Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

İslam'ı Doğru Tanıtmak İçin Hz. Peygamber'i Tanıtmak Gerekir

1 Şubat 2013 Cuma Sonpeygamber.info / Röportajlar

İster Batı için olsun, ister Müslümanların kendileri için, İslam’ın Peygamberi’ni anlamanın ve tanıtmanın en iyi yolu onun hayat tarzına atıfta bulunmaktır; hayatında gerçekleşen büyük olaylar üzerinde değil, kişiliğini oluşturan ufak detayların üzerinde çalışmaktır.


Tarık Ramazan, Avrupa’nın tanınmış ve önde gelen Müslüman entelektüellerinden. Geçtiğimiz yıllarda Peygamber İzinde adıyla Türkçe çevrilen bir siyer eseri de bulunuyor.

Tarık Ramazan’la günümüz İslam dünyasının temel problematiklerinden Hz. Peygamber’in anlatılması ve tanıtılması, Avrupa’nın Müslümanlara yönelik ayrımcı politikaları ve diyalog konularında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Kelime-i Tevhid üzerindeki anlam yorumlamasıyla incelikli mesajlar veren Ramazan, Müslümanların günümüz problemleri karşısında izlemeleri gereken stratejiler konusunda da önemli fikirler sundu.

 

-İslam’ı tanıtmanın en iyi yolunun İslam’ın Peygamberi’ni anlamak ve onun hayatını öğretmek olduğunu söylüyorsunuz. Sizce Peygamberimiz’i dünyaya tanıtmanın en iyi yolu nedir?

-İster Batı için olsun, ister Müslümanların kendileri için, İslam’ın Peygamberi’ni anlamanın ve tanıtmanın en iyi yolu onun hayat tarzına atıfta bulunmaktır; hayatında gerçekleşen büyük olaylar üzerinde değil, kişiliğini oluşturan ufak detayların üzerinde çalışmaktır.

Direkt olarak olaylara odaklanmak yerine, O’nun hayatında gerçekleşen bazı olayların arkalarında yatan şeyleri anlamak çok daha önemlidir. Örneğin, O’nu genç bir öksüzken ya da fakirken bu tür durumlarla nasıl başa çıktığına bakarak tanımaya çalışabilirsiniz. Tüm bunları, biyografileri, ilkeleri, vizyonu ve yaklaşımları gibi pek çok farklı kaynaktan çıkarmak mümkündür. İşte bunlar Batı’daki ve hatta Türkiye’deki bizim gibi insanlara yardımcı olabilecek şeylerdir.   

Buradan hareketle, Peygamber’in İzinde isimli, Türkçe ve Arapçaya çevrilen kitabımı yazdım. Bu kitap, bundan hem manevi hem de çağdaş bir bakış açısından kendilerine öğretici bir şeyler çıkarmaları için tüm toplumlara benden bir armağan olsun istedim.

O’nun hayatını daha iyi nasıl anlayabilmemizi sağlayacağını düşündüğüm yöntem şudur: Sadece ahkâm hadislerini değil, kuralları vurgulayan fakat O’nun hislerini, eşlerine, çocuklarına ve kızlarına nasıl davrandığını da ortaya koyan diğer tüm hadisleri ve Peygamber’e özgü davranış biçimlerini de dikkate almak. 

- Hz. Peygamber zamanındaki koşullarla modern dünyadaki hayat arasında çelişkiler var mı?

-Evet var. Örneğin kelime-i tevhid; insanın kendisini egosundan kurtarıp özgür bırakmasıyla ilgili olan her şeyi kapsar. La ilahe illallah kişinin kendi benliğine geri dönmesi, kişinin kendini nefsinden arındırması, özgür bırakması anlamına gelmektedir. Bize Yusuf Suresi’nde; nefs-i emmare denilerek gösterilen şey;  kötü ve dünyevi tutkuların baskısı altında olduğumuz ve etrafımızın bunlarla sarılı olduğu, daha sonrasında söylenen ise dünyanın insanlar için güzelleştirildiği ve etkileyici bir yer haline getirildiğidir.

İslam’ın özünde insanın kendisini egosundan kurtarması, özgür bırakması vardır; fakat konu çağdaş dünyaya geldiğinde, Türkiye’ye, Batı’ya veya Müslüman çoğunluğa sahip herhangi bir devlete baktığınızda, her şeyin tamamen tüketimle, modayla ve egoyla ilgili olduğunu görüyorsunuz. Bu bir çelişkidir; çünkü moda tamamen dış görünüşle ilgiliyken, maneviyat tamamen içinizde olanla alakalıdır. Bu duruma dikkat etmek gereklidir.

Örneğin, şu anda önümüzde bireyci bir yaşam tarzı var; İslam ise tamamen dayanışma ve adaletle ilgilidir. Yani, kültürle ilgili olarak şunu söyleyebilirim ki, İslam müziğe ve filmlere karşı değildir, fakat bunun sınırları vardır; Sanat mutlaka ahlak dairesinde kalmalıdır. Şu anda, ahlaki değerler içermeyen bir sanatımız var, bu yüzden de bu alanda yaratıcı olmak zorundayız. Bunlar hepimizin karşılaştığı çelişkiler. Ayrıca kalkıp da her şeye haram (yasaklanmış) demek bir işe yaramayacak çünkü her şey haram değil. Haram olan şeyler de var, güzel olan şeyler de ve bence bu yüzden bu tür konulara farklı bir açıdan yaklaşmaya ihtiyacımız var.

İslam’ın özünde insanın kendisini egosundan kurtarması, özgür bırakması vardır; fakat konu çağdaş dünyaya geldiğinde, Türkiye’ye, Batı’ya veya Müslüman çoğunluğa sahip herhangi bir devlete baktığınızda, her şeyin tamamen tüketimle, modayla ve egoyla ilgili olduğunu görüyorsunuz.

-O zaman Müslümanların gelecek nesli için böyle bir dünya yaratılabileceği fikrine iyimser mi bakıyorsunuz?

-Evet, Türklerin, Arapların, Afrikalıların genç nesillerinden ve Batılıların ikinci, üçüncü ve ilerleyen nesillerinden de görülebileceği üzere, artık bu konuya nazaran yapmaları gereken daha fazla şey olduğunu anladıklarını; dolayısıyla da artık daha yüksek bir sorumluluk anlayışına sahip olduklarını düşünüyorum. Dolayısıyla da, bu enerjiye sahip olduğumuz için iyimserim. Bu durum diğer bir yandan da tehlikeli, çünkü kişi kendi sınırlarını bilmek zorundadır. Helal olanla haram olan net bir şekilde belirtilmiştir. Dolayısıyla, bu sınırları bilmek önemlidir. Biz genç nesillerin böyle sınırlar olduğunun farkına varmalarını ve bu sınırlara saygı göstermelerini arzu ediyoruz.

-Peki, Batı’nın Müslümanlara yönelik politikalarına ne diyorsunuz? Sizce bu politikalar başarılı olup da Müslümanları tehlikeli bir durumda bırakacak mı?

-Zaten daha şimdiden birçok ülkede Müslümanları çok zor durumlarda bırakıyorlar. Benim de ülkem olan İsviçre’de dört tane minaremiz var ve şu an dördü de yasaklandı. Sürekli olarak, New York Şehir Kulübü’yle tekrardan başlatılmış olan “Avrupa’nın İslamlaştırılması”nı ya da “Amerika’nın İslamlaştırılması”nı durdurmakla alakalı konuşmalar yayılıyor. Durum gerçekten de çok zor; Müslümanlar her yerde damgalanıyor ve sömürülüyor. Dolayısıyla, artık bizim bu durumu aşmak için geliştirilebilecek stratejinin ne olabileceğine dair daha iyi bir mantık belirlememiz gerekiyor, fakat durum sadece Avrupa’da değil Batı’nın tamamı, Amerika ve benzer yerlerde oldukça zor olarak nitelendirilebilir. Amerika’ya yaptığım 10 günlük ziyaretten yeni döndüm ve orada gerçekleşen söylemlerden ötürü gerçekten çok endişeliyim. Örneğin, Washington’da kongreyi gerçekleştirdiğimiz otelin önünde “Amerika’nın İslamlaştırılmasını durdurun… İslam burayı ele geçiremeyecek” diyerek eylem yapan bir grup insan vardı. Bizim aleyhimize çalışan bu tip gruplar ve lobiler var ve bunlar endişelenmemize yol açacak gerekkçeler. Daha fazla şey yapmalıyız.  

Ben buradayım, “ben Avrupalıyım, Amerikalıyım, Kanadalıyım” demekte bir problem yok, fakat ben tam da diğerleri gibiyim demiyorum. Ben katkıda bulunuyorum; fazladan bir şey veriyorum ve bu verdiğim benim ahlak değerlerim; topluma ahlaki katkım.

-Bu problemlerin üstesinden gelmek için ne gibi stratejiler uygulanabilir?

-Strateji sadece şu anki gibi kriz zamanlarında ya da zor zamanlarda ittifak oluşturmak değil. Artık birçok Müslüman Hıristiyanlarla, Yahudilerle, ateistlerle ve agnostiklerle iletişim kuruyor. Bence bu güzel bir şey, fakat aslında uzun vadede önemli olan, nasıl vatandaş ya da genel toplumun bir parçası olacağınız ve toplumunuza nasıl katkıda bulunup diğer vatandaşlarla sadece İslam bağlamında değil kalıcı anlamda nasıl iletişime geçeceğinizdir. Varlığınızı kendiniz bile farkına varmadan normalleştirmeniz gerekiyor. Ben buradayım, “ben Avrupalıyım, Amerikalıyım, Kanadalıyım” demekte bir problem yok, fakat ben tam da diğerleri gibiyim demiyorum. Ben katkıda bulunuyorum; fazladan bir şey veriyorum ve bu verdiğim benim ahlak değerlerim; topluma ahlaki katkım. İşte bu nokta Müslümanların aşırı uçlarda değil, genel toplumun bir parçası olarak, görünür hale gelerek devreye girdiği yerdir. 

-Konferansın içeriğinde diyalog konusundan bahsedildi ve ayrıca birçok kişi tarafından da bu konu eleştirildi. Sizce diyalogun sınırları ne olmalı ve Müslümanlar diyalog konusunda nasıl bir duruş sergilemeli?

-Tıpkı konferanstaki konuşmacılardan birine söylediğim gibi; bu soruya eğer diyalog kurmaktan korkuyorsak, o zaman problem bizim içimizdedir diye cevap vermek gerekir. Diyalog kurmaktan korkmamalıyız. Dolayısıyla sınır, almak istediğiniz riske bağlı olarak değişir; eğer siz diyalog kurmaya karar verip de sonucunda sahip olduğunuz ilkeleri kaybederseniz o zaman tabi ki de böyle bir diyalogun içinde bulunmamalısınız. Fakat Müslümanlar diyaloglara kendi benliklerini kaybetmek için katılmazlar, aksine, bu diyaloglarda değerlerini vurgulayacak şekilde kendilerini ortaya koymalılar. Biz “diğerlerini” dinlemekten korkmuyoruz; güzel olanı kabul edip, kötü olanı bırakıyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’inde söylediği gibi, açık görüşlü olmalıyız: Sizi, birbirinizi tanımanız için farklı milletler ve kabileler olarak yarattık. [Hucurat; 13]

Bu yüzden karşılıklı etkileşim, olması gereken bir şey.

 


Tarık Ramazan Kimdir?

Prof. Tarık Ramazan İslamiyet üzerine çalışmalar yapan 1962 Cenevre doğumlu, Mısır kökenli bir entelektüel ve akademisyendir. İslam’da yenilik ve doğru yorumlama üzerine 100’den fazla kasedi bulunan Prof. Tarık Ramazan Oxford üniversitesi St. Antony's College'da ve Londra'daki Lokhai Foundation'da araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Ramazan’ın, Türkçe’ye çevrilmiş kitaplarından bazıları: İslam: Medeniyetlerin yüzleşmesi (2003), İslami Yenilenmenin Kökenleri: Afgani'den El-Benna'ya Kadar İslam Islahatçıları (2005), Avrupalı Müslüman Olmak: Avrupa Bağlamında İslami Kaynakların İncelenmesi (2005).