Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kur'an-ı Kerim'in Tarifiyle Hz. Muhammed (sav)

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


 

Ümmetini  Seven  ve  Onlara  Merhametli  Peygamber

"Allah'tan bir rahmet ile onlara/ashabına yumuşak davrandın. Eğer sen (onlara karşı) kaba-saba ve katı kalbli olsaydın muhakkak etrafından dağılır giderlerdi. O halde (bundan sonra da) onlara af ile muamele et, onlar(ın işlemiş oldukları günahları) için Allah'tan mağfiret/bağışlanma dile ve (önemli) işlerde onlarla istişare et. (Bu istişare sonucunda) bir işe karar verdiğinde/bir işe azmettiğinde de artık hemen Allah'a tevekkül et (ve o işe giriş). Hiç kuşkusuz Allah, (kendine) tevekkül edenleri sever." (Alu İmran Suresi, âyet: 159)

Bu âyet-i kerime, Uhud gazvesi ile alâkalı olarak inen âyetler arasında olmakla birlikte bize, Hz. Peygamber'in bazı vasıflarını da beyan etmektedir. Bu vasıflar, özellikle önemli hadiselerde bir önderde bulunması gereken vasıflar olarak karşımıza çıkıyor. Ancak Kur'an-ı Kerim âyetlerini belli bir takım hadiseler bağlamında açıklamak yerine bütüncül ve bütün bir hayatı kucaklayıcı yorumlarla anlamak onun evrensel ve çağlar üstü vasfına daha uygun olur. Bu yönüyle bu âyet-i kerimede açıklanan Hz. Peygamber'in sıfatlarını sadece savaş haline tahsis etmek yerine O'nun genel geçer sıfatları olarak telâkki etmek bizce daha uygundur.

Ayet-i kerimeye göre;

1.Allah'ın Rasûlü, bütün insanlara son ve ekmel dinini tebliğ etmek üzere gönderdiği elçisi olarak bütün davranışlarında, dînî olsun, dünyevî olsun bütün işlerinde kendisini gönderen Allah'ın murakabesi, gözetimi ve koruması altındadır. O'nu terbiye eden; insanlara nasıl davranacağını öğreten ve eğiten elbette O'nun Rabbı'dır. Bu yüzden O'nun gazab hali de, rıza hali de hep Allah'ın gözetimi iledir. Daima hatadan ve yanlışlardan kendisini koruyan da hep O Rabbı'dır. Bu yüzden O (sav)'nun, ashabına yumuşak ve nazik davranışı âyet-i kerimede Hz. Peygamber'e değil "Allah'ın rahmeti"ne dayandırılmış ve "Allah'tan sana ve özelde ashabına, genelde ümmetine yumuşak/nazik ve şefkatli bir baba gibi davrandın" buyrulmuştur. O, bir insan olarak, elbette zaman zaman ashabına kızacağı, öfkeleneceği durumlarla karşılaşmıştır. Meselâ Uhud harbinde O'nun kesin emrine rağmen ganimet toplamak üzere yerlerini terkeden okçulara kızmasından daha tabîî ne olabilirdi ki? Ama O, "Allah'ın hem ona, hem de ashabına olan rahmeti/merhameti sayesinde" onlara kızması gerekirken -herhalde, onlar sebebiyle vukubulan geçici bozgun mutlaka Allah'ın bizim bilmediğimiz bir hikmeti iledir düşüncesiyle- onlara kızmamıştır. Elbette "Allah için öfkelenmek" gereken yerlerde O'nun kızması gerekir. Ama kızmayı da, yumuşak davranmayı da sarfedilmesi gereken yerlere tahsis etmek bir peygamberin, bir önderin en önemli vasıflarındandır. Nitekim, soylulardan bir kadının işlediği bir suçun cezasının uygulanmaması talebiyle kendisine gelenlere "Vallahi, kızım Fatıma hırsızlık yapmış olsaydı elbette onun da elini keserdim!" diye şiddet ve hiddet göstermesi (Buhâri, Fedâilu ashabi'n-Nebî, 18; Muslim, Hudûd, 11; Tirmizî, Hudûd, 6; Neseî, Sârıik, 5,6) Efendimiz (sav)'deki şiddet-yumuşaklık dengesinin en açık örneğidir.

2.O'na bir peygamber, bir lider, bir önder olarak kaba saba, katı kalbli, acımasız olmak yakışmaz. Hz. Peygamber, Allah'a şirk koşan müşriklere, kâfirlere ne kadar kararlı bir muhalefet içinde ise, kendisine tâbî olan mü'minlere de tam tersine son derece nazik davranması ile onların kalblerini kazanmış; onları her zaman ölümüne kendisine ve Allah'ın Hakk dinine bağlayabilmiştir. Ondaki ümmetine karşı bu nezaket, bu yumuşaklık, bu merhamet, bu değer verme "Ey Muhammed, biz elbette İsrail oğullarının Musa'ya dedikleri gibi "Sen ve Rabbın gidin ve savaşın, biz burada oturup sizin savaşınızın sonunu bekleyeceğiz." demiyeceğiz. Bizi, dünyanın öbür ucuna da yürütsen elbette seninle birlikte yürürüz." demelerini sağlamıştır. Kitleleri peşinden sürükleyecek, liderlik vasfına sahip olanlar da ancak idaresi altındakilere yumuşak davranan, onlara daha nazik, daha yumuşak ve merhametli olan kimselerdir. Bunu, yukardaki kararlılığın ve Allah'ın koyduğu sınırlara uymada titizliğin karşısına da koymamak gerekir.

2.Ashabının bütünüyle salih insanlardan oluşmadığı, içlerinde günahkârların, hattâ bir adım daha ötesinde münafıkların da bulunacağı vâkıası karşısında -Allah'ın koyduğu hadleri/cezaları uygulamak şartıyla- kin tutmayıp "Onları affetmesi" emrolunmaktadır. Allah Tealâ, bir peygamberde, buna bağlı olarak da bir önderde mutlaka bulunması gereken vasıf olarak yumuşak davranmanın hemen akabinde, vukubulacak hataları, yanlışları bağışlamanın gerekliliğine işaret etmektedir. Buna binaen O, ashabında gördüğü hataları çokça bağışlayan, hata işleyenleri teşhir etmeksizin "içinizde şöyle şöyle yapanlar var..." gibi bir ifade ile hatalı işlerin neler olduğunu beyan eden; böylece hata işleyenlerin, aşağılanmaksızın hatalarından dönmelerini sağlıyan bir peygamberdi.

3.Ashabının hatalarını, o toplumun önderi olarak sadece affetmekle yetinmeyip Allah'ın da bağışlaması için onlar adına Allah'tan af ve mağfiret dilemesi emrolunmaktadır. Hz. Peygamber'in ashabının hatalarını affetmesi bir manâda dünya hayatı ile ilgilidir. Ancak yapılan hataların aynı zamanda âhiret hayatına da yansıması ve âhiretteki karşılıkları olduğu düşünülürse Hz. Peygamber'in, ashabının hataları/günahları hakkında bir de Allah'tan bağışlanma talebinde bulunması, onlar için tevbe ve istiğfarda bulunmasının gerekliliği ortaya çıkar.

Bir liderin/önderin, kitleleri peşinden sürüklemede, giriştiği işlerde başarılı olmada herşeyden önce Allah'ın rahmetine, merhametine, güç-kuvvet vermesine, muvaffak kılmasına, başarının sebeplerini takdir edip yaratmasına ihtiyacı vardır. Bir kerre liderin buna inanması, iman etmesi, ihlâslı bir mü'min olması, davasının hak olduğuna herkesten önce kendisinin inanması ve bağlı olması lâzımdır.

4.O'nun, bir peygamberde olmazsa olmaz vasıflarından biri de Allah Tealâ tarafından kendisine bir vahiy gönderilmemişse, Allah Tealâ tarafından takip edeceği yol gösterilmemişse "Önemli işlerde, çevresindeki ashabının danışılmaya ehil olanları ile istişare etmesi"dir. Buna binaen bazı müfessirler âyet-i kerimenin "(önemli) işlerde onlarla istişare et." kısmının Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer hakkında nazil olduğunu bile söylemişlerdir. Elbette Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer bu konuda sadece bir örnektir ve her önderin/liderin etrafında onun, kendileriyle danışmalarda bulunacağı, görüşlerine değer vereceği, onu aldatmıyacak, hata etmekten koruyacak danışmanları olacaktır ve olmalıdır.

5.Ashabı ile istişare neticesinde bir karara varılmışsa artık o, uygulanması gerekli bir karar haline gelmiş demektir. Dolayısıyla Hz. Peygamber bir konuda ashabından ehil olanlarla istişare etmiş ve buna dayanarak bir karar vermişse artık o kararın uygulanması konusunda kararsızlık göstermemiştir. Zira "En kötü karar, kararsızlıktan daha iyidir." Bir peygambere yakışan da kararsızlık değil, işleri idarede kararlı olmaktır. Ancak verilen kararın mutlaka isabetli olması gerekmez. O kararın uygulanması bazan insan gücünü de aşabilir. Her işte olduğu gibi istişare ile karar verilen işin uygulanmasında da elbette bütün kullar için geçerli olmakla birlikte Hz. Peygamber'in de bu kararın uygulanması ve başarıya ulaşması için Allah'a tevekkül etmesine; bütün sebeplerine sarıldıktan sonra sonucu Allah'a havale etmesine gerek vardır ki âyet-i kerime "Bir işe karar verdiğinde/bir işe azmettiğinde de Allah'a tevekkül et, O'na güven ve dayan. Zira Allah, muhakkak kendisine tevekkül edenleri sever." Emir ve müjdesi ile sona ermektedir.

Ayet-i kerimenin günümüze mesajına gelince;

Bir liderin/önderin, kitleleri peşinden sürüklemede, giriştiği işlerde başarılı olmada herşeyden önce Allah'ın rahmetine, merhametine, güç-kuvvet vermesine, muvaffak kılmasına, başarının sebeplerini takdir edip yaratmasına ihtiyacı vardır. Bir kerre liderin buna inanması, iman etmesi, ihlâslı bir mü'min olması, davasının hak olduğuna herkesten önce kendisinin inanması ve bağlı olması lâzımdır.

İkinci olarak idare ettiklerine yumuşak ve nazik davranması, onlara karşı kaba, katı kalbli ve acımasız olmaması, bir baba şefkati ile idare ettiklerine merhamet etmesi, acılarına üzülmesi, sevinçlerine katılması, yani onlardan birisi olduğunu her vesile ile onlara hissettirmesi gerek ki onlardan bağlılık ve itaat beklemeye hakkı olsun.

Zaman zaman veya daima, idare ettiklerine veya çevresine kaba ve kırıcı davranan, onları sürekli azarlayan, kaba ve galîz ifadelerle hep aşağılayan bir idareci, bir baba, bir eğitimci, bir insan hiç kimse tarafından sevilmez ve âyet-i kerimedeki "Eğer kaba-saba ve katı kalbli olsaydın senin etrafından dağılır giderlerdi."  haberi mısdakınca en çok ihtiyaç duyduğu zamanda tebeası, arkadaşları, akrabaları, yardımcıları çevresinden çil yavrusu gibi dağılır, ve o, maruz kaldığı tehlikeler karşısında yapayalnız tek başına kalakalır.

Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî'nin de söylediği gibi "Hatasız, kusursuz dost arıyan dostsuz kalır." Bu yüzden idareci ve genelde her insan gerektiğinde çevresindekilerin hatalarını -suçlarını değil- affedici olabilmeli, affetmek suretiyle onları bir manâda kendine minnettar bırakmalı ki o da bir hata işlediğinde karşısındakilerden affedici olmalarını bekliyebilmeli. Zira "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz." (Buhârî, Edeb, 18, 27; Muslim, Fedâil, 65).

Bunlara ilâve olarak bir de idarecinin kendi görüşünde ısrarlı, kendi burnunun dikine hareket eden totaliter ve baskıcı olmaması; kendisini hatalardan, yanlışlardan koruyacak cemâî bir akıl oluşturmak üzere istişareye ehil danışmanlar edinmesi, onlara güvenmesi, ihtiyaç duyduğu her işte onlara danışması gerekir. Bir insan ne kadar akıllı, kabiliyetli, âlim, tecrübeli olsa da her işi, her konuyu bilmesi, her krizi en iyi şekilde yönetmesi, zor ve tehlikeli anlarda isabetli kararlar alması her zaman mümkün olmaz. Onun için toplumları idare edip yönlendirecek olan liderin çevresinde, ona kararlarında ve icraatlarında yardımcı olacak bir danışmanlar halkasının olması başarısını kolaylaştıracak; ehil olmıyan danışmanlarca kuşatılmış bir idarecinin başı da dertlerden, sıkıntılardan ve başarısızlıktan kurtulamıyacak hem kendisi, hem de idare ettikleri bedbaht ve mutsuz olacaklardır.

Bu âyet-i kerimenin tefsiri sadedinde aklımıza gelenlerin bir kısmı bunlar. Yine de en doğrusunu elbette Allah bilir.