Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Vur Kazmayı Ferhad; Çoğu Gitti Azı Kaldı

10 Ocak 2011 Pazartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar

Ebu Hureyre'den (r.a.):

Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: "Yakın bir istikbalde birtakım fitneler olacaktır. Fitne zamanında (ona karışmayıp) oturan kişi, (karışmak üzere) ayakta durandan hayırlıdır. O hengamede ayakta duran da (fitneyi hazırlamaya) gidenden hayırlıdır. Bu yolda yürüyen de bilfiil fesada çalışandan hayırlıdır." *

Sezam (Yaraşığım)!

Halis altını sahtesinden ayırdetmek için potaya koyarlar hani bilirsin, fitnedir adı bu işlemin. İyiliği, kötülüğü belli olsun diye de kader insanı hep eritir potasında bir fitne ile ve zamanın çarmıhına germek ister ruhlarımızı aklanalım diye. Eşlerimizle, mallarımızla, evlatlarımız ve komşularımızla mevsimlerin kinini çarpar yüzlerimize. Zulümkâr harfler yağdırır üzerimize, katipler hep acı kelimeleri yazar lugatlarımıza bir sınanma için. İyilikten kötülüğe dönecek miyiz, bülbül–i şeydayı kör kuyularda boğacak mıyız diye.

Sezam!

Farkında mısın bilmem, yasaklı kumaşların soluk desenlerinde de, şenlik alaylarının kanlı mendillerinde de hep bir kargaşadır yüreğini kapatıp ruhunu çizik çizik eden. Bilgi ile acı birlikte öğrenilir bir bozgunun alaca karanlığında; ve bilgi acıtır, esmerletir gönüllerimizi, bilirsin. Bilirsin, son Kaf dağının son hüması son hummayı da dökünce tarife sığmaz damarlara, sellerce sürüklenir Bir’likten ötelere varlık; fitnedir adı.

Sezam!

Sevgili’nin çağında bir sürgün idi fitne. “Haklıyı Haksızdan Ayıran”a kadar şehrin duvarlarına hasretle baktı hep. “İki Nurlu”nun şehid edilişiyle çatladı kale kapısı ve ordular istila etti şehirlerimizi, dalga dalga, akın akın. Beden ikliminde hücum üstüne hücum, künde üstüne kündeler gördük. Düşler ve düşüşler tuttu sokak başlarını vakur illerin. Uykusuz türkülerin nakaratlarında ağıtlar oldu hasadımız. Kentler ecelsiz serüvenler yaşadı tarihin gözeneklerinde paramparça.

Sezam!

Ay ışığının ayarttığı saatlerde “Sevgili”ye ilticalara durduk kaç kez de, hani kurşun adımlarla çiğnendik. Balta girmemiş hayatın orta yerinde gecikmiş düşlerimizi tazarruda bulunduk da, gözlerimizde çığlıklar çoğaldı hani. Saadet oyununa geç kalan göçmen kuşların sesine yasladık gece şarkılarını da hani, gönlümüz kör düğümlerde tutsak oldu. Sevgilinin bir nihanice nigahında can verirken milyonlarca âââhımız, hani he’nin iki gözü iki çeşmeydi, ve vedasız yolcularımızı bir daha getirmedi nedense kalyonlar geri.

Sezam!

Fitneler kıtalar geziyor şimdi, fitneler gönüllerde kaşaneler kurdu... İçilmiş sulardan geriye kırık bardaklar bile kalmadı yazık ki. Eskimiş süngüleriyle bozguna uğramış Nizam–ı Cedid taburları gibi hayat, ölen çocuklardan soyulmuş yırtık giysileri topluyor. Kalbimizin çarşıları yıkımlar gördü, zelzeleler yığıldı üstümüze tabaka tabaka. Dallardan çiğ damlaları süveydalarımızın yamalarına düşüyor artık; ve günlerin ana rahminde yaşlı neyzenler tenhalığın ezgilerini besteliyor acıyla. Düdük kötü hakemler elinde, mağlubiyet alın yazısınca çoğalmada.

Sezam!

Ömür, fitne elinde efkar gergefi; ölümse derin sırların yokladığı kale burcu. Ve kalenin kapısı kırıldı ya bir kez, iyi yürekli nesiller, saçaklara çekilip ürperen serçelere döndü. Denizleri atlaslardan tanıyan serdümenler kaptan oldu kadırgalarımıza; açık rüzgarlarda hece hece bozgun yaşıyor armadaları kelamın. Hatıra yüklü sandukaların muhacir düşleri uçup gitmedeler yuvalarına yüreklerini bırakarak. Şemsiyesiz ayların biteviye ıslaklığında yalınayak. Mecnun’lar, Kerem’ler; ve yılların izinde yolların uzun nakaratları yıldırımlarla, şimşeklerle ürpermede. Uzak özlemlerimiz kurşunî tipiler, dumanî boranlar arasında çırpınıyor yazık ki.

Sezam!

Biliyorsun, söylemesek bağrımız, söylesek dudaklarımız kanar! İlla ki söyleyelim; söyleyelim ki sezam, artık şeytan içimizde, ve özülke fitneye tutsak. Sınama mallarımızda sezam, sınama sözlerimiz ve evlatlarımızda; sınama kendi(liği)mizde!

Karar zamanı Sezam, kararlılık zamanı. Kendi küllerinde çırpınmadan bir anka, ve yakmadan kanatlarını kendi ateşinde, doğuşlar hep bir hayal; var oluş hep bir yokluk.

Vur kazmayı Ferhâd, çoğu gitti azı kaldı.

 

*Sahih-i Buhari, XII / 299