Danimarka’da başlayan, Fransa’da büyüyerek uluslararası bir mesele haline gelen ve son olarak ülkemizde basit görünen bir denemeyle yaygınlaştırılmaya çalışılan Peygamber Efendimiz’i karikatürize ederek tahfif etme girişimleri, ifade özgürlüğü kisvesi altında meşrulaştırılmaya çalışılan sistematik bir tahkir hareketidir.
Alay ve küçümseme amaçlı saldırılar, tarih boyunca peygamberlik kurumuna yönelik küfrün hiç terk etmediği bir sapkınlıktır. Asıl amaçları peygamberlerin şahsını küçümsemek değil, en basit ifadeyle getirdikleri mesajı önemsizleştirmektir. Yani asıl saldırı, peygamberleri gönderen makamadır. Kur’an, bu durumu şu şekilde ifade eder: "Biz onların söylediklerinin seni üzdüğünü biliyoruz. Gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar; fakat zalimler Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar." (En’âm, 6/33)
Bu tür hakaretler bir veya birkaç peygambere mahsus bir istisna olarak da kalmamış, Allah’ın elçilerinin tamamına ve nihayetinde Allah’ın dinine yönelik olagelmiştir. Bu anlamda süreklilik arz eden bir reddiyeden bahsetmek mümkündür. Enbiya Suresi 41. ayette bu durum şöyle dile getirilir: “Kuşkusuz, senden önceki peygamberlerle de alay edilmişti; ama sonunda o alay konusu ettikleri şey onlarla alay edenlerin tepelerine biniverdi.”
Hz. Peygamber’in tutumu: Merhamet ve adalet dengesi
Peki, Peygamberimiz kendine yönelik bu alaycı tutumlara nasıl tepki vermiştir? Bu konuda Mekke ve Medine dönemleri arasında bariz farklar olduğunu görürüz. Acizane kanaatimize göre, bu farklılık sadece Müslümanların sosyal ve ekonomik bakımdan zayıf veya güçlü olmasıyla değil, Müslüman karakterin inşa sürecinin tamamlanmasıyla da ilişkilidir. Peygamber Efendimiz merhametiyle öne çıksa da onun hayati sürecinin tamamına baktığımızda sadece rahmetle değil, aynı zamanda adalet, vakar, siyasi sezgi ve caydırıcılıkla da tebarüz ettiğini görürüz.
Örneğin, Hendek Savaşı sırasında Beni Kureyza Yahudilerinin anlaşmayı bozarak düşmanla işbirliği yapmaları siyasi bir ihanettir. Savaş sonrasında, Peygamberimizin “İkindiyi kimse Beni Kureyza yurduna varmadan kılmasın.” (Buhârî, Meğâzî, 30) talimatı, adaletin geciktirilmeyeceğini ve toplumsal düzeni korumadaki kararlılığını gösterir. Siyeri dikkatle inceleyenler, ihaneti ve adaletin ihlalini asla affetmeyen bir Peygamber görürler. Hazreti Peygamber’in, şahsına yönelik haksızlıklarla peygamber kimliğine yönelik aşağılamalar arasındaki farkı gözettiği de dikkatlerden kaçmamalıdır. Mekkelilerin el koyduğu evine Mekke’nin fethinden sonra dahi hiçbir zaman geri dönmemiş ama bir elçisinin öldürülmesi üzerine kendisiyle kıyaslanamayacak kadar güçlü Roma ordusu üzerine küçücük ordusunu göndermekten çekinmemiştir. Bu tutum, diplomatik normlara gösterilen saygı kadar ümmetin itibarsızlığının kabul edilemeyeceğini de gösterir. Benzer şekilde, Hudeybiye Antlaşması’nda Mekkeliler anlaşmanın maddelerini ihlal ettiklerinde Hz. Peygamber antlaşmayı geçersiz saymış ve Mekke’ye yürüyüş hazırlıklarına başlamıştır. Bu olay, onun siyasi kararlılığını ve adaletten taviz vermeme tutumunu yansıtır.
İmam Gazâlî’nin İhya’daki şu tesbiti bu bağlamda dikkate şayandır: “Bir kimseye yapılan hakaret, onun şahsına ise affetmesi güzel ahlâktır. Fakat bu hakaret dine, ümmete, hakka ve adalete yönelikse affetmek değil, müdahale etmek erdemdir.”
Güncel durum: Sabır mı, zillet mi?
Bugün İslam dünyasının Hz. Peygamber’e ve dinin kutsallarına yönelik saldırılara karşı yeterli ve caydırıcı bir tepki ortaya koyamaması dikkat çekmektedir. Bu durumu sadece politik ya da askerî zayıflıkla açıklamak yetersizdir; aynı zamanda entelektüel ve ahlaki bir çekingenlik de söz konusudur. Doğrusunu söylemek gerekirse, Gazze’deki soykırım karşısında İrlanda ve İspanya halkları kadar bile tepki gösteremeyen Müslüman toplumlardan Peygamber Efendimiz’e saygısızlık konusunda akıllı, ahlaklı ve caydırıcı bir karşılık beklemek iyimserlik olur.
İnsanoğlunun zeki olanları karakterlerindeki zayıflık ve acizlikleri, stratejik gerekçelere ve güya sabır ve hilm gibi ahlaki değerlere yaslanarak görmezden gelmekte, böylece kendi gelişimlerine ket vurarak en büyük kötülüğü kendilerine yapmaktadırlar. Üstelik en yaygın ahlak kitapları dahi açıkça şunu söyler: Bir davranışı engelleme gücüne sahip olmayanın seçtiği suskunluk sabır değil, zillettir.
Sonuç ve öneriler
Kanaatimce, Hz. Peygamber’in karikatürize edilmesinden daha büyük ve tehlikeli saldırı, O’nu bize tanıtan kaynaklara yönelik sürekli güven kaybına yol açan önemsizleştirme hareketleridir. Bu süreç, tahkirin en tehlikeli ve kalıcı olanıdır ve genç nesillerde sünnete, daha genelde dine olan güveni sarsmaktadır.
Konumuzla ilgili olarak, Hz. Peygamber’in hayatından öğrenilmesi gereken en önemli derslerden biri, merhametle adaleti dengeli şekilde bir arada taşıma yeteneğidir. Özellikle siyer bilgisinin zayıflaması Müslümanların savunmasız kalmasına yol açmakta, Hz. Peygamber’in yolunu doğru tanımayan bir nesil savunmayı da doğru yapamamaktadır.
Müslüman bireyler olarak yapabileceklerimiz aslında herkesin gücü, yetkisi ve yeterliliğiyle doğru orantılıdır. Her konuda olduğu gibi bu hususta da herkesin hesabı bir olmayacaktır. Ortalama bir Müslümana düşen bireysel sorumluluklar konusundaki tespitlerimiz de kısaca şöyledir:
Sonuç olarak, Hz. Peygamber’i sadece kalplerde kalan bir sevgi nesnesine indirgemeden, adalet ve şahsiyet örneği olarak da anlamlandırmak, onurlu ve bilinçli bir duruş inşa etmek zorunda olan ümmetin en önemli vazifesidir.