Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Araf: Herkesin Bir Sina'sı Olsa (V. Bölüm)



 Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.

Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.


Herkesin gözü gönlü doygun olsaydı, herkesin karnı da doyar, aç insan kalmazdı. İnsan ekmeği dilenmezdi. İnsan ekmeği atmazdı. İnsan sevgiyi dilenmezdi. İnsan aşkı, böylesine sığ yaşamak suretiyle, bir kenara atmazdı.

“Ve sonra Musa için Sina Dağı'nda otuz gecelik bir süre belirledik. Ve buna bir on gece daha ekledik ki böylece Rabbinin belirlediği süre kırk geceye tamamlandı. Ve Musa kardeşi Harun'a şöyle dedi: “Halkımın arasında benim yerimi al; dürüst ve erdemli davran; bozguncuların yolunu tutma.” (142)

Vahye hazırlandı/ hazırlanmalı insan. Bir ay hazırlık ve sonra gelen olgun hayat tarzı, insanlık tarihinde aşama aşama gerçekleşti elbette. Her insanın kişisel tarihinde de sıralı veya sırasız aşamalarla gerçekleşmeye devam ediyor.

İnsan, bir parça karnı tok ve sırtı pekken hemen gönlünün açlığını düşünür ve onuru mu akla düşer? Yoksa hiçbir an en ufak bir açlığa dayanamazlığı mıdır gönlün hakikati bilinmez. Bir parça karnını doyururken bile o doyurmanın niteliğini belirleyen gönül emirleri ve nehiyleri olmalıdır illa ki. İlla ki içinden gelen bir neşesi olmalıdır. Çok kederliyken unutur açlığı susuzluğu insan. Ölümüne unutur da ölüm ona isyan ettiğinden bir lokmaya, bir yuduma kem bakarak uzanır. Açlık sadece karın açlığı olmadı hiçbir zaman. Herkesin gözü gönlü doygun olsaydı, herkesin karnı da doyar, aç insan kalmazdı. İnsan ekmeği dilenmezdi. İnsan ekmeği atmazdı. İnsan sevgiyi dilenmezdi. İnsan aşkı, böylesine sığ yaşamak suretiyle, bir kenara atmazdı.

Yok yok. Güçlü ve mutlu bir anlamı aramalı insan. Anlamsız yaşanmıyor. Böyle amaçsız, böyle serseri yaşanmıyor. Bu başa bir düş koymalı! Bu kalbte bir aşkı ağırlamalı.

Vahye hazırlanmalı insan.

Anlamlılığa...Hikmete heyecanlanmalı, neden ve sonuç bilincine. Beklemeli onu, istemeli, merak edip aramalıi sormalı. Düşünmeli ince ince. Sancılanmalı. Fikretmeli. Bulduğunda heyecandan bağırmalı bir kalp makamıyla dosta, düşmana...Anlamın inceliğinden ses vermeli. Sus vermeli insan.

Herkesin bir Sina’sı olmalı. Yükseldiği bir düş mekanı. Bir kitap sayfası. Sayfaları… Resimleri… Olayları… İnsanları, dostları… Kütüphanesi… Kendini bildiği bir mektebi olmalı.

Bir deniz sakinliği. Bir teras kat belki bir bodrum kat. Fakat illaki düşce yükselişi. İlla ki yürüyüşü içine içine. Ve en dışına. En yukarısına! En, en…

Bir toprak üstü veya karıncaların ayak sesinin duyulabildiği... Muhakkak düşünerek çıkması fakat. Muhakkak düşünsel basamakları sakinlikle veya koşar adım bir inip bir çıkması lazım. Herkesin bir Sina’sı olmalı.

Herkesin bir Sina’sı, bir Hirası, Bir Zeytin dağı olmalı şu dünyada...

Çok yüksek veya biraz kolay çıkılan. Sorgulamalarla, merak ile, hikmetini sual ile; cevapları yaşayarak, daha iyiyi, en iyiyi arayarak geçirilen bir zamanı, yani ömrü olmalı. En sonunda düşünmeyeceği tek zamanı, beyninin o istirahati, o geçici noktası; ölüm olan bir ömrü olmalı insanın.

O bir ay, Ramazan ayı Müslümanların Sina’larına çıkışları için düzenlenmiş olmalı. “Son on günler” bütün hayat sürmeli. Sonu gelmemeli on günlerin. Olgunluk günlerinin...

“Ve Musa belirlediğimiz vakitte, belirlediğimiz yere Sina Dağı'na varınca, Rabbi onunla konuştu. Musa da: "Ey Rabbim" dedi, "göster bana Kendini ki Seni göreyim!" Allah: “Beni asla göremezsin. Ama yine de istersen şu dağa bir bak; eğer o öylece yerinde kalırsa, o zaman, ancak o zaman, Beni görebilirsin!” Ve Rabbi şavkını dağa gösterir göstermez, onu toza toprağa çevirdi ve Musa da bayılıp düştü; uyanıp kendine geldiği zaman: “Ne sınırsız bir yücelik seninki! Pişmanlık içinde sana sığınıyorum ve bundan böyle daima inananların ilki olacağım!” (143)

Vahyi, sözleri vesilesiyle O’nu görmek istiyorsun. Yaşayışı, eserleri itibariyle kainatta bizzat O’nu temaşa etmek istiyorsun. “Göster bana Kendini!” diyorsun içten içe. İhsan’a, O’nun seni görüyor olmasına rağmen senin O’nu görmemen zoruna gidiyor. Her yerde ve her şeyde olanı, fazla fazla görüneni, tecellisinden geçilmeyeni görmemen senin eksikliğinken üstelik. Üstelik günahına koşarken görmezlikten gelerek çitlerini, şefkatli engellerini, dur yapma diye önüne geçmelerini, sana işaretler edeni, rüyana gireni, uyanıkken el edeni... Görmezlikten geliyorsun.

O’na gözlerin dayanamaz. Göz sağlığın, yere yıkılıp kalmaman, gördüğünü taşıyamacağın için bayılıp ölmemen için görünüşünü tecelli tadında kılandır O!

Ne yaparsan yap O’nu göremeyeceksin. Bir şeyler yaparsan O’nu her yerde, her zaman, yanında, yakınında “göreceksin”!

Ayetlerine iyi bak. Sözlerinden gör Rabbini. Anlayışından gör. Hayata anlam verişinden, ölüme ne dediğinden gör. Bir varlığı görmek görmek değildir ki zaten. Bir varlıkla görüşmek görmektir. Onu anlamak görmektir. Görmezlikten gelmemek görmektir. Gör o halde O’nu!

“Allah: "Ey Musa" dedi, "sana ayetler vahyederek ve seninle konuşarak sana insanların arasında üstün bir yer ayırdım; sana bahşettiklerime sıkı sıkı sarıl öyleyse ve şükreden kimselerden ol!” Ve levhalara onun için her konuda öğüt ve her şey hakkında yeterli açıklamalar yazdık. Ve ona: "Onlara kuvvetle sarıl ve halkına emret ellerinden gelen en güzel bir biçimde onlar da sıkıca sarılsınlar!" dedik. Size günaha batmış kimselerin gittiği yolu da göstereceğim.” (144-145)

Ayetlerine iyi bak. Sözlerinden gör Rabbini. Anlayışından gör. Hayata anlam verişinden, ölüme ne dediğinden gör. Bir varlığı görmek görmek değildir ki zaten. Bir varlıkla görüşmek görmektir. Onu anlamak görmektir. Görmezlikten gelmemek görmektir. Gör o halde O’nu!

Ki O da seni görsün. Basir olanın gözüne girmesi zor mu ki bir insan için.

Levhalarına iyi bak! Görmemek için duvara asma! Götür hayatına. Sokakta yaşa onları. İşyerine taşı. Yorulurken, dinlenirken, keyiflenirken, ağlarken, heyecandan bağırırken, neşeli neşeli söyleşirken yaşa. Alkışın Yüce’den olsun. Çok yaşa!

“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım: çünkü onlar hakikatin her türlü belirtisini görseler de ona inanmazlar ve yine onlar doğruluğa götüren yolu pekâlâ görüyor olsalar bile, onu izlenecek yol olarak seçmezler; tersine, eğri yolu görseler onu hemen kendilerine yol edinirler. Ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlara karşı ilgisiz kalmalarındandır bu.” (146)