Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kaf: Durup Düşünme Durağı



Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.

Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.


Sonsuz önem verildiğini unutan, "ben olmasam da olur!" diye diye gereksiz sanır kendini. Hiç yoktan itibar sahibi edildiğini, bile isteye tercih edildiğini bilmeyen, söz söylenecek kadar değerli bulmaz kendini.

Kaf!

Tek hecelik bir vuruş! Akışı durduran keskin bir uyarı! Sessizliği yırtan tok bir sayha! Alışık olmadığım bir hitap. Bir harflik sesleniş. Bir hecelik dokunuş. İçine anlam koyamadığım ama varlığını anlamlı bulduğum keskin bıçak darbesi. Duraksadım burada. Durmamı ima ediyor olmalı Kâf. Tam burada. Gürültüleri susturup, telaşları uzaklaştırıp bir bıçak sırtında kalmalıyım. Bir kavşak bu. Dönemeç. Karar anı! "Nereye böyle?" diye durup düşünmeye çağrı! Parçalanasıya. Hücre hücre dağılasıya. Böyle gelmiş ama böyle gitmemeli dercesine. Kıyamet anı. Sarsıp silkeleyen bir eşik. Kopuş. Duruş. Duruluş. Işığın vuruşu gibi göze. Yağmurun inişi tohuma. Toprağa ilk darbe.

Kaf!  

"Dur!" dediğince durulmalı. Kalabalıklarda yitirdiğim hatırımı yeniden hatırlamalıyım. Günübirlik başarılara bağladığım, üst üste yığmalara eşitlediğim değerimi, yeni baştan hesap etmeliyim şimdi!  Kimim ben? Niye buradayım? Üzerimde inşa edilen, ışıl ışıl bezenen, hiçbir eksiği gediği olmayan bu gökyüzü, ayağımın altında uzatıp genişletilen, kalkmaz kımıldamaz dağlarla sağlamlaştırılan, her çiftten güzel bitkilerin yeşerdiği bu yeryüzü niye?

Kaf!

Hiç ummadığım bir yerdeyim, belli. Hiç hesapta olmayan iltifatlarla kuşatılmışım, aşikâr!  Neden bunca emek? Değer miyim bu kadar iyiliğe! Nasıl oldu da geldim buraya? Niye ben? Bu ihtişamın muhatabı diye seçilen neyi benim? Bunca iyiliğin odağına niye ben konuldum? Bu an… Bu an bambaşka. Olağanüstü bir hal içindeyim. İmkânsız iken mümkün olmuşum; hayret! Beklenmezken beklenir olmuşum; bu nasıl iş!

"Dur düşün hele. Bu şanlı şerefli Kur'ân'ın değerini bil. Kur'ân'la değerlendiğini gör de dur. Kur'ân'ın sana yüklediği değer üzerinde dur."

Beklemediğim hitap bu. Kendimi lâyık görmediğim bir tenezzül. Beni, sadece beni, özellikle beni, gözlerimin içine baka baka beni işaretleyen bu haberi ortalığa söylenmiş saymak benim eski âdetim. Bana gelmez uyarı. Ben değmem ki nezaketle uyarılmaya. Sıradanım! Beni işaret etmez gerçek. Hep başkalarına. Genellikle kalabalığa. Özellikle geçmişte kalmışlara. Ben bu kadar önemli miyim ki! Bu kadar el üstünde tutulmaya değer miyim? Odakta olmak, merkezde durmak, şimdi burada biricik sayılmak… Bana göre değil bunlar.

Onlar kendi içlerinden bir uyarıcının kendilerine gelmesine şaştılar.

Yalnız değilmişim meğer. Bu yanılgıdan hiç uzaklaşmadı kalabalıklar. Bu savrulmaya sıkça uğradı topluluklar. Benim gibi bir insanın uyarıcı diye gönderilmesi inanılır gibi değil! Ben de "bizden adam olmaz!" diye söylenenlerdenim. Bu uyarıcının bizi, özel olarak her birimizi uyarmak için gelmesi ise iyice garip. Biz umutsuz vakayız ya, "ne haliniz varsa görün!" denilmeye layığız. İnkâr ediyoruz kendi şerefimizi. Yok saymaya alışmışız değerimizi.


Durmalı şimdi. Durup düşünmeli. Bunca masrafa değer isem, bundan sonrasına da değmez miyim? Öldükten sonra diri olacağımı inanılmaz bulan ben, asıl ölmeden önce diri oluşumu inanılmaz bulmalı değil miyim?

İşte [kendi şereflerini] inkâr edenler derler ki: "Bu ne acayip iş!"

Sonsuz önem verildiğini unutan, "ben olmasam da olur!" diye diye gereksiz sanır kendini. Hiç yoktan itibar sahibi edildiğini, bile isteye tercih edildiğini bilmeyen, söz söylenecek kadar değerli bulmaz kendini.

[Der ki:] "Neden [ve nasıl olur da] biz öldükten ve toz toprak haline geldikten sonra [yeniden diriliriz]? Bu, gerçekleşmesi mümkün ve muhtemel olmayan bir dönüştür!"

Hiç yok iken var kılınışımı anlamlı bulmayınca, toz toprak haline geldikten sonra bana yeniden emek verileceğine de aklım yatmıyor. Yeniden ve sonsuzca diri olmayı uzak ihtimal görüyorum. İmkânsız görüyorum yeni baştan yaratılmayı. Aslında sonsuz hayatı inkâr ederken kendi değerimi inkâr ediyorum. Ahireti yok sayarken, kendi kıymetimi yok sayıyorum, varlığımı kayda değmez görüyorum.

Kaf!

Durmalı şimdi. Durup düşünmeli. Bunca masrafa değer isem, bundan sonrasına da değmez miyim? Öldükten sonra diri olacağımı inanılmaz bulan ben, asıl ölmeden önce diri oluşumu inanılmaz bulmalı değil miyim? Hiç yoktan, ilk olarak var edilmek, ikinci kez var edilmekten daha şaşılası, daha hayret edilesi değil mi? Şimdi hayatta oluşuma "bu ne acayip iş!" demeli değil miyim ben?

Doğrusu, insanı yaratan Biziz ve iç beninin ona neler fısıldadığını iyi biliriz…

Demek ki ben Senin için kendi başına bırakılmayacak kadar önemliyim. İçimin de içindeki fısıltıları, gizli saklı sancıları, adı konmamış hasretleri ciddiye alacak kadar kıymetlinim Senin. Ne kula kul olmama razısın ne kulu kul edinmeme. Yalnız Sana kulluk edecek bir itibarla yürümemi, kıyama kalkmamı istiyorsun. Beni başkalarına eğilirken, kendi vesveselerime yenilirken görmek istemiyorsun. Aziz etmek istiyorsun beni. Sıradanlaşmamdan hoşnut değilsin. Değersizleşmemem için sözüne muhatap ettin beni. Şaheserinim. Benden umduğunu bende gerçekleştirmektir muradın. Sonumu güzel eylemektir dileğin…

…zira Biz insana şahdamarından yakınız.

Anladım, bu yüzden bana yakınsın. Bana benden de yakın. Şaheserin gözden düşmemeli, cevherini israf etmemeli, vefasız gözlerde harcanmamalı, kadir kıymet bilmezlerin elinde zayi olmamalı. Yanımda hep yanımdasın. Benim bana olamadığımdan daha yakın. Beni benden çok Sen önemsiyorsun

Durup düşündüm iyi ki… İyi ki durdum Kaf durağında. İyi ki…