Kavl-i Leyyin: Önce Söz İnce Söz

04 Mart 2015

Firavun gibi azgın biriyle konuşulmalı mı? Kur'ân cevaplar: Evet, konuşulmalı. Peki, nasıl konuşulur? Kur'ân cevaplar Kavl-i leyyîn ile. ‘Yumuşak dil’ mi demek kavl-i leyyîn? ‘Tatlı dil’ mi? Yoksa ‘alttan almak’ mı güçlü karşısında?

Taha Suresi'nde Musa ve Harun (as)'a der ki Rabbimiz, daha doğrusu, Musa ve Harun'a şöyle dediğini der ki Rabbimiz, iki elçisine duyurduğunu duyurmak ister ki bize: “Varın (Firavun’a) 'kavl-i leyyin'le konuşun ola ki dinler ve huşû duyar. Çünkü o pek azdı!” Bu ifadelerin özellikle ve öncelikle bize duyurulmak istenmesi, aynı durum karşısında şimdi ve burada ne yapacağımız üzerinde düşünmemiz için olsa gerek.

Kur'ân'da kaydedilen her diyalog bir tercihtir. Diyalogları aktarılanlar ise kasten seçilmiştir. Böyle görürsek Kur'ân'la sıcak temasa geçeriz. 'Anlatıcı' olan Mütekellim-i Ezeli'nin bize anlatmayı öncelediklerini okuruz Kur'ân'da. “Bu sözü duymalısınız!” demeye getirir  'Anlatıcı'. “Şu kişinin şu halde yaptıkları ve söyledikleri size lâzım olacak. Başkalarını değil onu gündeminizde tutmanızı, onun başka sözlerini değil bu sözünü bilmenizi istiyorum!”  

Musa ve Harun (as)'un, Firavun'a dair endişeleri vardır bu tavsiyenin arkasında: “Rabbimiz, korkarız ki bize şiddetle saldırır yahut tuğyanını artırır.” Demek ki, saldırabilecek ya da iyice azıtacak birine karşı da sözümüz olmalı. Vazgeçmemeli. Demek ki, azgın da olsa, Rabbi kulunu gözden çıkarmaz diye bilmeli. Kulu Firavun bile olsa, Rabbinin kulunu düştüğü yerden kaldırmak için sözüyle eğildiğini görmeli. Hep ümit etmeli. “Rabbi kulundan hiç ümit kesmez” diyebilmeli.   

Mûsa ve Hârun'un endişelerini ifade etmeleri üzerine, “Korkmayın” der Rabbimiz, “Çünkü Ben sizinle beraberim; işitirim ve görürüm.” Taşkınlık yapacak, isyan edecek, saldıracak bir insana konuşurken, Rabbimizin yanımızda olduğunu, işitir ve bilir olduğunu hatırlamalı demek ki.

“Siz azgın bir kula sözünüzü işittirmek istiyorsanız, Beni yanınızda bilerek konuşun. Yakınınızdayım Ben. Sizi sözü söyleyen olarak yanıma alan, yakınımda tutan Benim, başkası değil. Muhatabınız kim olursa olsun, sözünüzü Benim işitmeme göre seçin. Sözünüzü işittirecek olan Benim, başkası değil. Azgın da olsa bir yaratılmışla konuşurken, onun da Rabbi olduğumu unutmayın. Ona işittirmek benim işim. Kimin karşısında olursanız olun, karşınızda önce Rabbinizi görün. Kudretli de olsa, güçlü de görünse, onun da Rabbi olduğumu unutmayın.” 

Bir başka ifadeyle:

Siz ikiniz Rabbinizin işitmesine değer söz söylerseniz, sözünüz 'leyyîn' olur. Azgın bir kulu etkileyebilir. Sözünüz, konuştuğunuz kişinin Rabbinin işitmesine değiyorsa, Rabbi ona da işittirir. Haliniz onun Rabbini hoşnut ediyorsa, hitabınızın onda haşyet uyandırmasına izin verir. Kime ne söylerseniz söyleyin, konuştuğunuz Rabbinizdir. Kimin karşısında durursanız durun, muhatabınız Rabbinizdir.  

“Hem sonra gerçeğe elçilik ediyorsunuz diye, kendinizde ayrıcalık varsaymayın. Gerçeğin size değil, sizin gerçeğe ihtiyacınız var. Sizin dilinizle seslendirildiği için hakikat size borçlu kalmaz. Vazgeçilmez olan gerçektir; siz değilsiniz! Sizin dilinizden, damağınızdan aktığı için gerçeğe minnettar olun. Sizin sesinize nasip olduğu için, sizin nefesinizle seslendirildiği için hakikate borçlanıyorsunuz.”

Sözün özü: “Kavlinizin kıblesi Rabbinizin işitmesi olsun… Sizin Rabbiniz muhatabınızın da Rabbidir. Ona göre konuşursanız, kavliniz leyyîn olur. Kalbe nüfuz eder, gönle işler, ruhu sarar. Duruşunuzun istikameti muhatabınızın Rabbinin görmesi olsun. O vakit hitabınız can kulağına varır, ruha dokunur. Hem size hep yakın O; hiç uzak olmadı ki… Uzağa konuşuyor değilsiniz; sizi konuşur edenden ödünç alıyorsunuz kavli. Sizi ayrıcalıklı kılmaz gerçeği ilk söyleyen olmanız. Gerçeğin sesi olmak, size üstenci davranma yetkisi vermez!”

Mekke'de her biri Firavun tekebbürüyle direnen muhataplarına her gün konuşan Allah Rasûlü (sav)'nün can kulağındaki yankısını duymaya çalışalım: “Kendilerine hakikat iletilenler de kendileriyle hakikat iletilenler de sorgulanır.” (Araf, 69)

Belli ki bu yüzden Rabbimiz Firavun'a şöyle hitap etmelerini ister elçilerinden: “Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Senin Rabbinin elçileri… Senin Rabbinin… Senin…” Böylece yumuşar kavil. Bildirdiği hüküm sahihleşir. Taşıdığı anlam durulaşır. Söz tatlılaşır, hitap güzelleşir. Söz, işiteni isyana değil kabule yaklaştırır. Konuşma, itirazı beslemez; benimsemeyi kolaylaştırır. Hitap muhatabı itmez, incitmez; sarıp sarmalar, kucaklar:

Demek ister ki Allah'ın Elçileri: “Biz seni senin Rabbinle buluşturmak istiyoruz. Biz senin Rabbinin duymasına göre konuşur, senin Rabbinin görmesine göre dururuz. Sana gerçeği anlatma karşılığında senden bize taraftar olmak gibi bir ücret istemeyiz.” Demek ister ki Allah elçilerine söylettiğini bize söyleyerek: “Rabbiniz yanınızdadır her daim; fakat sizin yanınızda olması, sizin yandaşınız olduğu anlamına gelmez. Rabbinizin işitmesine göre konuşun; kullarının işitmesine göre değil. Rabbinizin görmesine göre tavır alın; kullarının görmesine göre değil. Sizin Rabbinizin muhatabınızın da Rabbi olduğunu unutmayın.”

Şimdi bu sözlerin, Mekke'de her biri Firavun tekebbürüyle direnen muhataplarına her gün konuşan Allah Rasûlü (sav)'nün can kulağındaki yankısını duymaya çalışalım: “Kendilerine hakikat iletilenler de kendileriyle hakikat iletilenler de sorgulanır.” (Araf, 6)