.

Oysa ibadetler ilk bakışta kul ile Allah arasında kalan ve ferdin yaratanına karşı duyduğu saygı, itaat ve tazimi simgeleyen birer davranış olarak görülebilirse de kişilik eğitiminin, insan ilişkilerinin ve toplumsal yapının iyileştirilmesini sağlayan bir fonksiyona da sahiptir. Zaten fıkıhta Allah hakkı demek çoğu kere kamuya ait bir hak demektir.

Bu nedenle kendine ve Rabbine karşı görevlerini yerine getiren, sorumluluk bilinci gelişmiş kişiler dünya ahiret dengesini en iyi sağlayabilecek kişilerdir. Onların hayatlarında kendilerine ayıracak zamanları vardır, Rablerine ayıracak zamanları vardır ve diğer insanlara ayıracak zamanları vardır. Hem hiç kimsenin hakkını çiğnemeden bu dünyadan haz alırlar, hem de dengeleri bozmadan öbür dünyalarına hazırlanırlar. İslam dinini diğer dinlerden ayıran en önemli özelliği de budur. O bu dünyada da iyilik ve güzelliği hedeflememizi ister, öbür dünyamız için de iyilik ve güzellik vaat eder. Birine ulaşmak için diğerini feda etmemiz gerekmez.