Güncel Hadis Meseleleri 6: Sahabenin “Kur’ân Bize Yeter” ifadesi sünneti kaynak kabul etmedikleri anlamına mı gelir?

Hz. Ömer ve Hz. Âişe’nin “Kur’ân bize yeter” şeklindeki sözlerinin “dinin tek kaynağının Kur’ân olduğu, hadislere ihtiyaç bulunmadığı” anlamına gelip gelmediğini anlamak için öncelikle bağlamlarını tespit etmeliyiz. Daha sonra, her iki sahabinin hayatlarında “dinin tek kaynağının Kur’ân olduğu” düşüncesine sahip olup olmadıklarını ve hadislerle ilgili yaklaşımlarını incelemek gerekir.

Hz. Ömer, “Kur’ân bize yeter” ifadesini Hz. Peygamber’in son hastalığı esnasında söylemişti. Hz. Peygamber, vefatından önce “Yazacak bir malzeme getirin de benden sonra ihtilafa düşmemeniz için bazı tavsiyeler yazdırayım” (Buhârî, İ’tisâm, 26; Meğâzî, 83; İlim, 39) buyurmuştu. Yanında bulunan sahâabilerden bir kısmı, Hz. Peygamber’in iyice ağırlaştığını dikkate alarak ona sıkıntı vermek istemedi. Bu sahabiler arasında bulunan Hz. Ömer, “Kur’ân bize yeter” diyerek Hz. Peygamber’e eziyet edilmemesini isteyenlerdendi. Bağlamı dikkate alındığında, Hz. Ömer’in “Kur’ân bize yeter” ifadesini, İslam’ın tek kaynağının Kur’ân olduğunu belirtmek amacıyla söylemediği açıktır. Zira bu sözler İslam’ın kaynaklarının tartışıldığı bir ortamda değil, Hz. Peygamber’in ağırlaşması üzerine Hz. Ömer dâhil diğer bazı sahabiler (Buhârî, Meğâzî, 83) tarafından dile getirilmişti. Dolayısıyla genel bir kural olarak değil, sadece Hz. Peygamber’in vasiyeti konusuyla ilgilidir ve ağır hasta iken Hz. Peygamber’in yazdırmasına gerek bulunmadığını, onun vasiyetinin Kur’ân doğrultusunda yerine getirilebileceğini belirtmektedir. Nitekim Hz. Peygamber, yazdırmasa da bu süreçte sözlü olarak müşriklerin Arap Yarımadasından çıkarılmasını vasiyet etmişti. (Müslim, Vasiyye, 20)

Hz. Ömer’in Kur’ân’ı tek kaynak olarak kabul edip onunla yetinmesi şöyle dursun, bilakis gerek kendi uygulamalarında gerekse başta valiler olmak üzere görevlilerine verdiği talimatlarında Hz. Peygamber’in sünnet ve hadislerini esas aldığına dair çok sayıda örnek bulunmaktadır. Mesela onun Hacerülesved’i öperken, “Biliyorum ki sen ne zarar ne de fayda verebilecek bir taşsın. Resûl-i Ekrem’in seni öptüğünü veya selamladığını görmeseydim, seni ne selamlar ne de öperdim” dediği meşhurdur. (Buhârî, Hac, 50, 60; Müslim, Hac, 248) Yine o, İran fethedildiğinde Mecusilere konulacak vergi uygulamasının nasıl olacağı hususunda tereddüt ederek, “Onlar hakkında nasıl hareket edeceğimi bilmiyorum” demişti. Onun tereddüdü karşısında Abdurrahman b. Avf, “Rasûlullah, ‘Onlara Ehl-i Kitab’a yapıldığı gibi muamele edin’ buyurdu” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer de Abdurrahman’ın aktardığı bu hadise göre hareket etmişti. (Mâlik, el-Muvatta, Zekât, 41, 42)

Hz. Ömer’in hadis ve sünnetle amel ettiğine dair bir örnek daha verelim. Bir defasında aklî dengesi bozuk bir kadını zina suçundan dolayı cezalandırmak istemişti. Ancak Hz. Ali’nin “Aklî dengesi yerine gelene kadar delinin, uyanıncaya kadar uykudaki kimsenin ve buluğ çağına erene kadar çocuğun sorumluluğu yoktur” hadisini hatırlatması üzerine kararından vazgeçmişti. (Buhârî, Hudûd, 22) Hz. Ömer’in Kur’an ile birlikte sünneti de dinin delilleri arasında kabul ettiğinin en önemli örneklerinden biri de Kûfe kadısı Şüreyh b. Hâris’e (ö. 80/699) gönderdiği mektubunda, hüküm verme usulü hakkında söyledikleridir. O, bu mektupta Şüreyh’e “Allah’ın kitabına göre hüküm ver. Meselenin hükmü Kur’ân’da bulunmadığı zaman ise Rasûlullah’ın sünnetine göre hüküm ver” (Nesâî, Kadâ, 11) diye yazmıştı.

Onun yönetim anlayışında sünnetin merkezi rolünü gösteren bir diğer dikkat çekici örnek de bir hutbesinde karşımıza çıkar. O, bu hutbede “Allah’ım! Valilerimi bulundukları yerlerde halka adaletli davranmaları, onlara dini ve Peygamberlerinin sünnetlerini öğretmeleri için gönderdiğime şahit ol” demişti, (Müslim, Mesâcid, 78) Bütün hayatına yayılmış bu tarz açıklama ve uygulamaları göstermektedir ki Hz. Ömer, Rasûlullah’ın (sav) vefatından hemen önce “Kur’ân bize yeter” dediğinde, sünnete ihtiyaç bulunmadığını kast etmiş olamaz. Hz. Ömer’in 500’den fazla hadis rivayet etmiş olması da hadis ve sünnete verdiği önemi ortaya koyan önemli bir veridir. Dinin tek kaynağının Kur’ân olduğu düşüncesine sahip olan bir kimsenin bu kadar hadis rivayet etmesi düşünülemez. (Hz. Ömer’in uygulamalarında hadisleri esas aldığına dair geniş bilgi için bkz. Sifil, Hz. Ömer, s. 88-104).

Hz. Âişe’nin “Kur’ân bize yeter” açıklamasının bağlamı da İslam’ın tek kaynağının Kur’ân olduğuyla ilgili değildir. Hz. Âişe’nin bu sözü aslında, Hz. Ömer tarafından aktarılan bir hadisin daha doğru anlaşılması için yaptığı bir açıklamadır. Hz. Ömer, Rasûlullah’ın (sav) “Kabirdeki kişi yakınlarının ağlamasından dolayı azap çeker” hadisini nakledince, Hz. Âişe bu hadisin tam metninin “Allah yakınlarının ağlamasından dolayı kâfirin azabını artırır” şeklinde olduğunu söylemiştir. Ardından da doğrusunun bu olduğunu anlatmak için “Kur’ân size yeter” demiş ve “Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez.” (Necm, 53/38) ayetini zikretmiştir. (Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 23). Böylece o, ilgili ayete dayanarak Hz. Ömer’in aktardığı hadisin müminler hakkında olmadığını açıklamış olmaktadır. Bu açıklaması açıkça gösterir ki Hz. Âişe “Kur’ân size yeter” ifadesiyle sünnete ihtiyaç bulunmadığını hiçbir şekilde kastetmemiştir. Hz. Âişe’nin bazı sahabilerin hadis rivayetinde yaptıkları hataları düzeltmesi, böylece hadisler konusunda gösterdiği hassasiyet ile (bkz. Hz. Âişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, s. 67 vd.) en çok hadis rivayet eden sahabiler arasında bulunması da bu durumu destekler. Zira dinin tek kaynağının Kur’ân olduğu düşüncesine sahip olan kimsenin bu kadar çok hadis rivayet etmesi beklenemez.

Anlaşılmaktadır ki Hz. Ömer ve Hz. Âişe’nin “Kur’ân yeter” sözleri hadislere ihtiyaç bulunmadığı anlamında değil, farklı bağlamlarda zikredilmiş ve kendi bağlamları içerisinde değerlendirilmesi gereken sözlerdir.


Not: Bu yazı, özellikle hadis, sünnet ve bu alanlarla doğrudan ilişkili diğer meselelerde Müslümanların istifade etmesi amacıyla Meridyen Derneği'nin ev sahipliğinde hayata geçirilen geniş perspektifli bir çalışmanın parçasıdır. Konu edinilen meseleler, alanlarında uzman isimlerin bir araya geldiği bir istişare grubunda tüm yönleriyle ele alındıktan sonra, her başlık müstakil olarak ilgili yazar tarafından telif edilmiştir. Çalışmaya şu isimler katkı sunmaktadır: Prof. Dr. Ahmet Yücel, Prof. Dr. Ayşe Esra Şahyar, Doç. Dr. Fatma Kızıl, Doç. Dr. Rahile Kızılkaya Yılmaz, Doç. Dr. Dilek Tekin ve Dr. Betül Yılmazörnek.