Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Sonpeygamber.info'ya Konuştu

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Röportajlar


Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Ramazan ayı dolayısıyla kendisine yönelttiğimiz soruları cevapladı. Ramazan ayının toplumsal birlikteliğimiz açısından önemli bir fırsat olduğunu dile getiren Bardakoğlu, medyaya da önemli mesajlar verdi. 

"Ne Oruç Tutana Ne Tutmayana Baskıyı Onaylarız'

Ramazan, tıpkı her eve misafir olduğu gibi her mevsime, her aya da misafir oluyor ve o zamana bereket katıyor. Bu bakımdan Ramazan'ın yaz aylarına, sıcak günlere denk gelmesi, bir şikâyet konusu değil, belki de bir şükür konusu olmalıdır.

Image

-Ramazan ayı bu yıl uzun yaz günlerine denk geliyor. Uzun yaz günlerinde kolay oruç tutmak için nasıl bir manevi donanıma ihtiyaç var acaba?

- Ramazan ayı, kameri takvimde yer alan bir ay olup kameri takvimin Güneş takvimine göre 10-11 gün kısa olması sonucu oruç ibadeti 33 yılda bir miladi takvimde aynı zaman dilimine rastlamaktadır. Böylece yılın her mevsimi Ramazanla bereketleniyor. Ramazan, tıpkı her eve misafir olduğu gibi her mevsime, her aya da misafir oluyor ve o zamana bereket katıyor. Bu bakımdan Ramazan'ın yaz aylarına, sıcak günlere denk gelmesi, bir şikâyet konusu değil, belki de bir şükür konusu olmalıdır.

Bu noktada şunu ifade edelim; tutamayacak kadar yaşlı olanlara, güç yetiremeyenlere, emzikli ve hamile bayanlara, hastalara, yolculara ve belli mazeretleri olanlara dinimiz oruç tutmamaları için ruhsat vermiştir.

İnsanların, niye oruç tuttuklarını bilmeleri gerekir. Neticede oruç, bir aç kalma dönemi değildir. Oruç, sadece açlıktan ibaret değildir. Oruç; kalple, gönülle, dille, gözle, tefekkürle ve mideyle tutulur. Midenin aç kalması, işin sadece bir kısmıdır.

İnsanların, niye oruç tuttuklarını bilmeleri gerekir. Neticede oruç, bir aç kalma dönemi değildir. Oruç; kalple, gönülle, dille, gözle, tefekkürle ve mideyle tutulur.

 

Aslında biz oruç ibadetini kimin için ve niçin tuttuğumuzu düşünerek ibadetimizi zenginleştirmeliyiz. Eskilerin ifade ettiği gibi kalbimizle, zihnimizle, duygu ve düşüncemizle, gönül dünyamızla, iç dünyamızla oruca iştirak etmeliyiz. Bunları yapmaz da oruçlu günleri, sadece açlık dönemi olarak düşünürsek korkarım ki geriye de sadece açlık kalabilir.

Orucun bu manevi boyutuna odaklaşır, bu esnada paylaşmaya, sabra, Allah'ın verdiği nimetleri hatırlamaya, şükretmeye ve hep O'nun huzurunda olduğumuzu fark etmeye yönelirsek inanıyorum ki bu sıcak yaz günleri de çok kolay geçecektir.

-Bugünlerin bereketinden istifade etmek isteyen okurlarımıza ne gibi mesajlarınız olabilir?

- Ramazan ayı bizim için bir manevi arınma, yücelme, kendimizi sorgulama ve her an Rabbimiz'le olduğumuzu daha yakından hissetme ayıdır. İslam dininde ibadetlerin iki yönü vardır; Yüce Yaratan'la bağımızı güçlendirme ve insanlarla kaynaşma ve paylaşma. İbadetlerdeki bu sosyal yön de önemlidir. İşte biz de Ramazan'da hem iç dünyamızdaki bu manevi yücelmeyi, arınmayı gerçekleştireceğiz hem de yanı başımızdaki insanlarla daha çok bir arada olup daha çok kaynaşacağız ve onlarla paylaşacağız.

Ramazan'ın birçok hikmeti var. Oruç ibadeti, sabır eğitimi, toplumla kaynaşıp bütünleşme, Kur'ân'la buluşma, kendimizi Kur'ân'a yakınlaştırıp onu kendi dünyamıza daha çok getirme ve özümüze dönme açısından Ramazan çok önemli bir imkândır. Maddi bakımdan da fakirin, fukaranın, kimsesizin gözetildiği ve toplumda dayanışmanın, kaynaşmanın, İslam kardeşliğinin daha derinlemesine yaşandığı bir dönemdir. İnşallah her sene olduğu gibi Ramazan'ı böyle bir güzellikle yaşarız.

Ülkemizde oruç tuttuğu veya tutmadığı için birey üzerinde genel anlamda bir baskı olduğunu zannetmiyorum. Şayet böyle bir şey münferit olarak meydana gelse bile bunun onaylanması, tasvip edilmesi mümkün değildir. Ne oruç tutana ne de oruç tutmayana yapılacak baskıyı onaylarız.

 

Milletimizde de Ramazan'a karşı özel bir bağlılık, özel bir ilgi vardır. İnsanlar, Ramazan ayını farklı geçirmeyi isterler. Günahlardan, kabahatlerden uzak, dinî ve manevi hayatını besleyerek zenginleştirmek isterler.

İnşallah bu mübarek ay, hepimiz için bereketli olur.

- Ramazanın manevi boyutunu zedeleyecek asparagas haberlere şahit oluyoruz. Sözgelimi herhangi bir adli vaka hiç ilgisi olmadığı halde birden "Oruç tutmayan genç linç edilmek istendi" gibi bir saptırma izleğinde Ramazan ayıyla ilintilendiriliyor. Bu konuda basınımızın ne tür bir tavır takınması gerekiyor?

- Ramazan ayında basınımızın Ramazan'a ilgi göstermesi ve Ramazan'a özgü yayınlar yapması, toplumu Ramazan konusunda bilgilendirmeye çalışması güzel bir durum. Ancak bizim de şikâyetçi olduğumuz konuları siz dile getirdiniz. Maalesef Ramazan ayında dinî konular birden seviye kaybedebiliyor, magazin üslubuyla ele alınmaya başlanıyor. Bazen de olaylar çarpıtılıyor. Bazen sanki Ramazan ve oruç, bir aç kalmadan ve iftar sofralarının zenginliğinden ibaretmiş gibi sunulabiliyor. Ramazan'ın ve orucun bize vermek istediği mesaj genellikle göz ardı ediliyor.

ImageÜlkemizde oruç tuttuğu veya tutmadığı için birey üzerinde genel anlamda bir baskı olduğunu zannetmiyorum. Şayet böyle bir şey münferit olarak meydana gelse bile bunun onaylanması, tasvip edilmesi mümkün değildir. Ne oruç tutana ne de oruç tutmayana yapılacak baskıyı onaylarız. İbadetler, özgür iradeyle olursa değerlidir. Bir insan dinin bir gereğini yerine getirdiği için herhangi bir baskıya, dışlanmaya, mahrumiyete maruz kalmamalıdır. Ayrıca dinin herhangi bir gereğini yerine getirmeyen insan da dışlanmamalıdır. Çünkü dinin sahibi Allah'tır. Bizim görevimiz, insanlara dinin hükümlerini, bilgilerini doğru şekilde aktarmaktır; sağlığı, sıhhati yerinde olan insanlara namazın, orucun bir dini vecibe olduğunu hatırlatmaktır. Diğer bir ifadeyle görevimiz, dinin vecibelerini ve haramlarını, mesela içki içmenin, evlilik dışı ilişkinin, yalanın, kul hakkı ihlalinin, haksız kazancın, hırsızlığın, arsızlığın günah olduğunu, ahlaklı ve dürüst olmanın, kadınlar için başı örtmenin, zenginler için kurban kesmenin dini bir yükümlülük olduğunu, kumarın ve piyangonun haram olduğunu hatırlatmaktır. Ama bunları yapıp yapmamak insanların kendi tercihidir. Bu konular toplumda ayrışma ve dışlama sebebi olmamalıdır.  

Din, hepimizin ortak değeridir. Din, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın veya din görevlilerinin tekelinde olan bir konu değildir. Dine saygıyı, dinin itibarını, ağırlığını hafifletirsek bundan hepimiz zarar görürüz.

 

Yine bu Ramazan'da da aynı hoşgörü ortamının mutlaka devam edeceğine inanıyorum. Medyada zaman zaman böyle "haber olsun" diye ayyuka çıkarılan veya öne çıkarılan haberlerin de çoğu zaman hakikatten uzak, biraz yapmacık, zorlama haber olduğunu, mizansen olduğunu görüyoruz.

Din, hepimizin ortak değeridir. Din, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın veya din görevlilerinin tekelinde olan bir konu değildir. Dine saygıyı, dinin itibarını, ağırlığını hafifletirsek bundan hepimiz zarar görürüz. Dini değerler aramızda yaşamalı ki buna bağlı olarak diğer ahlaki ve manevi değerler de toplumumuzda yaşasın. Bunlar, birbirini tamamlayan parçalardır. Aile değerleri yıprandıkça nice sıkıntılarla karşı karşıya kalıyoruz. Manevi ve ahlaki değerler aşınıp buharlaştıkça bir dizi sorun ortaya çıkıyor. Bu nedenle dinî, ahlaki, manevi, insani değerlerin yaşamasına hepimizin ihtiyacı var. Az dindar olanın da, çok dindar olanın da, dinle hiç ilgisi olmayanın da ihtiyacı var. Toplum olarak dinin, ahlakın, insani değerlerin yaşaması ve güçlenmesi hepimizin hayrınadır. Böyle olduğu için de dini konuları alay, istismar, magazin konusu yapmak, bindiğimiz dalı kesmek olur. Çünkü dinin yerine ikame edebileceğimiz başka bir değerimiz yoktur. Dinin hiçbir alternatifi yoktur. Din, din olarak her zaman önemlidir ve insana saygısı olan herkesin, dine saygısı olması gerekir. Çünkü neticede din, insani bir ihtiyaçtır. Ama bazen dünyaya çok daldığımız için, dünya hayatı bizi çok meşgul ettiği için bireysel olarak dine olan ihtiyacı, şahsi hayatımızda hissetmeyebiliriz. Ama diğer insanların bu ihtiyacını, bu yönelişini bizim anlamamız gerekir ve buna saygı duymamız da en temel insani ödevdir.

- Ramazanda arttığını gördüğümüz  "dinin magazinleştirilmesi" konusuna dair ne söylemek istersiniz?

- Bu konuda dikkat çekeceğim birkaç nokta olacak. Birincisi, ekranlarda konuşmaya meraklı olan insanları, sırf bu meraklarını tatmin için konuşturmak çözüm değildir ve bu doğru da değildir. İkincisi, sadece reyting kaygısıyla hareket etmek de doğru değildir. İnsanların bir şeye ilgi göstermesi, o yapılanın doğru olduğunu göstermez. Maalesef program yapımcılarımız, medya yetkililerimiz "ne kadar ilgi toplarız" kaygısıyla hareket ediyorlar. Ya da "hangi meşhuru ekrana getirirsek daha çok reyting alırız" kaygısını taşıyorlar.

Toplum olarak dinin, ahlakın, insani değerlerin yaşaması ve güçlenmesi hepimizin hayrınadır. Böyle olduğu için de dini konuları alay, istismar, magazin konusu yapmak, bindiğimiz dalı kesmek olur.

 

Dinde her gün yeni bir şey söylemek de mümkün değildir. 14 asırdır bu din devam ediyor. Her gün yeni bir şey söylenecek olsaydı ortada din kalmazdı. Her gün yeni bir şey söyleyerek dini canlı tutmuş olamayız. Elbette dinin mesajlarını, bu yüzyılda yaşadığımızın farkında olarak anlamamız gerekir. Müslümanlığı 21. yüzyıla taşımamız, Hz. Peygamber'in mesajlarını, hadislerini bu yüzyıla taşımamız, bu yüzyılın insanına bunu anlatmamız lazımdır. Ama medyanın, bazı ilahiyatçı hocalarımızı her gün yeni bir şey söylemeye zorlamasını da ben doğru bulmuyorum. Bazı hocalarımızın da "tartışma olsun, ilginç bir şey söylensin, dikkat çekelim, benden bahsedilsin" gibi amaçlarla veya kaygılarla insanları rahatsız eden, dinin değerlerini aşındıran, aslı esası olmayan, dinî bakımdan hiçbir değeri olmayan, ilmî değeri bulunmayan şeyleri gündeme getirmelerini ve medyada konuşmalarını da doğru bulmuyorum. İşte magazinleştirmenin bir ayağı da budur. Gündemi sırf ilgi çekmek, dikkat çekmek kaygısıyla dinin doğru bilgisi içerisinde yer almayan ve daha çok heva ve heves, keyfi, sübjektif, akla geldiği gibi konuşulabilen şeyler meşgul ediyor.

Hocalarımız, elbette iyi niyetli olarak bilgi vermek istiyorlar ama bazen yapımcılar, onları yanlış bir vadiye sürüklüyorlar ve hocalarımız için "ilginç şeyler konuşmak" gibi bir ortam veya bu yönde bir talep oluşabiliyor. Mesela orucu neyin bozup, neyin bozmayacağı artık herkesçe bilinen bir konudur. Bunu merak eden insan, en basit bir ilmihali açıp bunu öğrenebilir. Bu konuları biraz da sulandırarak, magazinleştirerek orucu bozan ve bozmayan şeyleri hafif bir üslupta gündeme getirmek, daha çok magazin ve laubalilik özelliği ağır basan yaklaşımlardır.

Dinî bilgide, kaynak ve metodoloji önemlidir. Bilginin kaynağı önemlidir ve bilginin o kaynaktan bir metotla elde edilmesi önemlidir. Öyle başında sarık, sırtında cübbe olan veya isminin önünde sonunda unvan olan her kişinin her söylediğini, dinî doğru bilgi olarak sayamayız. Din üzerinde konuşmanın da kendine özgü bir ciddiyeti, bir metodolojisi vardır. Böyle olduğu için de bizim, rasgele konuşmaları kale almamamız ve ciddi, ağırbaşlı, metotlu, bilimsel yöntemlere bağlı bilgi üretmeyi öne çıkarmamız gerekmektedir.

Ekranlarda konuşmaya meraklı olan insanları, sırf bu meraklarını tatmin için konuşturmak çözüm değildir ve bu doğru da değildir. İkincisi, sadece reyting kaygısıyla hareket etmek de doğru değildir. İnsanların bir şeye ilgi göstermesi, o yapılanın doğru olduğunu göstermez.

 

Netice itibariyle televizyonlarda insanımızı inciten değil, aydınlatan, bilgilendiren programlar yapılmasını arzu ederiz. Ama tabii televizyondaki Ramazan programlarının kontrolü ve denetimi bizde değil. Toplumun, yayıncıların, televizyoncuların, medya organlarının takdiriyle oluşuyor bu programlar. Biz, daha çok TRT'yle ortak yayınlar yapıyoruz. Ayrıca isteyen yayın kuruluşlarına da hazırladığımız paket programları ücretsiz olarak veriyoruz.

Görsel ve yazılı medyamız için de inşallah Ramazan, halkımıza İslam dini konusunda doğru, sağlıklı, yerinde bilgileri verme açısından iyi bir fırsat olur.

-Ramazan ayında vatandaşlarımızın neler yapmasını tavsiye edersiniz?

-Bu Ramazan'ın, Hz. Peygamber (sav)'i daha yakından tanıma, Kur'ân'la buluşma ayı olmasını arzu ediyorum. Kur'ân'ı hepimizin okuması lazım. Ramazan'ın bir bereketi de Kur'ân ayı olması, Kadir Gecesi'nde Kur'ân'ın inmeye başlamış olmasıdır. İmkânı olan herkesin bu Ramazan'da Peygamber Efendimiz'in hayatını yeniden okumasını, Peygamberin örnek ahlakını yakinen tanımasını, hadis ezberlemesini, Kur'ân'la buluşmasını temenni ediyorum. Gönlüm ister ki her kardeşimiz Ramazan ayında bir Kur'ân tefsiri, Peygamber Efendimiz'in hayatıyla ilgili bir siyer kitabı, bir hadis kitabı okusun. Yani kendimize bir şeyler kazandırmalıyız. Ramazan'dan çıktığımızda, bilgi dağarcığımız ve gönül dünyamız, Ramazan ayına girdiğimiz gibi olmamalı. Bayramın neşesine kavuştuğumuzda dini duygularımız daha bir derinlik kazanmış olmalı. Kur'ân'la ve Hz. Peygamber sevgisiyle daha yakinen buluşmuş olmalıyız.

İstiyoruz ki iftar sofraları, bir gösteriş ve tüketim değil bir paylaşma sofrası olsun. Sadece zenginlerin kendi aralarında yiyip içtiği bir yer değil, fakirin, kimsesizin, garibin de eşit şartlarda ve eşit şekilde iştirak ettiği mekânlar olsun istiyoruz.

 

- Ramazan ayında canlanan mekânların başında camiler geliyor. Bu hareketlilik bizim toplumsal birlikteliğimiz için nasıl bir imkân sunar sizce?

- Camiler, Ramazan'ın feyz ve bereketinin büyük bir coşkuyla yaşandığı mekânlardır. Ramazan'da camilerimiz adeta dolup taşmaktadır. Kadınlar, gençler, çocuklar, büyükler, yaşlılar Ramazan'da camileri şenlendirmektedir. Bizim, camilerimizde Ramazan'a mahsus dinî programlarımız oluyor. Ayrıca camilerimizin, özellikle teravih namazlarında halkımızın her kesiminin; kadınların, çocukların, gençlerin katıldığı coşkulu birer ibadet mekânı olmasını istiyoruz; çocuklar koşuştursunlar, kadınlar iştirak etsinler...

Biz, camilerimize kadınların iştiraki için imkânlarımız ölçüsünde bazı fiziki iyileştirmeler yaptık, daha da yapacağız. Camilerde kadınlara ayrılan mekânların daha iyi olmasını istiyoruz. Ayrıca çocukların camilerde, cami avlularında koşuşturmalarını arzu ediyoruz. Camilerde çocukları kimse azarlamasın, incitmesin, üzmesin diyoruz. Yeter ki onlar camiye alışsınlar.

İftar sofraları, zengin ile fakirin bir arada bulunduğu, aynı ekmeği paylaştığı mekânlardır. İslam'ın bu paylaşma fikrini gerçekleştiren çok güzel bir imkândır iftar sofraları. İstiyoruz ki iftar sofraları, bir gösteriş ve tüketim değil bir paylaşma sofrası olsun. Sadece zenginlerin kendi aralarında yiyip içtiği bir yer değil, fakirin, kimsesizin, garibin de eşit şartlarda ve eşit şekilde iştirak ettiği mekânlar olsun istiyoruz.

Camilerimizde zaten bu paylaşma, kardeşlik ortamı çok belirgindir. Eski nesil-yeni nesil, dedeler-torunlar bir aradadır camilerde. Dedeler, torunlarını alarak camiye gelsinler. Beyler, hanımlarını alarak camiye gelsinler. İnanıyorum ki cemaatin bereketi, bu şekilde biraz daha iyi hissedilecektir. Peygamber Efendimiz zamanında camiler böyleydi. Kadınlar, gençler, çocuklar, büyükler, küçükler, kısacası herkes cemaate iştirak ederdi. Bayram namazında toplumun bütün kesimlerini büyük bir coşkuyla orada görürdü.

Camileri artık orta yaş ve üzerindeki erkeklerin ibadet mekânı olmaktan çıkarıp gençlerin, çocukların, kadınların birlikte huzur buldukları, ibadet ettikleri mekânlar haline getirmemiz gerekiyor.

 

Ramazan'da bu çizgiye yaklaşıyoruz ama Ramazan'dan sonra günlük koşuşturmaya başladığımız için tekrar dağılıyoruz ve herkes kendi kaderiyle baş başa kalıyor. Keşke Ramazan'da kazandığımız bu alışkanlığı Ramazan sonrasında da devam ettirebilsek.

Ben Türkiye'de bayanların, özellikle Ramazan ayında camiye olan ilgisini takdirle izliyorum ama bayanlar, Ramazan'dan sonra ne hikmetse Cuma namazına ve vakit namazlarına pek iştirak etmiyorlar. Bu alışkanlığı arttırmamız lazım.

- Toplumda sanki "bayanlar sadece teravihe giderler" şeklinde bir algı var.

- Evet. Cuma namazı da diğer vakit namazları da bayanlar için cemaate katılmaları yönüyle iyi bir fırsat. Ancak camilerimizde erkek cemaatin de onlara yer açması gerekiyor. Önce gönül dünyalarında, sonra camilerin fiziki mekânlarında yer açmaları gerekir. Yani camileri artık orta yaş ve üzerindeki erkeklerin ibadet mekânı olmaktan çıkarıp gençlerin, çocukların, kadınların birlikte huzur buldukları, ibadet ettikleri mekânlar haline getirmemiz gerekiyor. Tabii bunun birçok lâzimesi var. Camilerde bayanlar için abdest alma mekânları yapılması, cami girişlerinin ve ibadet yerlerinin iyileştirilmesi lazım. Bu anlamda tarihi camilerimize fazla müdahale edemiyoruz, ama yeni yapılan camilerin bu standartları taşımasına gayret gösteriyoruz.  

- Ramazan'la birlikte camilerdeki cemaat profili de değişmekte, özellikle kadın, genç ve çocukların mabetlerimize daha çok ilgi gösterdikleri görülmektedir. Ancak ne var ki bu "yeni cemaat profili"nin camilerin daimi cemaatleri tarafından, özellikle de yaşlı cemaat tarafından yadırgandığı söyleniyor. Özellikle çocukların ve kadınların cemaate dâhil olmaları noktasında ne söylemek istersiniz?

Camiler sosyalleşme, bütünleşme ve birbirini duyan ve anlayan bir toplum oluşturma yönüyle önemli bir potansiyel ama modern insanın yalnızlığına paralel olarak camilerimiz de yalnızlık yaşamaya başladı.

 

Bayanların cemaate iştirakine erkek cemaat tarafından bir tepki yok. Zaman zaman bir garipseme olabiliyor ama ciddi bir tepki olmadı şimdiye kadar. Ancak kadınların da bu yönde biraz daha istekli olması ve Ramazan'da kazandıkları bu alışkanlığı Ramazan sonrasında da devam ettirmesi gerekiyor.

- Camilerdeki bu canlanmanın Ramazan sonrasına da aksettirilip kalıcı kılınması mümkün müdür, bunu sağlamak için neler yapılabilir?

Maalesef ülkemizde, Cuma namazı ve Bayram namazında cemaat camilerimizi dolduruyor ama vakit namazlarında cemaat sayısı çok az. Bunun birçok sebebi var. Evvela sosyolojik olarak analiz edilmesi lazım bu durumun. Biz, "mahalle" kavramını yitirdik. Şehirleri, mahallesiz şehirler olarak imar ettik. Kibrit kutusu gibi evleri yan yana dizdik. Artık "mahallenin camisi", "mahallenin okulu", "mahallenin meydanı" gibi kavramlar dünyamızdan çıktı. Modern kentlerde insanları yalnızlığa terk ettik. Halbuki biz, "mahalle" kavramını fiziki mekân olarak da, kavram olarak da korumalıydık. Mesela Ankara, modern bir şehir... Bütün büyük resmi binaların altında mescitler var. Cuma namazları o mescitlerde kılınıyor. Ama gönül isterdi ki büyük binaların bodrum katlarında küçük mescitler değil, o binaların arasında büyük camilerimiz olsun. İnsanlar binalardan dışarı çıksınlar, oksijenle buluşsunlar, başka başka simalar görsünler, başka apartmanlarda sitelerde oturan, başka kurumlarda çalışan insanlarla aynı safta namaz kılsınlar.

Biz hayat tarzımızı nasıl oluşturursak meyvelerini de ona göre alırız. Modern kentler ve çalışma ortamı, hayatı parçalayıp insanları yalnızlığa itti, "mahalle" kavramını unutturdu. Böyle olunca da beş vakit namaz kılanlar bile namazlarını 5-10 dakikada "aradan çıkararak" kılmaya, hayatlarını bu şekilde dizayn etmeye başladılar.

İslam dini, her türlü aşırılığı reddeder. Bu konuda “Türbe ziyaretleri tamamıyla şirktir, Allah’a ortak koşmadır, itikada terstir, bu ziyaretleri yapanlar büyük bir günah işliyorlar” şeklinde bir yaklaşımı kabul edemeyiz, doğru değildir.

 

Sanki dünya meşgaleleri, hayat çizgilerinin yegâne ve asıl işleriymiş gibi namazı arada geçiştiriyoruz.  Hâlbuki namazın; hayatı kavramamıza, öteki hayatla, Yüce Yaratan'la bağlantı kurmamıza ve kendimizi arındırmamıza ve "ihsan" mertebesini yakalamamıza matuf bir yönü var. Namazın ve bütün ibadetlerin asıl faydası kendimize. Ancak görüyoruz ki camilerimiz sadece Cuma ve Bayram namazlarında kalabalıklaşıyor, diğer zamanlarda ise hayli garip kalıyor.  

Bizim geleneksel hayat tarzımızda cami ve okul, mekân olarak da hayat tarzı olarak da merkezdeydi. İnsanlar camilerde buluşur, bir araya gelir, konuşur, halleşirlerdi. Cemaatte bir eksik oldu mu o kişiyi arar sorar, derdi varsa ortak olurlardı. Modern insan, teknolojiyi kullanabildiği için, bu çağda yaşadığı için belki mutludur, ama modern insanın sosyal hayatı ve gönül dünyası fakirleşti. Modern insan fazla dünyevileşti. Bu dünyevilik içerisinde ibadetlere zaman ayırmamız da zorlaştı. Zaman ayırsak bile ibadetlerimizi eda ediş tarzımızda hatta dini algılama ve yaşama tarzımızda gariplikler olmaya başladı. Bir bakıyorsunuz dindarlığın asıl ahlaki ve deruni zenginliği şekiller ve renkler arasında kayboldu. Ama ne olursa olsun hayatın bu değişkenliği ve yönlendirmelerine rağmen dinimizi, dini değerlerimizi en iyi şekilde yaşatmamız lazım.

- Yani camiler modern insanın yalnızlığının giderilmesi açısından büyük bir potansiyel midir aynı zamanda?

- Camiler sosyalleşme, bütünleşme ve birbirini duyan ve anlayan bir toplum oluşturma yönüyle önemli bir potansiyel ama modern insanın yalnızlığına paralel olarak camilerimiz de yalnızlık yaşamaya başladı.

Bizim milletimiz orta yolu bulmuştur. Ne kabirde yatanları Allah’a ortak koşmuştur ne de onları yok ederek, yok sayarak hayatını sürdürmüştür. Ben, halkın bu umumi geleneğini, örfünü ve âdetini de önemsiyorum. Ama tekrar söylüyorum, bunda aşırıya gidip türbede yatan şahıslardan yardım isteme, Allah huzurunda aracı olmasını isteme gibi bir durumdan kaçınılmalıdır.

 

- Ramazan ayıyla birlikte artan hadiselerden biri de türbe ziyaretleri. Kimi uzmanlarca bu durum sert bir şekilde eleştirilir ve "dindışı" olarak değerlendirirken bazı analizlerde de bunun bir "halk yorumu" olduğu veya bazı tarihsel-sosyolojik etkenler dolayısıyla ortaya çıktığı belirtilmekte. Bu konuda nasıl bir makul yorum geliştirilebilir?

- İslam dini, her türlü aşırılığı reddeder. Bu konuda "Türbe ziyaretleri tamamıyla şirktir, Allah'a ortak koşmadır, itikada terstir, bu ziyaretleri yapanlar büyük bir günah işliyorlar" şeklinde bir yaklaşımı kabul edemeyiz, doğru değildir. Çünkü, türbe ziyareti yapan insanları dikkatle izlediğimizde hiçbirinin zihninde Allah'a şirk koşma, orada yatan kişiyi Allah katında ortak yapma gibi bir amacın olmadığını görürüz. Böyle olduğu için de bu aşırı tepkisel yorumu tasvip etmemiz mümkün değil.

Bunun yanında dini, geleneklere feda etmek de doğru değildir. Dinin bir ana bilgisi, ana sahih çizgisi vardır. Gelenekler, dinin yerine geçmemeli ve dinin asli ibadetlerini, temel ilkelerini sarsmamalıdır. Kabri Türkiye'de olan birçok sahabe, birçok Allah dostu var. Böyle olunca da bunlarla bir gönül bağı kurmak, hatıralarımızı onlarla tazelemek, onların hayat tarzlarını, mücadelelerini, sözlerini öğrenmeye çalışmak ve bu yolda yürümek yanlış bir şey değil. Yani Eyüp Sultan'a giden hiç kimse Ebu Eyyub el-Ensari'yi Allah'la kendisi arasında bir aracı olarak görmüyordur. Şayet böyle görüyorsa yanlıştır. Türbe ziyareti yapan kişi, türbede yatan şahıstan onun aracı ve şefaatçi olmasını, dualarını kabul etmesini istiyorsa dinen hata ediyordur. Bu, dinen doğru değildir. Ama bu yanlışları yapanlar var diyerek de bütün eslafın, bütün ölmüşlerin kabirlerini düzleyemeyiz, yok sayamayız.  

Namazda yaptığımız dualarda da Allah’tan hep “bize” diye isteriz. “Bize ver”, “bize rahmetinle mağfiret et” gibi… “Ben” yoktur, “biz” vardır. Bunun için Ramazan’da paylaşmayı öne çıkarmamız lazım. Sadece ekmeğimizi, aşımızı, çorbamızı değil, yüreğimizdeki sevgiyi, selamı ve umudu paylaşmalıyız.

 

Bizim milletimiz orta yolu bulmuştur. Ne kabirde yatanları Allah'a ortak koşmuştur ne de onları yok ederek, yok sayarak hayatını sürdürmüştür. Ben, halkın bu umumi geleneğini, örfünü ve âdetini de önemsiyorum. Halkın, bu yöneliş, arayış ve değer verişlerinin bir anlamı vardır. İnsanların teveccühü, itibarı önemlidir. Ama tekrar söylüyorum, bunda aşırıya gidip türbede yatan şahıslardan yardım isteme, Allah huzurunda aracı olmasını isteme gibi bir durumdan kaçınılmalıdır. Bu, itikaden ve dinen doğru değildir.

Biz, Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)'i Allah'ın kulu ve rasulü olarak bilmişizdir. Bütün kasidelerimizde, naatlarımızda Efendimiz'i bu şekilde, Allah'ın kulu, Allah'ın habibi, Allah'ın rasulü olarak görürüz, biliriz, O'na salât ve selam göndeririz. Bu konuda ölçüyü iyi tutturmuşuzdur. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, sahabiler, enbiya ve evliyanın hepsine karşı saygı ve sevgi içindeyiz. Hiçbirine şirk sayılabilecek, tevhit akidesine zıt düşecek bir yönelişimiz ve algılamamız yoktur. Allah, tektir ve O'nun dışında her şey fanidir bizim inancımıza göre. Ama Allah'ın salih kullarına karşı gönül dünyamızda bir yakınlık olmalıdır ve bu da çok görülmemelidir.

Gönlüm ister ki her kardeşimiz Ramazan ayında bir Kur’ân tefsiri, Peygamber Efendimiz’in hayatıyla ilgili bir siyer kitabı, bir hadis kitabı okusun. Ramazan’dan çıktığımızda, bilgi dağarcığımız ve gönül dünyamız, Ramazan ayına girdiğimiz gibi olmamalı.

 

- Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bu Ramazan'a özel bir çalışmanız var mı?

- Her Ramazan'da özel çalışma programları yapıyoruz. Müftülüklerimiz, imkânları ölçüsünde Ramazan'a mahsus programlar yapıyorlar. İnşallah bu Ramazan'da da insanımıza dopdolu bir şekilde hizmet etmek arzusundayız. Bu hizmetler camilerde de, cami dışındaki mekânlarda da olacaktır. Özellikle son yıllarda cami dışı din hizmetlerini artırdık. Artık din hizmeti deyince caminin dört duvarı arasındaki hizmeti değil, cami dışına da taşan, her insana ulaşan, her insanı kucaklayan bir hizmeti kastediyoruz. Fakirin, kimsesizin, engellinin, işçinin yanında olan, insanları olduğu gibi kabul eden, sadece ibadetleri değil dinin ahlakını, yardımlaşma ve paylaşma yönünü de topluma anlatan, hasta ziyaretlerini önceleyen, çevre kirliliğini önleyen bir anlayışı topluma yaymak istiyoruz. Bunların hepsi, din hizmetinin ayrı ayrı parçalarıdır. İnsanımızı mutlu eden her faaliyette öncü olmak istiyoruz.

Bu Ramazan'da özellikle işleyeceğimiz konu "paylaşma" olacaktır. Elimizdeki malı, gönlümüzdeki sevgiyi, zihnimizdeki bilgiyi, hiçbir şey yapamıyorsak duamızı paylaşmalıyız. Kur'ân-ı Kerîm, bize güzel dualar öğretir. Mesela "Ya Rabbi, hem bizi hem de bizden önce imanla bu dünyadan ayrılmış kardeşlerimizi bağışla ve bizim içimizde mü'minlere karşı en küçük bir burukluk ve kin, bırakma" şeklinde dua etmeyi öğretir. Demek ki duada bile paylaşma var. Namazda yaptığımız dualarda da Allah'tan hep "bize" diye isteriz. "Bize ver", "bize rahmetinle mağfiret et" gibi... "Ben" yoktur, "biz" vardır. Bunun için Ramazan'da paylaşmayı öne çıkarmamız lazım. Sadece ekmeğimizi, aşımızı, çorbamızı değil, yüreğimizdeki sevgiyi, selamı ve umudu paylaşmalıyız. Bunlara önem verirsek, bunları yapabilirsek güzel ülkemizde birlik, beraberlik içinde yaşarız.