Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

"Sesini Peygamber'in Sesinin Üzerine Çıkarma!"

26 Mart 2015 Perşembe Sonpeygamber.info / Yazarlar


Söz ağaçsa, kökü sessizlik olmalı. Vicdanın toprağında kök salmalı söz. Yoksa ağacın gövdesi muhkem olmaz. Dalları sağlam uzanamaz göklere. Yaprakları soluk, çiçekleri çelimsiz, meyveleri acı olur. Belki hiç meyvesi olmaz. Olursa da dibine düşer, ötelere ulaşmaz.

Sessizlik… Söz ağaçsa, kökü sessizlik olmalı. Vicdanın toprağında kök salmalı söz. Yoksa ağacın gövdesi muhkem olmaz. Dalları sağlam uzanamaz göklere. Yaprakları soluk, çiçekleri çelimsiz, meyveleri acı olur. Belki hiç meyvesi olmaz. Olursa da dibine düşer, ötelere ulaşmaz. 

Sessizlik. Okyanusun kalbi olmalı. Koynunda inci sözler büyütmeli. Issız derinliklerde mercanları kanatmalı. Yoksa ses denizinin kıyıya vuruşu sahici olmaz. Yoksa söz okyanusu taze söz yağmurlarına anne olamaz. Çöllere hayat vaat etmez olur. Kendi köpüğünde boğulur.

"Vıdı vıdı vıdı…" O kadar çok ses var ki… Gürültüye döndü konuşmalar. Dinlemenin erdemini unuttuk. Sözüm kesildi diye öfkelenenleri seyrederken “sessizliğimi bozdunuz” diye sitem edenleri menkıbelerde bıraktık. O kadar düştük ki konuşmanın ağ(z)ına. Sesler yükseldi. Sözler irtifa kaybetti. Dil kalbin önüne geçti.

Kalbe sessiz bir yerinden tutunmadan yükselen söz bulandı. İdrakin derinlerine uğramadan gırtlağa vuran söz ses toylaştı. Gizli sancılardan, isimsiz pişmanlıklardan filizlenmeyen vaazlar tıkızlaştı, sığlaştı. Parlak metal tadı verir oldu.

Kolay söylememeli sözü insan. Titremeli sesi belki. Nefesine ateş bulaşmalı. Kolayca söy-le-ye-me-me-li!  Sözü, kolay da duymamalı insan. Yaralanmalı. Sendelemeli. Vurulmalı. Kalbini kanatmalı. Vicdanından toz kaldırmalı kelimeler. Dili tutulmalı. Yutkunmalı sessizce. Gırtlağından bir şey geçmemeli iki yönde de. Ne bir lokma yutabilmeli ne iki hecelik “lok-ma”yı diyebilmeli.

Yüksek ses ve gürültü merhamet edilme ümidimizi alıyor elimizden. Anlaşılmaktan uzaklaşıyoruz sesimiz yükselttikçe. Anlayışla karşılanmayacağız gürültü çıkardıkça. Sessizlik ve merhamet doğru orantılı. Sessiz kalana merhamet ediliyor. Sessizliği merhamete bağlayan ben değilim. Âlemlerin Rabbi, "Susun" diyor. "…ki merhamet edilsin size…" (Araf, 204)

Terbiye eden, terbiye ettiğini değerli görür; yeni değer katmak ister ona bir de. Tıpkı ustanın elması işlemesi gibi. Değerli olmasaydı emek verir miydi o hırçın taşa? Haylaza, inatçıya, söz dinlemeze, hizaya gelmeze biçim vermek için ter döker miydi? Belli ki merhamet de ediyor inatçı taşa usta.

Öyle de; Rabbi de insanı, sükûtun kıyılarına çağırıyor. Sessizliğin eteğinde bekliyor. Sözlerini çekmesini istiyor meydanlardan. İndirmesini umuyor sesini. Çünkü merhamet etmek istiyor sanatına. Kıymetlendirmeyi murat ediyor yeni baştan.

Hucûrat Suresi'nde billurlaşan iradeyi hatırlayalım şimdi: "Ey iman edenler…" Susalım; şablonları kıralım aklımızda. Kendimizi baştan mümin saymalardan vazgeçelim bir an. Bu sesleniş soğuk su gibi değsin kulak zarlarımıza. Ürperelim. Taze bir hitap bu. İman etmeye yeni çağrılıyoruz belki. Acemiyiz iman etmekte, belli değil mi? Ne yapalım iman etmek için, nasıl ispatlayalım Allah'tan emin olduğumuzu Allah'a? "… Allah'ın ve [dolayısıyla] Elçisi'nin önüne geçmeyin, Allah'ı ciddiye alın, çünkü Allah işitir ve bilir."

Ayetin iç sesleri derinden çağıldıyor: “Allah'ın işitmesine göre ayarlayın sesinizi. Allah işitmiyormuş gibi seslenmeyin. Allah bilmiyormuş gibi haber vermeyin. Sesinizi ve sözünüzü Allah'ın işitir ve bilir olduğu gerçeğine göre kesip biçin. Allah'ın işitmesine ve bilmesine aldırışsızlık etmeyin.”

Allah'ın işitir ve bilir olduğundan emin olmakla, isyanların bir numaralı aracı ses ve söze haddi bildiriliyor. Kafamıza göre değil, Kitab'a göre konuşmanın derin sorumluluğu siniyor sesimize, nefesimize. Harama kolayca uğrayan, günaha teklifsiz dalan dudak ve dil, Usta’nın kudret elinde çiziliyor. Zor ama yine de işliyor kulunun elmas sesini Allah. Değerli olduğunu ustaca onaylayarak. Haylaz nefeslere, serseri seslere terbiye kaleminin ucunu değdiriyor.

Hucurât ikinci ayetle biraz daha derine dalıyor kalemin ucu: “Ey iman edenler, sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine çıkarmayın…”

Rakibimizi pes ettirmek için gürültülerimizin mızrak ucuna “hadis” asmalara dikkat çekiyorum. Ateşli tartışmaların namlusuna aceleyle “hadis” sürenler, Allah'ın konuşmasına yer açmak için susan Peygamber'le tanışmak isterler mi? En uzun ve en sahih hadisi aramaya çıkarlar mı Kütüb-ü Sitte'de? Doğru hadisi, doğru adamdan duymak için, Buharî gibi, sessizliğin çölüne düşmeyi, sükûtun yollarını adımlamayı denerler mi meselâ?

Susalım bir kez daha. Göklü Söz'ü şimdi ve burada var olan, üzerimizi şeffafça örten gökyüzü gibi görelim. Unutalım bir vakitler Medine'de olanları. Bedevi kabilesinin Peygamber'i yüksek sesle yanlarına çağırdığı bilgisini kenara alalım. Sonra o bedevileri uyarmak için bu ayetlerin inmeye başladığı kaydını da itina ile rafa kaldıralım. "Esbâb-ı Nüzul/ İniş Sebepleri" emanettir aklımıza. Söz'ün hesabını geçmişte bir güne, uzakta bir yöreye bağlamayalım.

Söz geçmişin malı değildir. Söz şimdidir. Gökyüzü şimdidir. Gece şimdidir. Güneş şimdidir. Ve göklere yemin eden Allah'ın kelamı eskimez. Gök gibi nereye varsak oradadır. Hangi güne erişsek yine hazırdır. Güneşi şahit gösteren Allah'ın sözü şimdi doğar. Geceyi tanıklığa çağıran Allah'ın sözü şimdi iner. Yıldızların şahitliğinde konuşan Allah'ın sözü, her daim sıcacık ve aydınlıktır. Yeryüzüne bin dört yüz yıl önceleri, Medine'de ilk kez inen bu susma çağrısının göğünde, şimdi kanat çırpalım. Allah'ın sözünün önüne geçmemekte öncü olan Peygamber’in arkasında durmaya çalışalım. Hucûrat bir ve ikinin avuçlarına koyalım kalbimizi, soralım: “Peygamber niye susar? Peygamber nerede susar? Peygamber ne vakit susar? Peygamber ne kadar susar?”

Soru sormak için susmak gerek değil mi? Ve cevabını almak için daha bir susmak… Şimdi, Peygamber'i kafasına göre konuşturanlar, Peygamber'i susturan ayetleri nasıl duysunlar? Peygamber'in çaresizliğine gelecek cevabı duymak üzere katlandığı sessizliğe inecek kaç kulak var?

Nedir bu hadisler üzerinden gürültü koparmalar? Hayır, 'uydurma hadis' bahsini açmıyorum. Sahih hadisleri kendi hesaplarımıza kalkan yapmaktan söz ediyorum. Rakibimizi pes ettirmek için gürültülerimizin mızrak ucuna “hadis” asmalara dikkat çekiyorum. Ateşli tartışmaların namlusuna aceleyle “hadis” sürenler, Allah'ın konuşmasına yer açmak için susan Peygamber'le tanışmak isterler mi? En uzun ve en sahih hadisi aramaya çıkarlar mı Kütüb-ü Sitte'de? Doğru hadisi, doğru adamdan duymak için, Buharî gibi, sessizliğin çölüne düşmeyi, sükûtun yollarını adımlamayı denerler mi meselâ?

Elçi'nin susarak beklediği, gelince sustuğu her cümle kayıtlı. Hem de sahih mi sahih! Kur'ân elimizin altında. Ayıralım ayetlerin arasını şimdi. Anlamlı boşluklar koyalım araya. Derin susuşlar. Ürpertili sessizlikler. Her ayetin öncesinde sessiz bir bekleyiş var. Ve her ayetin sonrasında yutkuna yutkuna hazmedilmiş susuşlar…

En azından şu ayetten sonraki sessizliği arayalım: “Siz ey iman edenler, sesinizi Nebi'nin sesinin üzerine çıkarmayın…” Ey iman edenler, Nebi susarken siz konuşmayın. Nebi'nin “sus!” dediği yerde konuşmaya kalkmayın. Bari kendi aranızdaki bağırış çağırışlara Nebi'nin sözünü karıştırmayın. Ta ki Rahman'ın sözüne yer açılsın. Umulur ki merhamet görürsünüz.

O merhamet ki bizi sessizliğimizde buldu.