Prof. Dr. Nafiz Hammad, ömrünü hadis ilmine adamış Gazzeli bir akademisyen. Meridyen Derneği tarafından düzenlenen XI. Hadis ve Siyer Araştırmaları Ödülleri kapsamında “Gazze’de şehit düşen hadis ve siyer âlimlerine ithafen” Onur Ödülü takdim edilen Prof. Hammad, yaklaşık iki yıldır Türkiye’de yaşıyor. Kendisiyle Gazze’deki hadis ilmi faaliyetlerini, akademik yolculuğunu, öğrencilerini, 7 Ekim sonrasını ve Filistin direnişini konuştuk.
Okurlarımızın sizi tanıması için hayat hikâyenizden bahseder misiniz? Nerede doğduğunuz, hangi okullarda okudunuz?
1956 yılında, Gazze’de “Şatı” (Al-Shati) isimli bir çadırkentte doğdum. Şatı kelimesi Arapçada “sahil” demek. Bu çadırkent, Gazze’de sahil kesimine bakıyordu. Eğitim hayatımın ilk merhaleleri hep Gazze’de geçti. Sonra Ürdün’e geçtim ve orada mühendislik eğitimi aldım. Lisans dönemini Medine’deki İslam Üniversitesi’nde geçirdim. Kahire Üniversitesi’ndeki Darül-Ulum bölümünde yüksek lisans ve doktora yaptım. Ardından Gazze İslam Üniversitesi’nde ders vermeye, hocalık yapmaya başladım. 40 yıl boyunca burada ders verdim. 2002 yılında profesör oldum. Bizde bir de “Mütemeyyiz Profesör” (Üstün Profesörlük) diye bir unvan var, profesörün üstü, 2015 yılında bu unvan, 2017 yılında da Onursal Profesör unvanı verildi.
Çalışma alanlarınız ne hocam?
Benim asıl ilgi alanım hadistir. Hadis alanında araştırmalar yapıyor, kitaplar yazıyorum. Yirmi ülkede yetmişe yakın yayınlanmış makalem var. Yaklaşık 25 tane de kitap kaleme aldım.
Neden hadis alanında çalışmayı seçtiniz?
Bana göre en önemli şey hadisin ve sünnetin araştırılmasıdır. Sahih bir hadiste şöyle geçer: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” Ama Kur’an’ı bilmemiz için hadisi de bilmemiz lazım. Hadis, Kur’an’ı tefsir ediyor çünkü. Tefsir, fıkıh, akaid ve tarih kitaplarının çoğunda sahih olmayan hadisler var. Bunların ayıklanması lazım. Diyelim ki bir hadisi araştırıyorsunuz, bu hadisi anlamadan önce o hadisin sahih olup olmadığının bilinmesi lazım.
Gazze İslam Üniversitesi’nde nasıl bir hadis eğitimi veriliyor?
Hocalar çok iyiler, öğrencileri zorluyorlar çalışmaları ve üretmeleri için. Zaten üniversite sıralamalarında da Avrupa’dakileri göre üst sıralarda. Öğrenci yalnızca hadis eğitimi almıyor orada, hem hadis okuyor hem cerh-tadil yapıyor, bunları teker teker derinlemesine inceliyor.
Hadis tarihi alanında özellikle yoğunlaştığınız konular hangileri?
Hadisin tüm alanlarıyla ilgili çalışmalar yaptım ama asıl alanım hadislerin yazılması meselesi. Bir de sahabenin hadislerden nasıl emin olduğu, izledikleri metot. Hadis alanında on ikiden fazla kitabın tahkikini yaptım. En çok önem verdiğim şey Müslim’i ve Buhari’yi savunmak. Sadece bu konuda on iki kitap yazdım. Zekeriya Güler’le karşılaştık Türkiye’de bir programda, benim bir kitabımı derslerinde okuttuğunu söyledi. Buna çok şaşırdım, beklemiyordum. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde de lisansüstü eğitimde okutuluyor. Şu an Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde hocalık yapan bir arkadaşımız, Fahrettin Yıldız, bu kitap üzerine makale yazmak istediğini söylemişti yıllar önce. İsmail Lütfi Çakan, Fahrettin Yıldız’ın hocasıydı, o yönlendirmiş. Beni arayıp izin istedi. 2014 yılında İslam Araştırmaları dergisinde yayınlandı o makale. (Not: İlgilileri için, Prof. Hammad’ı konu alan iki Arapça kaynak bulunuyor. İlki, Mescid-i Aksa imamlarından Dr. Yusuf Salama’nın hazırladığı “İsra Diyarından Âlimler” [1 علماء من أرض الإسرى] ikincisi ise Dr. Ahmed Dhumaida’nın doktora tezi olan “Prof. Dr. Nafiz Hüseyin Hammad’ın Sünneti Nebeviye Hizmetindeki Gayretleri” [الأستاذ الدكتور نافذ حمّاد وجهوده في خدمة السنة النبوية وعلومها])
7 Ekim sonrası yaşanan süreçte öğrencilerinizden bazılarının şehit olduğunu biliyoruz…
Hadis alanında yüksek lisans ve doktora yapan öğrencilerimden ilk şehit, 7 Ekim’de, ilk gün şehit oldu. İsmi Mustafa’ydı. Ben onun danışmanıydım. Doktora tez savunmasını iki hafta kadar önce yapmıştı. Sonrasında hadis alanında tahsil yapan dokuz öğrencimiz daha şehit oldu. Bazılarına danışmanlık yaptım, bazılarının jürilerinde bulundum. Fotoğraflarımız var o günlerden. Onlar hem mücahit hem murabıtlardı. Evlerinden çıkmıyor, Gazze’yi terk etmiyorlardı. Oradan oraya göç etmediler.

Böylesi ağır bir savaş ortamında ilmi çalışmalar nasıl sürdürülüyor peki?
7 Ekim’den önce de savaş vardı. Sürekli bombalama oluyordu. Bir yere bomba düşüyordu, başta insanlar kaçıyor, dağılıyordu ama hemen sonra işlerine geri dönüyorlardı. 7 Ekim’den sonra bombalamalar daha sık ve şiddetli hale gelince bile ilmi çalışmalar devam etti. Online olarak biz ders yapmaya devam ettik. Bazı öğrenciler mesela Gazze’de yaşıyor ama yurt dışında bir okulun öğrencisi. O bombaların altında, savaşın içinde online olarak derslere katılıyorlardı. Tez savunmalarını o ortamda yaptı birçoğu. Yahudilerle karşılaşmaya, onlarla yüzleşmeye, İsrail saldırılarına alışıktır Gazze halkı. 7 Ekim sonrası da değişmedi bu, herkes elindeki imkânların elverdiği ölçüde işini sürdürmeye gayret etti.
Şu an Gazze ile iletişiminiz var mı? Hocalarla, talebelerle görüşüyor musunuz?
Evet, orada hâlâ çalışmaya devam edenler var. Bir online hadis grupları var, ben de oradayım, bana da ders verdirtiyorlar. Sürekli görüşüyoruz, takip ediyorum oradaki öğrencilerimizi. Kütüphanem vardı Gazze’deki evimde. 5000’e yakın ciltten oluşan büyük bir kütüphaneydi. Bombalamada evim yıkıldı, sadece kütüphanem ayakta kaldı. Ben de Gazze Üniversitesi dekanını aradım ve tüm kitaplarımı üniversiteye hediye ettim. Her zaman görüşüyoruz onlarla.
Okul dışında da ilim meclisleri, hadis halkaları var mı Gazze’de?
Evet var. Hatta benim kendi derslerim vardı, evime gelirlerdi. Yaklaşık 30 kişilik bir ders halkam vardı. Aynı şekilde mescitlerde, camilerde de bu tür ilim meclisleri vardır Gazze’de. Programlar düzenlenir, hocalar çağrılır, bazen ilmi bazen de başka konularda sohbetler yapılır. Beni de çağırırlardı, gidip ders anlattığım olurdu.
Bu buluşmalarda neler okunuyor?
En çok Sahihi Buhari dersleri yapılıyor. Buhari’nin bölümleri kısım kısım okunuyor, el yazmaları tahkikatı yapılıyor. Ve bazen de hiçbir şey okunmadan, doğaçlama bir şekilde sohbetler oluyor. Bir tane kitap yazdım Veda Haccı’nın anlaşılması üzerine mesela, Veda Haccı ile ilgili hadislerden bahsettiğim, bu kitabı da takip ediyorduk.
Hadis tarihi yazıcılığı çalışmalarında ilmi önceliğe sahip konular neler sizce?
Türkiye’de de popüler olan bir söylem var, hadisler Hz. Peygamber’den bilmem kaç yıl sonra yazıldı diye. Benim araştırmalarım bunun üzerine. Peygamber Efendimiz’den ta o sahabenin söylediği ana kadarki zamanı inceliyorum. Bu meseleler üzerine çok çalışılması gerekiyor. Hadislerin de Kur’an gibi Peygamber Efendimiz’den nakledildiğinin, onunla beraber yazıldığının anlatılması daha fazla gerekiyor.
Türkiye’de de örneklerini gördüğümüz hadis karşıtlığı konusunda neler düşünüyorsunuz?
Bekir Kuzudişli’nin bu konuya değinen bir kitabı (Not: Aile İsnadları’nı kast ediyor) var. O kitap çok önemli. Hadisleri kabul etmeyenler aslında İslam’ı kabul etmiyorlar. Görüşleri de çok zayıf. Bekir Hoca’nın kitabı bunlara en iyi cevaplardan biri.
Arap coğrafyası ne durumda bu konuda?
En çok Mısır’da var, hadislere ve dolayısıyla İslam’a saldıranlar. Bir de Fas’ta böyle bir damar var. Türkiye’deki gibi bunlar, kısım kısım. Bir kısmı mealci bir kısmı direkt ateist. İslam’ı kabul etmiyorlar ama ona saldırmak için yine İslam’ı seçiyorlar. Bir kısmı da hadisleri reddetmiyor ama akılcı davranıyor; bazı hadisleri kabul ediyor bazılarını etmiyorlar. Türkiye’dekilerle çok benziyorlar bu yönden. Filistin’de ise böyle bir şey neredeyse hiç yok.

7 Ekim’den bir süre sonra Türkiye’ye geldiğinizi biliyoruz. Burada nelerle meşgulsünüz?
Ders vermiyorum şu anda. Araştırma yapıyor, kitap yazıyorum. 6-7 tane kitabevinin yayınlarının tahkiklerini yaptım, yapmaya da devam ediyorum.
Gazze’deki günleriniz nasıldı peki? Geçmişten bugüne neler değişti şehirde?
Bütün hayatımı Gazze’de, Filistin’de geçirdim ben. Bir sebep olmadığı müddetçe Gazze’den çıkmadım. Bu sebepler de ya ilmi ya da hac ve umre gibi şeylerdi. Eğitim için Medine’ye, Kahire’ye gittim. Onun dışında ara sıra Kuveyt’e gidiyordum akademik, ilmi toplantılar için. Bir de hac için Medine’de iki sene kaldım, müftülük yaptım. Hayat çok basitti Gazze’de. Yaşadığımız evler kerpiçti. Fakirlik vardı, insanlar üzerlerinde ne varsa onlarla göç ettiler. Gazze’ye yaklaşık kırk kilometre uzaklıktaki bir köyde yaşıyorduk biz. 1967’de Yahudiler Gazze’ye girdi ama 1948’de Filistinlilerin bir kısmı zaten göç etmek durumunda kalmıştı. 2005 Oslo Anlaşması’na kadar İsrail’in askeri varlığı devam etti orada, her şey Yahudilerin kontrolündeydi. 2005, 2008, 2014, 2021 ve en son 2023’te sürekli olarak Gazze’ye saldırdı İsrail. Elektrik onların elindeydi. Bazı günler 4 saat, bazı günler 3 saat verilirdi. Onlar ne kadar verirse… Bazı günler hiç verilmiyordu. İnsanlar bu durumda ilk ne yapacaklarını düşünmeye başladılar. Jeneratörler getirildi, güneş enerjisinden faydalanma yoluna gidildi. Yiyecek sıkıntısı savaş zamanı dışında yoktu. Sınır kapısı İsrail’in kontrolündeydi ama savaş olmadığı durumda ticaret devam ediyordu. Elbise, kumaş vs. Türkiye gibi ülkelerden geliyordu. Tabii doğrudan Gazze’ye değil, Yafa’ya iniyordu; satıcılar oradan alıp Gazze’ye getiriyordu. Kuşatma altında olduğumuzu, bir yerden başka bir yere seyahat etmek istediğimizde anlıyorduk en çok. O noktada çok fazla zorluk çıkartıyor çünkü İsrail, izin vermiyor. Öyle bir ayarlıyorlardı ki o süreci, gitmek istediğin yere ulaşman için gereken vasıtaya istesen de zamanında yetişemiyorsun. İşte o zaman bir kuşatma altında olduğunu hissediyorsun.
7 Ekim’den sonra yaşananlara ilişkin sosyal medya ve televizyonlarda gördüklerimiz hepimizi derinden etkiledi, siz de bu sürecin ilk aylarında oradaydınız, neler yaşadınız?
Ben yüz gün kaldım Gazze’de 7 Ekim sonrasında. 25 Ocak’ta çıkabildim. Yüz gün boyunca beş defa yer değiştirerek, göç ede ede gelebildik Türkiye’ye. Medyada gördüklerinizin fazlası var eksiği yok. İnsanlar sokaklarda, çadırlarda yatıyorlar. Sokakların da çadırların da durumu çok kötü üstelik. Açlıktan ölen insanlar var. 7 Ekim’den önce gördüğümüz, tanıdığımız boylu poslu adamların 7 Ekim sonrası bir deri bir kemik kaldığına şahit olduk. Zenginlerimiz vardı, her şeylerini kaybettiler. Filistinliler dışında başka bir milletin başına böyle bir şey gelse bu kadar dayanabilirler miydi emin değilim. Mesela daha dün yağmur yağdı ve tüm çadırlar battı, mahvoldu. Bunlara rağmen Filistinliler hep “Hasbunallahu ve ni’mel vekil nimel Mevla ve ni’me’n nasîr” diyerek sabrediyorlar.
Hafızanın diri tutulması için nasıl bir bilinç aşılıyor Filistin halkı kendi çocuklarına?
Geçmişle kıyasladığımızda, bugünkü çocuklar ve gençler çok daha bilinçli Filistin’de. Daha küçük yaşlardan itibaren şunu biliyorlar: Yahudiler topraklarımızı çaldılar, vatanımızı işgal ettiler, buradan gitmeleri lazım. “Onlarla sonuna kadar mücadele etmeliyiz” bilinciyle yetişiyorlar. Bir tabir vardır, büyükler ölür küçükler unutur diye, şimdi onun tam tersi. Yaşları ne kadar küçük olursa olsun, çocuklar unutmuyor. Hatta eskiye göre çok daha fazla biliyorlar.
Filistinli Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki ilişkileri nasıl yürüyor?
Filistin denildiğinde üç bölüme ayırmak gerekiyor: Gazze, Batı Şeria ve 1948’de işgal edilen, bugün üzerinde Yahudilerin yaşadığı Filistin. Gazze’den 2005’te çıktılar. 1948’de işgal edilen Filistin’deki hayat, sivil bir hayattır. İşgalden sonra bazı Filistinliler orada kaldılar, çoğaldılar ve İsrail vatandaşlığı aldılar, bu yüzden durumları farklı. Batı Şeria’da ise askeri bir yönetim var. Yani İsrail ordusu orada, dolayısıyla sıradan insanlar gibi birlikte yaşamıyoruz. Sivil Yahudiler, yani öğretmen, sağlık çalışanı, memur gibi kimse yok, sadece ordu ve askeri araçlar, kamplar, bir de “yerleşimci” dedikleri işgalciler var. Batı Şeria’daki durum bu. Ordu insanları kontrol ediyor, yüzlerce kontrol noktası koyuyor. Örneğin buradan yakındaki bir camiye gitmek için belki bir saat, bir buçuk saat harcamanız gerekiyor çünkü engeller var. Yerleşimciler topraklara el koyuyorlar çünkü 1993 Oslo Anlaşması’na göre Batı Şeria üç kısma ayrıldı: Bir kısmı Filistinlilerin doğrudan kontrolüne, bir kısmı askeri yönetime, bir kısmı ise müzakere sonrasında Filistin’e bırakılacaktı. Ancak Yahudiler bu anlaşmalara uymadılar, şehirlere girip istedikleri yerlere yerleştiler ve anlaşmaları ihlal ettiler.
İnsanlar bu şartlarda geçimlerini nasıl sağlıyorlar?
Yahudiler, İsrail güvenliği dedikleri şeye çok önem veriyorlar. O yüzden normalde bir Filistinli İsrail’le savaşmasa, onlarla anlaşma yoluna gitse çok rahat bir yaşam sürebilir. İsrail böyle bir Filistinliye dokunmaz. Ama onlar topraklarımızı işgal ettiler. Bunu bildiğimiz için karşı çıkıyoruz. Öyle olunca da İsrail durmadan saldırıyor. Gazze’de insanlar arazilerini işleyip mallarını satıyorlar. Birçok fabrika var üretim yapan. Ticaret yapmak istediğinde de istediğin yerden mal getirtebiliyorsun fakat o mal doğrudan Gazze’ye gelmiyor, İsrail kontrolündeki limanlara geliyor. Bazı ailelerin çocukları da başka ülkelerde çalışıyor ve Filistin’deki ailelerine para gönderiyorlar.
Müslümanlar, dünya halkları olarak bizler Gazze için, Filistin için ne yapabiliriz?
Kişisel olarak insanların yapabileceği şeyler belli. Dua, maddi yardım, yürüyüş tarzı eylemler… Hafızayı hep diri tutmak gerekiyor. Onun dışında, bu konuda asıl sorumluk alması gerekenler hükümetlerdir. Hükümetlerin resmi olarak bir tavır alması, harekete geçmesi gerekiyor. Birçok Arap ülkesinde, İslam ülkesinde cihat etmek isteyen insanlar var ama hükümetleri onları engelliyor. Tabii bu devletleri de anlıyorum. İsrail’in ardında Amerika Birleşik Devletleri var, onların güçlü silahları var. Onunla karşı karşıya gelmek istemiyorlar, savaşamayacaklarını düşünüyorlar. Çok fazla insan bu süreçte zarar göldü. Özellikle 7 Ekim’den sonra Gazze’de zarar görmeyen hiç kimse kalmadı. İnsanlar evsiz kaldı, yüzlercesinin eli ayağı yok oldu. Buna son verecek adımların atılması gerekiyor.