Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kendini Aldatmak

30 Temmuz 2020 Perşembe Yazarlar


Peygamberimiz pazarda bir buğday sergisine uğradı. Elini buğday yığınının içine daldırınca parmakları ıslandı. Bunun üzerine satıcıya “Bu ıslaklık da ne” diye sorunca adam hemen “ Ey Allah’ın Resulü! Yağmur ıslattı” deyiverdi. Tartıda ağır çeksin diye ıslattığı halde güya Peygamberimizi aldatacağını düşünüyordu. Sevgili Peygamberimiz, “İnsanların görüp aldanmaması için o ıslak kısmı ekinin üzerine çıkarsaydın ya!” dedikten sonra “Bizi aldatan bizden değildir” buyurdu. (Müslim, Îman, 164)

Burada yalnızca Müslümanı ya da Peygamberi aldatmaktan değil, hangi inanç ve kültüre mensup olursa olsun herhangi bir insanı aldatmaktan söz ediliyor ve “biz” bütün insanları içine alıyor. İnsanlığın tamamının bir mensubu olarak en geniş manada biz kastiyle sesleniyor Peygamberimiz. Çünkü pazardaki ıslatılmış buğdayı alacak olan kişioğlu her inançtan olabilir. Bir Müslümanın toplumsal, ailevi ya da bireysel ilişkilerde bir insanı aldatmasının, yalan söylemesinin, hile yapmasının hiçbir gerekçesi olamaz. Bizden değildir derken kullanılan “biz” zamiri ise Peygamberine bağlı bir mümin olma iddiasına gönderme yapıyor. Aldatan kişinin bu kutlu toplumun inanç ikliminin bir parçası olamayacağı bunun kabul edilmeyeceği vurgulanıyor.

Modernleşme sürecini dış görünümün ve kıyafetin değişmesiyle ilerletme çabasına “kostüm modernliği” kavramı ile yaklaşılıyorken, bu trajikomik haller hepimizin eleştirilerine hedef olmuşken “kostüm Müslümanlığı” tehlikesi üzerinde analitik yöntemlerle bihakkın duramadık.

Günümüzde İslam ile Müslümanın arasındaki mesafe bir hayli açılmış vaziyette. Ahirete inandığımıza dair alamet-i farikaların daha çok hissedilmesi, bir güven tazelemenin gerçekleşmesi gerekiyor. Hayati önceliklerimizin sıralamasında benliğimizin derinliklerini kaplayan dünyevi arzuların en üst sıralara tırmanmış olması belli süreçlerden geçerek geldiğimiz bir sonuç. Gayri meşru yollarla para kazanan kimi insanlar Filistin veya Çeçenistan gibi kriz bölgeleri için toplanan yardımlara katılarak kara parasının aklanacağına inanmıştı, görür ve şaşardık bu aldatıcı tabloya. Ödemediği borcu yüzünden bir aileyi batırıp, sonra fütursuzca umre üstüne umre yapan mı dersiniz ya da başkalarının hakkını çiğneyip alın terinden çalarak ailesini lüks otellerde tatile götürenler mi. Fakat bu insanlar profesyonelce Müslümanlık yapmaktan da geri durmadılar.

Modernleşme sürecini dış görünümün ve kıyafetin değişmesiyle ilerletme çabasına “kostüm modernliği” kavramı ile yaklaşılıyorken, bu trajikomik haller hepimizin eleştirilerine hedef olmuşken “kostüm Müslümanlığı” tehlikesi üzerinde analitik yöntemlerle bihakkın duramadık.

Ben Müslümanlardanım dedikten sonra bunun sızısını taşımak her bireyin üzerine farzı ayındır. İslam’ın hak ve adalet duygusunu geliştiren, kimseyi dışarıda bırakmayan, kuşatıcı adil ilkeleri günümüze nasıl taşınabilir, peygamberimizin ve dostlarının imandan neşet eden yaşam tecrübesi bize nasıl bugün itibariyle meşale olabilir, bunlar üzerine kafa yormadan mümin kalmak mümkün görünmüyor. İslam’ın ilkelerini gizli gizli çiğnemek bizi bir ayetle karşı karşıya getiriyor : “Onlar Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.” (Bakara, 9)

Aslında insanın özü hep aynı. Türklerin Müslüman olmalarından sonra yazılan ilk eser olarak görülen, Yusuf Has Hacib’in 11. yüzyılda Çağatay lehçesiyle kaleme aldığı Kutadgu Bilig (Mutlu Olma Bilgisi), iki bin yıl sonra bugün de imza atacağımız şeyler söylüyor:

“Ey bilge kişi dikkat et. Günümüzde işler tamamen değişti. Helalin adı kaldı haram kapış kapan gidiyor. İnsanların gönlü ile dilerli birbirine uymuyor. Halktan vefa gitti cefa kaldı. Kaba insanlar ortalığı doldurdu, nezaket çoktan kalktı. Emanetin adı kaldı. Bilen kişi sözünü dosdoğru söyleyemez oldu. Cemaatler çok camiler az idi şimdi camiler çok cemaat azaldı. Dünyayı bir başka kalıba soktular da hayret eden yok. Gönüller katılaştı. Doğruluğun kendisi uçtu gitti kokusu kaldı.”

Aldatmanın her biçiminin “bizden değildir” hitabını hak ettiğini düşünüyorum. Bu hak etmediğiniz bir şeyi elde etmek için rüşvet verip torpil aramaktan, trafikte emniyet şeridini işgal ederek herkes beklerken öne geçmekten tutun, ticaretteki bütün hile yalan ve desiselere, çocuğunuz ders çalışsın diye yapmayacağınız halde yazın bisiklet alacağınızı söylemenize kadar gider.

Sızlanmak yerine kendimizden başlayıp aynaya bakıp harekete geçme zamanı. Müslümanlığın huzur veren sekine indiren bir yanı varsa o da bir insana değip dokununca onu, emin, sadık, güvenilir, özü sözü bir, hak ve hakikate teslim olmuş, yalan söylemeyen, namazı dosdoğru kılan, vaadinde duran, emeğe saygılı, müminlerin önünde tevazu kanatlarını indiren, zalimlerin karşısında vakarını koruyan, sağlam kalpli bir bireye dönüştürmesidir. Aldatmak, benliğimizin derinliklerine üflenen nuru hiçe saymak içimize ihanet etmek. Bu durumda eşini aldatan bir kişi de savaşta arkadaşına sırtını dönen de üç kuruşluk satış için yalan söyleyen tüccar da aynı aldatma yolunun yolcusu, peygamber yolunun yalancısı.

Bazı hitaplar var ki insan yalnız bırakılma korkusuyla paramparça oluyor: “Onlardan bazısı bazılarını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dinleseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak.” (Enam, 112)

Ahlaki olana sadakat zorlukla beraber gelen kolaylıktır aslında. Fırtınaların içinden yükselen inşirah suresi nimetini hissetmek, ağaçların hışırtısı arasından yıldızları görmek, asude bir kalple ateşten gömleği giymek. Aldatanlar bu dünyada başka türlü tutunamamaktan söz ederler, şartlar bunu gerektirmektedir, piyasa böyledir, herkes yapmaktadır, öyledir de, başını gökyüzüne hiç kaldıramadan sadece önüne baktığında. Ancak uzun vadede, “bizden değildir” sözü hercümerc eder aldatanı, bu dünyada kaybolup gitmiş kimsesiz bir varlığa dönüştürür. Yaşamındaki ilahi sesler kesilir, Yaratıcının katında unutulur ve kazandıkları mal şöhret güç tamah edilen her neyse, ona çer çöp olarak geri döner.

Aldatırken yaşanan madunluk, yoksulluk, sefillik başta görünmez göze. Sonradan bütün varlığı çökertir. Aldatmakla aldanmak arasında da aynadaki sır gibi ince bir çizgi var.  Aldanmak daha mazur görülebilir gibi sanılsa da aldatmaya giden yolu aralama potansiyeli yüzünden îmanî tehlikelerle dolu. Arada ince bir geçişkenlik var. Dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir (Al-i İmran, 185), Ey İnsanlar, hiç şüphesiz Allah’ın vadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcılar da sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın (Fatır, 5) diyen ayetler aldananların hızla aldatıcıya dönüşmesinin hikâyesinin ipuçları.

Aldatmanın her biçiminin “bizden değildir” hitabını hak ettiğini düşünüyorum. Bu hak etmediğiniz bir şeyi elde etmek için rüşvet verip torpil aramaktan, trafikte emniyet şeridini işgal ederek herkes beklerken öne geçmekten tutun, ticaretteki bütün hile yalan ve desiselere, çocuğunuz ders çalışsın diye yapmayacağınız halde yazın bisiklet alacağınızı söylemenize kadar gider. Sonra da imanı yakıp kül eder zaten.

Uykumuzu kaçırması gereken ise nüfus kâğıdımızda Müslüman yazdığı için üzerimize hiç de alınmadığımız ama içimizin derinliklerini ifşa eden Araf suresinin 51. ayetinin son satırları: “Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bugünleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi yok sayarak tanımadıkları gibi, biz de bugün onları unutacağız”.