Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Mescid-i Dırâr

8 Ocak 2020 Çarşamba Sonpeygamber.info / Yazarlar


“Dırâr” kelimesi “zarar vermek, sıkıntı vermek” gibi anlamlara geliyor Arapça’da. Mescid-i Dırâr, Müslümanları birbirinden ayrı düşürerek zayıflatıp Medine’den çıkartmayı hedefleyen bir faaliyetin merkezi olarak tasarlanmıştı, o yüzden bazen “Mescid-i Nifak” diye de anılmıştır rivayetlerde.

Bir münafığı müminden ayırt etmenin zorluğunu ve inceliklerini düşündürür Mescid-i Dırâr’ın inşa süreci. Münafıklar faaliyetlerini ancak bir mescit mekânında Müslümanlardan gizleyebilecekleri fikriyle, kendileri için güvenli bir toplanma merkezi olarak tasarladılar bu binayı. Müminlerin Bilal Habeşi tarafından okunan ezanla birlikte mescide doğru koşarak namaz için saf tuttuğunu görüyor, bu safların sosyal ve siyasi bir karşılığı olduğunu da fark ediyorlardı. 
Medine münafıkları çıkarları gereği Müslüman görünmeye çalışan sinik kişilerdi. Kalplerde olanları kim bilebilir? Peygamberimiz (sav) tutarsız söz ve davranışlarını görmezden geldiği bu kişilere nazik ve cömert davranıyor, ihanete varacak ölçüde suç işleseler bile cezalandırmaktan kaçınıp affediyordu. Böylelikle kalplerinin yumuşayacağını ve önyargılarından vazgeçeceklerini ümit ediyordu. Gelgelelim münafıklar Peygamberimiz’in sabırlı ve nazik muamelesini istismar etmekten geri durmadıkları gibi zaman içinde yıkıcı faaliyetlerini daha da artırdılar. Tebük Savaşı boyunca aleni bir şekilde Müslümanların bozguna uğraması için çaba gösterdiler. Bunun üzerine inen ayetlerle Rabbimiz, ikiyüzlü ve sözüne sadık olmayan bu güruhun iç yüzünü halka ilân etmesini bildirdi Peygamberimiz’e. Onlardan herhangi bir şey kabul etmemeli, cenaze namazlarını kılmamalıydı. Onlar için yapacağı istiğfar da kabul edilmeyecekti. Bunları takiben bütün Müslümanlardan münafıklarla ilişkilerinin kesilmesi istendi. 
 
Bir münafığı müminden ayırt etmenin zorluğunu ve inceliklerini düşündürür Mescid-i Dırâr’ın inşa süreci. Münafıklar faaliyetlerini ancak bir mescit mekânında Müslümanlardan gizleyebilecekleri fikriyle, kendileri için güvenli bir toplanma merkezi olarak tasarladılar bu binayı. Mescit görünümlü bu mekânın Müslümanlar arasındaki birliği bozması bir diğer amaçlarıydı. Müminlerin Bilal Habeşi tarafından okunan ezanla birlikte mescide doğru koşarak namaz için saf tuttuğunu görüyor, bu safların sosyal ve siyasi bir karşılığı olduğunu da fark ediyorlardı. Ensar ve muhaciri kaynaştıran öğreti karşısında çaresizlik duyuyor, onları birbirine düşürecek bir yol arıyorlardı. 
 
Kuba Mescidi’nin karşısına bir mescit yapma fikri ilk olarak ünlü münafık Abdullah bin Ubey’in kuzeni Ebû Âmir er-Râhib’in Kuba’da bulunduğu dönemde gündeme gelmişti. Ebû Âmir başına bir şey gelebileceği endişesi yüzünden münafık dostlarıyla birlikte Kuba Mescidi’ne gidemiyordu. Bunun üzerine münafıklar arasında her birinin çekinmeden girebileceği ve içinde serbestçe konuşabilecekleri bir mescit yapma fikri gelişti. Ebû Âmir’in planına göre Medineli münafıklar bu mescidi yaparken bir taraftan da Müslümanlarla savaşmak için güç ve asker toplayacaklardı. Kendisi ise Bizans makamlarına ulaşarak askeri destek sağlamaya çalışacaktı. Yeni mescit Kubâ Mescidi’nin merkezi önemini silikleştirirken aynı zamanda münafıklara dikkat çekmeden bir araya gelebilecekleri bir ortam sağlayacaktı. Sürekli Müslümanların aleyhine faaliyette bulunduğu için Peygamberimizin  “Ebû Âmir el-Fâsık” diye söz ettiği Ebû Âmir er-Râhib cahiliye döneminde Hristiyan’dı. Peygamberimizin Medine’ye hicretinden sonra şehrin Müslümanlaşmasına tahammül edemeyip bir grup taraftarıyla Mekke’ye gitmişti. Bedir ve Uhud’ta müşriklerin safına katılarak Medineli hemşehrilerini kendi safına çekmeye çalışmıştı. Mekke fethedildikten sonra Taif’e sığınmış, Müslümanların Taif seferinden sonra ise sığınabileceği bir yer bulamayarak Suriye’ye gitmişti. 
 
Peygamberimiz Tebük seferi için Medine dışında, Zûevan diye bilinen mevkide son hazırlıklarını yaparken beş münafıktan oluşan bir heyet yanına geldi ve onu yeni inşa ettikleri mescitte kendilerine namaz kıldırmaya davet ettiler. Bu mescidi yapma sebebini ise şöyle açıkladılar: Sel geldiğinde mevcut vadi Kuba Mescidi cemaati ile aralarında bir engel oluşturuyordu, yoksullar, güçsüzler ve gece saatlerinde uzağa gidemeyenler için o konumda bir mescide ihtiyaç vardı. Peygamberimiz sefer hazırlığı içinde olduğunu belirterek, sefer dönüşünde mescitlerine gelip namaz kıldırma sözü verdi. Beri taraftan münafıklar dönemin süper gücü olan Bizans karşısında Müslümanların hiç şans tanımıyor, Peygamberimizin yaz sıcaklarında çıktığı bu seferden dönmeyeceğine inanmanın rahatlığı içinde şehri ele geçirmeye hazırlanıyorlardı. Planlarına göre Müslümanların uğradığı bozgunu takiben Bizans askerlerini Medine’ye davet edecek ve mescit görünümlü binaya yığdıkları silahlarla onlara destek olacaklardı. Peygamberimiz namaz kıldırdığı takdirde binalarının bir tür kutsiyet ve dokunulmazlık kazanacağını, böylelikle ibadet için oraya gelen Müslümanları kolayca hedef alabileceklerini düşünüyorlardı. 
 
Hiçbir yalan ne kadar silahla donanırsa donansın ve hangi güçlerle desteklenirse desteklensin içtenlikli ve adaleti gözeten bir hayat telakkisi karşısında yeterince dayanıklı değildir, Mescid-i Dırâr vakası bunun bir açıklaması olarak hatırlanıyor yüz yıllardır Müslümanlar arasında. İçtenlik aynı zamanda kolayca yaraya açıklık anlamına da geliyor, ancak “başka türlü” olabilmenin sağlamlığı da başka türlü nasıl kazanılabilir ki…
Münafıklar bir taraftan da uydurma haberlerle Müslüman savaşçıları seferden vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Seksen kadar münafık çeşitli bahanelerle sefere katılmama izni aldılar. Aynı günlerde Müslümanlar bu savaşa katılmaya teşvik eden, katılmadıkları takdirde yaşanacaklar üzerine düşündüren ayetlerin yanı sıra münafıklık sebebi olacak hâl ve tutumlar konusunda ayetlerle uyarıldılar. (Tevbe 38-39) Hamidullah’ın da altını çizdiği gibi Tebük seferi hem siyasal hem de toplumsal dilin inşasında önemli bir aşama anlamına geliyor, genç İslam Devleti açısından. Bu seferi takiben Medine toplumundaki münafıklar mevcut nüfuzlarını tamamen yitirdiler. Samhudî, Peyamberimiz’in Medine ile Tebük arasında seferiler için 16 civarında küçük mescit inşa ettirdiğini aktarıyor. Münafıklar aynı yol üzerinde mescit görünümlü toplantı merkezini inşa ederken yoksullar ve güçsüzlerin ibadet ve sığınma ihtiyacını öne sürmüşlerdi. Hz. Peygamber dönüş yolunda bu mescitte namaz kılma sözünü tutmaya hazırlanıyordu ki, inen ayetler (Tevbe 9/107-110) bu mescidi yapanların niyetini apaçık ortaya koydu: “Bir de Müslümanlara zarar vermek, kâfirlik etmek ve Müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Rasûlü'ne karşı savaş açmış olanı beklemek için mescit yapanlar var. ‘İyilikten başka bir maksadımız yoktu.’ diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Allah şahittir." (Tevbe 9/107-110)” 
 
Peygamberimize bu yalancıların yaptığı mescitte asla namaz kılmaması, buna karşılık takva üzerine yapılmış “gerçekten arınmak isteyenlerin” bulunduğu mescitte (Kubâ Mescidi veya Mescidi Nebevi) namaz kılmasının daha doğru olacağı bildiriliyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz Kur’ân’da  “Mescid-i Dırâr” diye anılan bu yapıyı ortadan kaldırmaları için ashabından Mâlik bin Duh-şüm ile Âsim bin Adiy’i görevlendirdi. Bu iki sahabi Müslümanlara tuzak kurmak için yapılan mescit görünümlü binayı yaktılar. 
 
Münafıklar ustalıklı, kusursuz bir plan hazırladıklarını ve buna Peygamberimiz’i de inandırdıklarını sanıyorlardı. Dönemin süper gücüyle ittifakın verdiği güvenle Müslümanları Medine’den kovmayı hayal ederken bozguna uğrayıp şehri terk etmek zorunda kaldılar. Hiçbir yalan ne kadar silahla donanırsa donansın ve hangi güçlerle desteklenirse desteklensin içtenlikli ve adaleti gözeten bir hayat telakkisi karşısında yeterince dayanıklı değildir, Mescid-i Dırâr vakası bunun bir açıklaması olarak hatırlanıyor yüz yıllardır Müslümanlar arasında. İçtenlik aynı zamanda kolayca yaraya açıklık anlamına da geliyor, ancak “başka türlü” olabilmenin sağlamlığı da başka türlü nasıl kazanılabilir ki…