Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Ailesi İbrahim Canan'ı Anlatıyor

27 Aralık 2010 Pazartesi Dosyalar / İbrahim Canan


 

Bir gün kahvaltı yaparken uyuklamaya başladı. “Baba ara ver biraz yollarda öleceksin, kötü haberin gelecek” dedim. Babam da "Yolda ölmeyeyim de nerede öleyim. Bana sohbetleri bırak evde otur dersen benim için bunlar beddua niyetine geçer. Öleceksem de yollarda öleyim, ne mutlu bana” dedi.

Merhum Prof. Dr. İbrahim Canan’ı ailesine sorduk. Hayatını Hz. Peygamber’in mesajının günümüze taşınmasına adayan Canan’ın ailesinin bizimle kendisi hakkında paylaştıkları, onun hayatının her saniyesini Sünnet’e göre şekillendirdiğini gösteriyordu. Bir baba olmanın ötesinde çocuklarıyla bir arkadaş, onların öğretmeni ve rehberi olarak yaşamını sürdürdüğünü öğreniyoruz ailesinden. Gündelik yaşamda sahip olduğu hassasiyetler onun Sünnet’e ne derece bağlı olduğunu gösterir nitelikte.

O devasa eseri Kütüb-i Sitte tercümesini Canan’ın nasıl kaleme aldığını kızı Belkıs Canan anlattı. Sosyolojisi öğrencisi kızı Hilal Canan ise bölüm tercihinde babasının etkili olduğunu söylüyor.

İşte en yakınlarının anlatımıyla örnek bir hadis âliminin Kur’ân ve Sünnet eksenli yaşantısı…

Zarife Canan (Eşi): Kur’ân ve Sünnet ile içi içe yaşadı. Hoca dünya evinden çok ahiret evinin güzel olması için uğraştı. Eşim toplum içinde asla mevkisinden bahsetmezdi. Her zaman son derece mütevazı oldu. Sünnet olarak hayatına geçirdiği şeylerin en başında ibadetlerin vaktinde eda edilmesi yer alırdı. Özellikle namaz konusunda çok hassastı. Namaza ezan okunmadan hazırlanır, aldığı her abdest için de muhakkak 2 rekât namaz kılardı. Kendisi evin hem imamı hem müezziniydi. Namazı umumiyetle ev içinde cemaatle kılardı. Hanefi mezhebinden olmasına rağmen Şafii mezhebindeki kurallara da riayet eder, abdest aldığında kendisine dokunmamı istemezdi. Kendisine sebebini sorduğumda: “İmam Şafii de önemli bir ilim âlimi. Bu konuda farklı bir görüş varsa riayet edip neden bunun da sevabından hissedar olmayayım” derdi. Zekât hususunda da çok titizdi. Bir örnekle anlatayım. Her sene kulağımızdaki küpeye kadar çıkarttırır ve tek tek ne kadar geldiklerini hesaplardı. Hocadan altınları her sene tartacağı yere tahmini zekâtını vermesini söylediğimde: “Tamam fazla verelim ama önce borcumuzu bilelim” derdi. Çevresindekileri de bu konuda dikkatli davranmaları konusunda uyarır, muhakkak hesaplarını bilmelerini isterdi. Eşimin Sünnet’e dayalı hayatında en çok uyguladığı bir diğer konuda iktisat idi.  Elektirik, su ve buna benzer güncel hayattaki kullanımlarda iktisada aşırı riayeti vardı. Bir peçeteyi dahi ziyan etmezdi. Efendimizden örnek verir; “Hz. Peygamber nehir kıyısında da olsak suyu iktisatlı kullanmamızı ister” derdi. Sofrada Sünnet sevabı alacağım diye tabakta bir kırıntı dahi bırakmazdı. Zamanı lüzumsuz harcayan yani boşa vakit geçiren insanlara kızardı. Bazen bir telefon gelir: “Hocam akşam tırnak kesilir mi?” diye sorulurdu. Eşim: “Acaba bu insanlar 5 vakit namaza bu kadar titizleniyor mu?” diye bize hayıflanırdı.


İbrahim Canan Hoca Sünnet’e uygun bir hayat yaşadı. Adeta her dakika yapacağı iş belliydi. Hz. Peygamber’in : “Bir işten yorulduğunuzda başka bir işe yönelin” hadisini uygulayarak hiçbir zaman boş vakit geçirmedi.

Ayrıca bir konudaki titizliğini de belirtmek istiyorum: Eşim devlet malını asla hor kullanmadı. Okulda özel işlerinde kullanacağı kalemleri ve kâğıtları kendi parası ile alırdı. Bir gün kızlarımdan biri okulda yanına uğramış ve odada iken dolabından bir kâğıt çıkarmış. Hoca kızıma kâğıdı nereden aldığını sorup, onun okula ait bir eşya olduğunu öğrenince çıkarıp kendi kâğıtlarından vermiş. Okulda özel telefon görüşmelerini öğrenciler gibi ankesörlü telefondan yapardı. Sıraya girip bekler, ondan sonra aramalarını yapardı. Bazı durumlarda odasındaki telefonu kullandığında aradığı numaraları tek tek ajandasına yazardı. Daha sonra gelen faturalarla konuştuğu numaraları eşleştirir ve bunların borcunu öderdi. Erzurum’da görevli iken kaldığı lojmanda ücretsiz kullanılan sıcak su vardı. Fakat kullanmamıza müsaade etmezdi. Bu konudaki titizliğini: “Bu suda tüyü bitmemiş yetimin hakkı var” diye açıklardı. 

İbrahim Canan Hoca Sünnet’e uygun bir hayat yaşadı. Adeta her dakika yapacağı iş belliydi. Hz. Peygamber’in : “Bir işten yorulduğunuzda başka bir işe yönelin” hadisini uygulayarak hiçbir zaman boş vakit geçirmedi. Yorulduğu an elindeki işleri değiştirir, kendine vakit kazanırdı. Hocanın gıybet yaptığına şahit olmadım. Hoca’nın en güzel huylarından biri de helallik alarak evden çıkmasıdır. Kısacası Kur’ân’ı ve Sünnet’i hayatına adapte etmiş bir insandı.

 

Hilal Canan (Kızı, Fatih Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğrencisi): Babam vefat ettiği gün en son benimle görüştü. Annem evde olmadığı için bana beraber kahvaltı yapalım diye ısrar etti. O gün okuldan derslerden bahsettik. Babam deyince aklıma daha çok onunla uğraşmalarım geliyor. Evin en küçüğü olduğum için O da benimle uğraşmayı severdi. Fatih Üniversitesi Sosyoloji bölümü 3. sınıf öğrencisiyim. Bölüm tercihi yaparken babam: “Avrupa’da insanlar çocuklarını sosyal alanlara yönelterek akıllıca bir toplumsal yöneliş içinde. Bizde ise aileler hep sayısal alanlara yönlendirme yaparak büyük bir yanlışa zemin hazırlıyor” demişti.  Babam bu bölümü tercihimde teşvik edici oldu.

 

Fatih Üniversitesi Sosyoloji bölümü 3. sınıf öğrencisiyim. Bölüm tercihi yaparken babam: “Avrupa’da insanlar çocuklarını sosyal alanlara yönelterek akıllıca bir toplumsal yöneliş içinde. Bizde ise aileler hep sayısal alanlara yönlendirme yaparak büyük bir yanlışa zemin hazırlıyor” demişti.
 

Belkıs Canan (Kızı, Gıda Mühendisi):“Hayatın amacı nedir?” diye sorarsak insanlara, herkes kendi düşünce dünyasının genişliğine, bakış açısına, hayat anlayışına göre bir cevap verecektir. Büyük çoğunluk “mutluluğu” ilk sıraya oturturken, kimileri “zenginlik”, kimileri “başarılı olmak” ... diyecektir. Ve asla küçümsenmeyecek kâmil insanlar grubu da “rıza-yı ilahiyi kazanmak” diye tanımlayacaklardır bu amacı. İşte ben de, bu son grubun bir üyesi olarak tanımlayabilirim babamı: Hayatını rastgele yaşamayan, bir hedefe oturtmuş, hedefinden emin, gözü, kalbi oraya kilitlenmiş, rıza-yı ilahiyi isteyen idealist bir insan.

Ayet “Niçin yapmadıklarınızı söylüyorsunuz” diye uyarıyordu bilip de yapmayanları. Öğrendiklerini yaşardı, yaşadıklarını tavsiye ederdi. Bizlere yapmamızı tavsiye ettiği hiç bir şey yoktu ki, kendi yapıyor olmasın, yapmamamızı tembihlediği hiç bir şey de yok ki kendisi yapıyor olsun. “Ya hayır söyle ya sus” hadisinden yola çıkarak, kelimelerini hesap gününü düşünerek dillendirirdi. Yollarda caddelerde yürürken duyduğumuz, insanların normalmiş gibi rahatlıkla konuşmalarında kullandıkları küfürler, kaba hitaplar, dedikodular, onun dilinden “hesabı nasıl verilir, Allah hesabını sorunca ne büyük bir utanç kaynağı olur” endişesiyle hiç sadır olmamıştı. 

 “Az da olsa devamlı olan makbuldür” diyordu Allah Rasulü (sav). Bu kutlu söz ömrünün yaklaşık 10 yılını alan en kıymetli meyvesi olarak nitelendirilebilecek on sekiz ciltlik eseri Kütüb-i Sitte tercümesinin rehberi olmuştu adeta. Özellikle sabah namazlarından sonraki zamanları başta olmak üzere, ömrünü büyük bir titizlikle programlayarak, nakış işler gibi sabırla satır satır işlemişti bu eseri.


Çok sevdiği o güzel insan Said Nursî Hazretlerinin benzetmesiyle, “dünya misafirhanesine, meşherine davet edilen ahali”den biriydi. Başını kaldırdı, o sergiyi gezdi. Ayetleri dinledi, gördü. “Marifetle, muhabbetle mukabelede bulundu.”

“İnsanoğlu kıyamet günü şunların hesabı sorulmadıkça yerinden ayrılamaz; zamanını nerde nasıl harcadığı...” Hayat kısaydı, hedef büyüktü ve yapılacak çok iş vardı. Bu da zamanı çok daha kıymetli hale getiriyordu. Kılı kırk yararcasına dikkatle kullanırdı zamanını. Bu hassasiyet, “Parayla zaman satın alınabilseydi tüm malımı bunun için verirdim” dedirtirdi ona. “Mâleyâniyât” diye nitelendirdiği, ahireti için hiç bir faydası olmayan, zaman öldürücü her şeyden kaçışını, zaten haber programları ve bir kaç program dışında televizyon seyretmeyişinin dışında anlatacak en güzel örneklerden birisi; çok güzel yapmasına rağmen annemi yaprak sarması yaparken görünce, “zamanını boşa harcama, yaprakları pirince doğra gitsin” diyerek gösteriyordu. Belki de yeme içme zevkinin tabulaştırıldığı günümüzde “insanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır” hadisini de hatırlatarak derin bir zaman anlayışını dile getiriyordu.

Evet, 69 yıllık bir yolculuktu onunki. Çok sevdiği o güzel insan Said Nursî Hazretlerinin benzetmesiyle, “dünya misafirhanesine, meşherine davet edilen ahali”den biriydi. Başını kaldırdı, o sergiyi gezdi. Ayetleri dinledi, gördü. “Marifetle, muhabbetle mukabelede bulundu.”

Ve inşallah hedefine ulaşmıştır diyoruz…

 

Esranur Canan (Kızı, Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat Fakültesi Öğrencisi):Ölümünden 4 ay önce babam yoğun bir konferans dönemine girmişti. Günde üç-dört konferansa girdiği oluyordu. Bir gün kahvaltı yaparken uyuklamaya başladı. “Baba ara ver biraz yollarda öleceksin, kötü haberin gelecek” dedim. Babam da "Yolda ölmeyeyim de nerede öleyim. Bana sohbetleri bırak evde otur dersen benim için bunlar beddua niyetine geçer. Öleceksem de yollarda öleyim, ne mutlu bana” dedi. Tam konuştuğumuz gibi dört ay sonra haberi geldi.