Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Nas: Sana Firar Ediyorum



Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.

Bu Ramazan,  hayatımız bir kez daha sakinleşecek ve bir kez daha durulacak az da olsa.

Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.

“Sığınırım” demekle kalmayacağım elbet. Mademki Rab Sensin, abd/kul olmak düşüyor bana. Demelerimi olmalara çevireceğim. Ağzımdan çıkanın ardına düşeceğim. Sözümün eri olmak için çabalayacağım. Senin ilkelerince var olacağım.

“De ki…”

“De” dediğini diyorum: “euzu biRabbi’nnas” Cılız nefeslerimi, solgun heveslerimi, Söz’ünün altın sütununa tutturuyorum. Kesik sesimi, ince duyuşunun, latif işitişinin avuçlarına bırakıyorum. Darlanmış kelimelerimi, dağınık hecelerimi,  kırık dökük cümlelerimi, utangaç iç çekişlerimi terk ediyorum. Sızılarımı, sancılarımı, korkularımı, tereddütlerimi, hüzünlerimi, kederlerimi, gamlarımı şefkat yüklü kelamının kalbine koyuyorum.

“…sığınırım Rabbine insanlığın; şerrinden sinsi vesveseler fısıldayanın.”

“Kendini başına buyruk bil!” diye fısıldıyor nefsim. “Sen sana yetersin!” diyor çokları. Kendi bildiğimce yaşamaya hevesleniyorum. Serbest sanıyorum kendimi. “Canım ne isterse yaparım!” diye biliyorum. “Bana kim ne karışır”lardayım. Sınır yok isteklerime. Sonu gelmiyor tüketmelerin. Kimseler kesmiyor sesimi. Elime vuran yok. Gözümün gördüğüne kanıyorum. Zannımı gerçek sanıyorum. Aldanıyorum. Ağına takılıyorum hayâllerin. Kendimce önemlilerim var. Vazgeçilmezlerimi aklımca seçiyorum. Değer yargılarımı keyfimce belirliyorum. Kalabalıkların onaylamasını doğru buluyorum. Çoğunluğa tâbi olmanın, sürüye karışmanın konforunda sürükleniyorum. Çok oluşumuza güveniyorum. Yalnız değilim diye avunuyorum. Revaçta olanları, rağbet edilenleri, el üstünde tutulanları, heveslerimize göre belirliyoruz. Tenin hazzı öne çıkıyor. Ben’lerin kibri alkışlanıyor. Hep beraber, birbirimize yaslana yaslana, heva ve hevesi, şehvet ve hırsı rab ediniyoruz. Beğenilerimizin eksenine çıkarlarımız, nefsî özlemlerimiz yerleşiyor.

Oysa Rabbi Sensin insanlığın. Biricik değer kaynağısın. Senin değer vermenle gerçekleşiyor insanlığımız. İstiyorsun ki Sana firar edelim. Umuyorsun ki, keyfi değerlerden sıyrılalım. Üflemelere, telkinlere, vesveselere direnelim. Gözlerimizi kapatalım görsel çekimlere. Kulaklarımızdan silelim işitsel propagandaları.

Kenara çekiliyorum kalabalıklardan. Bir Seni Rab biliyorum. Bana dokunuşlarını seve seve kabulleniyorum. Uzakta değil, hep yanımda olduğumu biliyorum. “Yukarıda” değil, hayatımın her detayında var olduğunu görüyorum. Attığım adımları, sesimin kıvrımlarını, sözümün titremelerini, içimin ah’larını, gizli göz kaçırmalarımı, dudak bükmelerimi, nefes alış verişlerimi, sessiz hıçkırıklarımı, boğazıma düğümlü “keşke”lerimi biliyorsun. Önemsiyorsun beni. Her halimi düzene koymak istiyorsun. Beni benim elimden kurtarmak istiyorsun. İsraf ettirmek istemiyorsun şunca emek verdiğin sanatını. Belli.

“…[kul oluyorum] Rabbine insanlığın.”

“Sığınırım” demekle kalmayacağım elbet. Mademki Rab Sensin, abd/kul olmak düşüyor bana. Demelerimi olmalara çevireceğim. Ağzımdan çıkanın ardına düşeceğim. Sözümün eri olmak için çabalayacağım. Senin ilkelerince var olacağım. Başkalarının değer verdiği hallerde değil, Senin değer verdiğin hallerde olacağım. Başkalarının beğenilerine göre değil, Senin beğenilerine göre davranacağım. İtibarımı Senin nazarında arayacağım. Sade Sana görünme derdinde olacağım. Kendimi yalnız Sana beğendirme telaşında kalacağım. Yerdiklerini yereceğime söz veriyorum. Övdüklerini övüncüm biliyorum. Senin kınadığın hallerden kaçınıyorum. Beni kınayanlara da kınamalarına da aldırış etmiyorum. Sana sığınıyorum.

“… Sığınırım Melikine insanlığın; şerrinden insanların göğüslerine fısıldayanın.”

Kendimi bildiğimden beri sahip olma iddiasındayım. Çoğaltma telaşına kapılanlardanım. “O benim, şu da benim olsun!” diye diye geçirdim ömrümü. Dahası “Niye o benim değil ki” kaygısındayım. “Niye elimden çıktı ki şu” diye üzüle üzüle yanıyorum. Değil “benim” dediklerim “ben” bile bana ait değilim. Sahip oldukça, çoğalttıkça, istifledikçe, yığdıkça “ben” deyişim kavileşecek sanıyorum. “Ben bana aitim!” demeleri haklı kılmak için genişletiyorum mülkiyet alanımı. Serveti kalkan yapıyorum zayıflığıma. Zenginlikle kapanacak sanıyorum ayrılık yaraları. Çoğalttıkça dinecek sanıyorum fani olmanın acıları.


Kenara çekiliyorum kalabalıklardan. Bir Seni Rab biliyorum. Bana dokunuşlarını seve seve kabulleniyorum. Uzakta değil, hep yanımda olduğumu biliyorum. “Yukarıda” değil, hayatımın her detayında var olduğunu görüyorum.

Melik Sensin. Ben de “benim” diye bildiklerim de Senin elinde. Hiçbir şey bana ait değil. Sadece yanımda eşya. O da şimdilik! Çoğunluk aksini söylüyorlar her fırsatta. Yalnız kalıyorum bunu söylerken. Nasıl da birbirimize aldatmaya hevesliyiz öyle. Tükenmez bir çabayla servet yarıştırıyoruz. Nefes nefese koşarken, sığ tebessümlerle yatıştırıyoruz birbirimizi. “Bir sorun yok; telaşlanma!” diyor reklam panoları. “İşler yolunda, meraklanma!” diye fısıldıyor ışıltılı bulvarlar. Unutturuyoruz işin aslını birbirimize. Kül serpiyoruz yakıcı gerçeğin üstüne. Mâlik değiliz. Sahibi olamadık olamayız hiçbir şeyin. Nefesimizin bile. Sen izin verdiğin için yan yanayız servetle. Hayat şimdilik yanımızda. Sadece şimdilik. Alıp gidiyor başını hazlar. Sırtını dönüyor lezzetler. Yüz çeviriyor huzurlar bir an’dan bir sonrakine. Şimdilik yan yana akıyoruz zamanın nehrinde. “Sen sana aitsin” diye fısıldamalara kanıyoruz yine de. O fısıltıları taşıyan nefesler de Sana ait oysa. Sabit değil hiçbir şey. Kum fırtınasındayız. Uyuyoruz sadece.

[teslim oluyorum] Melikine insanlığın.

Hem Seni niye Rabbim kabul etmeyecekmişim ki! Kim beni bu kadar güzelce yoğurabilir? Kimler bunca iyiliğimi düşünür? Malikim Sensin. Sana aitim. Sahibimden başka kim bilebilir değerimi? Kim zayi olmamam için sahiden çırpınır ki? Elden gitmeyeyim diye, düşmeyeyim diye uçuruma, ateşe atılmayayım diye merhametini ince yağmurlar gibi toprağıma başka kim indirebilir ki? Melikim Sensin. Beni ben yaptığını nasıl unuturum! Sahibimsin. Sahibimsen, elbet Senin dilediğince var olmak, olabileceklerin en güzelidir. Senin çağırdığın yere yürümektir yolların en hayırlısı. Sana rağmen olmalar ölüdür. Başkalarını Sana öncelemeler faydasızdır. Boşunadır Senin huzurundan kaçmalar. Sahibim Sensin; Sana bırakıyorum nefesimi, sesimi, sözümü…

sığınırım İlahına insanlığın, şerrinden [sinsi vesvese üfleyenin ve insanların göğüslerine fısıldayanın ki] hem insanlardan hem görünmez [cin]lerden [böyleleri var.]

Sana sığınmaya çağırman beni, sadece gördüklerim yüzünden değil. Görmediğim tuzaklar da var ayakucumda. Varlığını bilemediğim dost yüzlü düşmanlar da var. Yanıma yaklaştığını fark edemediğim yol kesiciler var. Görünmez eller uzanıyor yakama. Gizli kuyulara düşüyor ümitlerim. Tükeniyor enerjim. Soğruluyor emeğim. Aşinası olduğum, içimin ısındığı yüzlerde aradığımı bulamıyorum. Biz insanlar birbirimize ısındıkça avuntu oluyoruz birbirimize. Aldanışımızı alkışlıyoruz. Yanılgılarımızı beyaza boyuyoruz. Hatırladıkça yakıcı gerçeği, birbirimizin göğsünde unutmalara yatıyoruz.

Şeffaf bir deli gömleği giydirilmiş gibi üzerimize. Elimiz kolumuz bağlı. Çıkamıyoruz şu cendereden. Boşa çırpınıyoruz. Utanamıyoruz bile ettiklerimizden. Sesi yüksek çıkıyor diye kanıyoruz söylenenlere. İçimizin içinde sinsi bahaneler üretiyoruz. Kendimizi kandırdığımız akıl yürütmelerin izini süremiyoruz. Sinsi. Gizli patikalar döşüyoruz günahlar ülkesine. İncecik çatlaklardan sızıyoruz çirkinliğin kuyusuna.

Döndüm Sana. Yüz çevirdim her şeyden. İlahımız Sensin elbet. Ne istersen öyle olmaya hazırım. Sendeyim; başkalarında kalamam. Ne umduysam Sende buldum ben, Sen de umduğunu bende bul ya Allah…

“[iman ettim] İlahına insanlığın…”