Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kur'ân Yolculuğu: İnşirah Suresi

26 Mayıs 2014 Pazartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar


Hiç daralma sen, göğü solukla.

 

Uçurumlarda genç hayatların düşüşünü seyrederken kahrından paramparça olan sen oluyordun. Kendi köşene büzülmüşken bile aklın fikrin şehirde, caddeden akan kalabalıkların ayaklarına sarılıyor, yalvarıyordun içinden. Gitmeyin diyordun. Durun.

1. Biz kalbini açıp ferahlatmadık mı,

2-3. ve üzerinden yükü kaldırmadık mı? O belini büken yükü?

4. Şerefini ve itibarını yükseltmedik mi?

5. Elbette her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır: 

6. Şüphesiz, her güçlükle bir kolaylık!        

7-8. Öyleyse sıkıntıdan kurtulduğun zaman sağlam dur ve yalnız Rabbine sevgi ile yönel.

İnşirah suresi, insanlığın dertlerini dert edinenlerin daralmalarına gök soluklarla yetişir. Onlara henüz hiç alınmamış nefesler, umutlar, sabırlar, güçler, ufuklar dağıtır cümlelerinden. Yeryüzündeki herkesin tesellisi bir yana, Allah’ın tesellisi bir yanadır. Ve inşirah duyarlı her kalbin içine giren göktür.

Hz. Peygamber’e halka/insanlığa herkesin mutlu olacağı ilahi hayat öğretisinin elçiliği verilmeden önce ve görevlendirildikten sonraki süreçte de yaşadığı bütün zorlukların üstüne bir tesellidir bu duru satırlar. Hakk adıyla halkın iyiliği için, toplumsal duyarlılığı taşıyan herkes için de geçerlidir.

İnşirah suresinde insanlığın derdinden kendi dertlerini söz konusu edinememiş bir elçi ve O’nu teselli eden bir Allah var. Şimdi biz bu surede yaşanan sahnenin hayaline günümüzün dertlerini alıp sokulmaya çalışalım. İnsanlığın derdiyle dertlenen herkesle birlikte…

Ki sure bize de insin… Bizi de tesellisine çıkarsın.

 

Bir zaman şehir seni nasıl sıkıyordu, caddeler, iş yerleri, alışveriş merkezleri, otobüs durakları sanki insanla değil, çözümsüz sorunlarla dolup taşıyordu. Farkında olduğun her sorun senin sorunundu. Fakat çözümsüzlükten bunalıyor ve yalnızlığına sığınıyordun. Orada ruhun ağlıyordu; o odanın köşesinden şehre bakarken… O odanın penceresinden şehre bakarken; gözlerini alan her bir ışıkta; kavgayı, tartışmaları, kızaran yanakları, çarpılan kapı seslerini, savrulan damlaları, rafları boş buzdolaplarını, soğuk odaları, çorapsız ayakları, kimsesiz yaşlıları, sahipsiz gençleri görüyordun ve ne kadar yalnızdın.

Kimse senin derdini dert bilmiyordu. Sen ise asla bencil olamıyordun.

Öyle duyarlıydın ki adeta gökten Kitap’ı çağırıyordun. Sana gök dayanamadı. Yanındaydı Rabbin.

Bu defa hakikati topluma taşımaktan, koca gökyüzünü yerli yerine koymaktan yorgun düştün. Yükün ağır geldi. Sırtın çatırdadı. Dizlerinin bağı çözüldü.

Fakat çaresiz olduğun günleri hatırla!

Toplumsal sorunlara karşı aşırı duyarlılığından kendi mutluluklarını bile tam anlamıyla yaşayamadığın o zor günleri bir düşün! Sanki yaşadığın dünya bir savaş alanı; herkes ruhen ölü, çokları yaralı yüreklerin; can çekişiyor sağduyuları. Ve sen oradan oraya koşturuyordun.

Varoşlarda aç kalmamak için, sabah akşam didinenlerin bir parça ferahlaması için arka sokaklara doğru yürüyordun. Yoksul bırakılmışların kurtuluşları için sivil yardımlaşmaya ön ayak oluyor, bizzat aktif görevler üstleniyordun. Sahipsiz kalmış herkes nedense seni sahibi sanıyordu. Günahsız kızların mendilleri kana bulanırken senin kalbin ayazda kalıyordu. Hiçbir soruna duyarsız kalamıyordun. Sürekli ne yapabilirim diye düşünmekten kendini alamıyordun. Daha ne yapabilirim, cümlesi zikrin oluyordu sabaha karşı…

Unutma ki; daralmış yüreğinin bütün açmazlarına çözüm getirecek olan bir Kitap’a sahipsin. Toplumsal dertlerden ne zaman için yansa ona iyi gelecek ilahi esintiyi taşıyan bir göğün var. Sen de biliyorsun ki hayatın her sorununa kesin çözümler getiren evrensel ilkelerin var.

Kendi gittiği yolun sonundaki uçurumu fark edemeden yokuş aşağı kimliğini koyuveren şu kalabalıkların duyarsızlığı seni öldürüyordu. Hakikat bilgisinden yoksunluğun boşluğu giderek uçuruma dönüşüyordu. Uçurumlarda genç hayatların düşüşünü seyrederken kahrından paramparça olan sen oluyordun. Kendi köşene büzülmüşken bile aklın fikrin şehirde, caddeden akan kalabalıkların ayaklarına sarılıyor, yalvarıyordun içinden. Gitmeyin diyordun. Durun.

Başın kalabalık. Hastanedeki bekleme salonları, adliyedeki asık suratlar, küçük parmaklarında sigaralarla sur kenarlarında dolaşan çocuklar, daha lisedeyken olgun kadın rolünü oynayan küçük kızlar, dumanlı havalar, alaylı ifadeler, kirli yüzler, sahte sakallar, güllü dini kitaplar, yuvarlak boşlukların dizildiği tespihler, mezarlık, sustalı, tiner… Her şey gözünün önünden geçip başına doluşuyordu. Daralıyordun. Bütün bir şehir iç geçiriyordu senin göğsünde. Toplum senin yanağında ağlıyordu.

Böyle zamanlarda yalnızlığına sığınıyordun. Kaçabildiğin bir dağ yoksa bile, evinin en sessiz köşesine, ev halkının uyuduğu saatlere sığınıyordun.

Bir sen miydin toplumsal sorunlara karşı duyarlı olan? Ya Rabbin! Sana duyarlı olmayı öğreten de o değil miydi? Ve bu insani duyarlılığını nasıl bir yolla harekete geçirip hayata katacağının yollarını sana açan da o değil miydi?

Unutma ki; daralmış yüreğinin bütün açmazlarına çözüm getirecek olan bir Kitap’a sahipsin. Toplumsal dertlerden ne zaman için yansa ona iyi gelecek ilahi esintiyi taşıyan bir göğün var. Sen de biliyorsun ki hayatın her sorununa kesin çözümler getiren evrensel ilkelerin var.

Bu nedenle bildiğin ilahi hakikat bilgisini insanlarla paylaşma sorumluluğunu yüklenmelisin. Elçilik zor meslek. Yükü ağır. Fakat en azından eskisi gibi ne yapacağını, ne diyeceğini, ne anlatacağını bilmeksizin oradan oraya çaresizce koşup yorgun düştüğün günler geride kaldı. Artık mutlu olmalarından başka hiçbir şey dilemediğin toplumuna götüreceğin göksel iletiler var. Eğer onu iyi anlarlar ve yaşarlarsa bütün sorunlar tek tek çözülecek ve bu şehir, bu dünya olabildiğince barışa erişecek. Düşünsene gaspın, haksızlığın, hilenin, aldatmacanın olmadığı bir dünya yaratmanın mümkün olduğunu. Bunun hayali bile güzel. Ve bu ideali sana veren bu Kitap.

Hayatına Kitap girdiğinden beri yükün hafiflemedi mi? Rabbin bu Kitab’ın tam senin duyarlılığına uygun düşeceğini bildi ve sana o yüzden bu Kitab’ı armağan etti.  Rabbin seni bu yüzden dostluğuna layık buldu. Ve senin duyarlılığını herkesten çok anladı. Sonuna kadar da paylaştı.

İçindeki daralmanın seni boğmasına izin verme. Sıkma artık kendini. Aç Kitab’ını. Rabbinle omuz omuza toplumuna koş. Nasıl hakkından geleceğim diyerek bunaltma kendini. Kitap’ta her şey apaçık yazmıyor mu? Rabbinin önerileri bunlar. Rabbine güven. Sorunların köküne in. Nedenlerini yok ederek çözümleri kesinleştir.

Göreceksin sen Hakikat Bilgisi’ni paylaştıkça sorunlar en kökünden hallolma yoluna girecek. İdeal çözümler üreten bir toplum insanı olmak gitgide senin de vicdan yükünü hafifletecek. Yapman gereken çok şey olsa ve bu seni çok yoracak olsa da, bu durumun ne yapacağını bilmemekten daha kolay bir durum olduğu da bir gerçek.

Bilgisizliğin zor olduğu kadar, ondan da çok bir bilgiyi toplumuna öğretmek(ilahi bilgiyle bir toplumu değiştirmek) de zordur ve bunun oldukça ağır bir görev olduğunun sen de farkındasın. Fakat hayatta kolay olan ne var ki? Hiçbir şey kolay değil. Kolaylık zorluğun ardı sıra yaşanası bir ödül. Zorluk olmadan kolaylık da olmuyor bilirsin.

Yaşadığın bütün zorluklar hayatın gereğidir. Olgunlukla kabul et ve üzülme.

Üzülmek yerine üzerine düşenleri yapmak daha akıllıca değil mi? Her zamanki gibi yalnızca Rabbine sığın. Üzüntülerini O’nun sevgisinde erit. Eğer böyle yaparsan bütün zorlukları mutlaka aşacaksın.