Mekke'ye Giden Yolda Bir İslam Âlimi: Muhammed Esed

13 Aralık 2009
“Şimdi artık, hiçbir şüphe olmadan, biliyordum ki, elimde tuttuğum kitap Allah kelamıydı; insanoğluna 13 yüzyıl önce gönderilmiş olmasına rağmen, ancak bugün, karmaşık, mekanikleşmiş ve korkulara yenilmiş çağımızda tezahür eden bir şeyi haber veriyordu açıkça.”

Muhammed Esed (Leopold Weiss) 1900 yılında Polonya'da Yahudi alimler yetiştirmiş bir ailede dünyaya geldi. Ailede erkek çocukların birer haham olarak yetiştirilme geleneği hakim olduğu için sıkı bir dinî eğitim aldı. Aldığı eğitim sayesinde Aramice ve İbranice'yi çok iyi öğrenmişti ve bu sayede Tevrat'ı orijinal dilinde inceledi.

İlk gençlik yıllarından itibaren Esed/Weiss bir haham olmak yerine kendisine başka bir kariyer çizmek için çeşitli denemelerde bulundu, ancak hepsinde başarısız oldu. 14 yaşında iken Avusturya'da orduya katılmak için evinden kaçtı, fakat o sırada Avusturya İmparatorluğu yıkıldı. Daha sonra sanat tarihi ve eğitim felsefesi alanlarında çalışmalar yapmak için Viyana'da üniversiteye devam etmeye çalıştıysa da daha sonra bu alanların kendisi için uygun olmadığına karar verdi. Viyana o yıllarda felsefe, dilbilim ve psikoloji alanlarındaki buluşlarıyla ünlüydü. Freud, Alfred Adler ve Ludwig Wittgenstein o tarihlerin Viyana'sının tanıdık simalarıydı. Ancak bu isimler Weiss'ın entelektüel dünyasını tatmin etmeye yeterli olamamışlardı.

Weiss 20 yaşındayken Viyana'yı terk etti ve Berlin'e geldi. Burada telefon operatörü olarak çalışırken önemli bir olayı rapor etti ve daha sonra gazeteci olarak çalışmaya başladı. Bir akrabasını ziyaret etmek için 1922 yılında Avrupa'dan ayrılarak Orta Doğu'ya doğru yola çıktı ve Kudüs'e gitti. Bu ziyaret aynı zamanda onun ihtida yolculuğunun başlangıcı oldu. Weiss Kudüs'te iken Araplar ve Müslümanlar hakkındaki görüşleri değişti. İslam dininin Müslümanların günlük yaşamlarını nasıl doğrudan etkilediğini görünce hayranlık içinde kaldı.

Weiss Berlin'e geri döndükten sonra Frankfurter Zeitung Gazetesinde çalışmaya başladı. Bir gazeteci olarak Filistin, Mısır, Suriye, Irak gibi birçok ülkenin devlet başkanları ile görüştü ve bu ziyaretler onu İslam dinine daha da yakınlaştırdı. 26 yaşındayken Berlin'deki küçük bir Müslüman cemaatinin başkanının huzurunda Müslüman oldu. Hz. Muhammed (sav)'e hürmeten "Muhammed" ismini ve aslan anlamına gelen "Esed" soyadını aldı. Elsa adında bir bayanla evlendi, işinden ayrıldı ve Hac vazifesi için Mekke'ye gitti. İslam dinine geçmesinden 30 yıl sonra Esed hayatında neden bu denli önemli bir manevi değişiklik yaptığını şu sözlerle anlatacaktı:

Viyana o yıllarda felsefe, dilbilim ve psikoloji alanlarındaki buluşlarıyla ünlüydü. Freud, Alfred Adler ve Ludwig Wittgenstein o tarihlerin Viyana’sının tanıdık simalarıydı. Ancak bu isimler Esed’in entelektüel dünyasını tatmin etmeye yeterli olamamışlardı.

"1926 yılının Eylül günlerinden biriydi; Elsa ile birlikte Berlin metrosunda, birinci mevki kompartımanlardan birindeydik. Birden gözlerim karşımda oturan adama takıldı; görünüşe bakılırsa varlıklı, başarılı bir işadamına benziyordu. Düzgün kılığı, göz dolduran görünüşüyle bu adamın, o günlerde Orta Avrupa'nın her yerinde göze çarpan refah havasını çok iyi yansıttığını düşünüyordum. Halk şimdi iyi giyiniyor, iyi besleniyordu ve karşımda oturan adam da bu bakımdan bir istisna değildi. Ama adamın yüzüne bakınca, onun hiç de mutlu bir adam olmadığını sezinledim. Yorgun görünüyordu; sadece yorgun değil, vahim denebilecek ölçüde mutsuz. Gözleri ilerde, belirsiz bir noktaya boş bakışlarla takılıp kalmış, dudakları adeta ıstırap içinde kasılmıştı. Fakat bu ıstırap bedenî bir ıstırap gibi görünmüyordu şüphesiz. Sürekli adamı izleyerek kabalık etmiş olmamak için gözlerimi yana çevirdim ve onun yanındaki şık giyimli bayana çevirdim gözlerimi. Bu bayanın yüzünde de garip, mutsuz bir ifade vardı; sanki ona acı veren bir şeyi düşünüyor ya da tecrübe ediyor gibiydi. Ve o zaman gözlerimi kompartımanda dolaştırıp bütün öteki yüzlere, istisnasız hepsi iyi giyimli, iyi beslenmiş şehirli insanların yüzlerine baktım birer birer: Ve bu yüzlerin hepsinde aynı gizli ıstırabı yansıtan ifadeyi görebiliyordum; bu ıstırap öylesine gizliydi ki o yüzlerin sahipleri bile bunun farkında değildi.

Tanık olduğum durumun üzerimdeki etkisi o kadar güçlüydü ki bunu Elsa ile paylaştım. Elsa, insanın özelliklerini incelemeye alışmış bir ressamın dikkatli gözleri ile etrafına bakmaya başladı. Daha sonra şaşkınlık içerisinde bana döndü ve şöyle dedi; ‘Haklısın. Sanki hepsi cehennem azabı çekiyor gibi görünüyorlar. Merak ediyorum, acaba kendileri bunun farkında mı?'

Mekke’ye Giden Yol her şeyden önce bir insanın öyküsünü, modern insanın huzursuzluğunu ve yalnızlığını, tutkularını ve ihtiraslarını, mutluluğunu ve hüznünü, endişesini ve bağlılığını, öngörüsünü ve insaniyetini anlatmaktadır.

Farkında olmadıklarını biliyordum. Çünkü eğer farkında olsalardı, her gün daha fazla refah, daha fazla alet edevat ve belki birbirlerinin üzerinde daha fazla tahakküm gücü elde etmekten başka umutları, ‘hayat standartlarını' yükseltmek arzusundan başka bir amaçları ve gerçeklerle örülmüş bir inançları olmadan, hayatlarının böylesine boş sürüp gitmesine göz yumamazlardı herhalde.

Eve döndüğümüzde, daha önce okumakta olduğum ve masamın üzerinde açık duran Kur'ân nüshasına gözüm ilişti. Rutin olarak kitabı kaldırmak için elime aldım. Fakat tam kapamak üzereydim ki, gözüm açık sayfaya takıldı ve okumaya koyuldum:

Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı. 

Hayır; ileride bileceksiniz!

Hayır, Hayır! İleride bileceksiniz!

Hayır, kesin olarak bir bilseniz...

Andolsun, o cehennemi muhakkak göreceksiniz.

Yine andolsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz.

Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz? [Tekâsür; 1-9]

Bir an öylece sessiz kaldım. Sanırım Kitap elimde titredi. Sonra onu Elsa'ya uzattım ve şöyle dedim, ‘Bunu oku. Bu, bugün metroda gördüğümüz durumun cevabı değil mi?'

Bütün şüpheleri bir hamlede gideren bir cevaptı okuduğum. Şimdi artık, hiçbir şüphe olmadan, biliyordum ki, elimde tuttuğum kitap Allah kelamıydı; insanoğluna 13 yüzyıl önce gönderilmiş olmasına rağmen,  ancak bugün, karmaşık, mekanikleşmiş ve korkulara yenilmiş çağımızda tezahür eden bir şeyi haber veriyordu açıkça."

Esed Mekke'de iken eşi vefat etti. Prens Faysal'ın babasının daveti üzerine kendisi Mekke'de kaldı. Burada altı yıl geçirdi ve kendisini dinî yönden eğitti. Arapça, Kur'ân, Hadis ve İslam Tarihi konularında çalışmalarda bulundu. Müslüman toplulukları araştırmak için Hindistan'a gitti ve Muhammed İkbal ile tanıştı.

İkbal, Esed'i takdir etmişti ancak İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi nedeniyle o burada fazla kalamadı. Esed 1947 yılında Pakistan'a taşındı ve Pakistan Dışişleri Bakanlığının Orta Doğu Biriminde görev yapmaya başladı. Burada Pakistan ile diğer Müslüman toplumlar arasındaki ilişkileri geliştirmeye çalıştı. 1952 yılında Mekke'ye Giden Yol adlı kitabını yazmak için işinden ayrıldı ve 1992 yılında İspanya'da hayata gözlerini yumdu.

Mekke'ye Giden Yol 1954 yılında basıldı. Bu kitap İslam dinini tanımayan ya da İslam düşüncesine karşı olan kişiler için temel olarak bir cevap niteliği taşımaktaydı.

İsmail İbrahim Navvab'ın belirttiği üzere bu kitap aynı zamanda Esed'i Müslüman olduğu için ve kendisini Müslümanlarla özdeşleştirdiği için eleştirenlere bir cevaptır. Navvab'ın eser hakkında yazdığı bazı satırlar şu şekildeydi:

"Mekke'ye Giden Yol bize macera ve gerçeğin peşindeki bir adamın portresini sunmaktadır. Kitap bir yönüyle manevi bir otobiyografi, bir yönüyle yazarın İslam dini ve Araplar hakkındaki sezgisel anlayışlarının bir özeti, bir yönüyle de etkileyici bir seyahatnamedir. Dopdolu maceralar, düşünceye dalma anları, renkli anlatım, mükemmel tasvirler ve canlı anekdotlarla dolu olan Mekke'ye Giden Yol her şeyden önce bir insanın öyküsünü, modern insanın huzursuzluğunu ve yalnızlığını, tutkularını ve ihtiraslarını, mutluluğunu ve hüznünü, endişesini ve bağlılığını, öngörüsünü ve insaniyetini anlatmaktadır. Kitabın yazarı harikulade, heyecan verici ve insanın içine işleyen gözlemlerle dolu olan muazzam bir edâ, büyük bir yaşama zevki ve derinden bağlı olunan dinî inançlar sergilemektedir. Yazar kitabı yazma amacına önemli ölçüde ulaşmıştır: Hiç kimse İslam dini ile ilgili daha iyi bir idrak sahibi olmadan bu kitabı okuyamaz."