Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Asabiyetin Tebliğe Menfi Etkisi

2 Mart 2015 Pazartesi Dosyalar / Irkçılık


Sakif kabilesi ileri gelenlerinden Ümeyye b. Ebi Salt, Ebû Süfyan'a Abdümenafoğullarından bir peygamberin çıkacağını haber verdiğinde, Ebû Süfyan Hz. Peygamber'den bahseder. Bunun üzerine Ümeyye arkadaşına derhal O’na inanmasını tavsiye eder. Ebû Süfyan, kendisinin niçin Müslüman olmadığını sorduğunda şu cevabı alır: “Ben, Sakif kadınlarının Abdümenafoğullarından bir gence tabi olduğumu duymalarından utanışım sebebiyle onu peygamber olarak kabul etmem.”

Hz. Muhammed (sav), peygamberliğini ilan etmesiyle birlikte Mekke’de büyük bir muhalefet hareketiyle karşılaştı. Atalarının dinine bağlı kalma düşüncesi, menfaat ve nüfuzun elden gitmesi endişesi gibi sebepler Mekke ileri gelenlerinin Hz. Peygamber'e karşı çıkmalarına yol açtı. [1] Onların tebliğe muhalefet etmelerinin en önemli sebeplerinden biri de Kureyş içinde geçmişe dayanan kabile mücadeleleridir. Hâşimoğullan'ndan bir peygamber çıkmasıyla bu ailenin tekrar eski gücüne ulaşacağını ve kendilerine üstünlük sağlayacağını düşünen rakip kabileler, tüm güçleriyle İslam dininin yayılmasını engellemeye çalışmışlardır.[2] Bu dönemde asabiyet mücadelesinin İslam'a karşı tavır alıştaki boyutunu Ebû Cehil'in şu sözleri açıkça ortaya koyar:

“Biz Abdümenafoğulları ile şan ve şeref yönünden şimdiye kadar çekiştik durduk. Onlar halka yemek yedirdi, biz de yedirdik. Onlar bağışta bulundular, biz de bulunduk. Onlar arabuluculuk yapıp diyet yüklendiler, biz de yüklendik. Şimdi kulak kulağa giden yarış atı durumuna gelince, onlar  ‘şimdi bizden kendisine vahiy gelen bir peygamber var' dediler. Biz bunun dengin nereden bulup çıkaracağız. Vallahi hiç bir zaman onu tasdik etmeyiz.”[3] "Ona vahiy geldiği gibi bize de vahiy gelinceye kadar onun peygamberliğini kabul etmeyiz." [4]

Ebû Cehil bu sözlerinde Hz. Peygamber'in gerçek peygamber olup olmadığı hususunu hiç dikkate almamıştır. Onun hadiseyi değerlendirmesindeki ana eksen kabile ruhu, yani asabiyettir. Buna göre Peygamber’in ne dediği değil, hangi kabileden olduğu önemlidir. Cahiliye dönemi Arap sosyal hayatının şartları göz önüne alındığında, kabilesinden olmayan birisine itaat etmek, bir peygamber olsa dahi onu kabul etmek pek kolay değildir. Ebû Cehil bu görüşüyle Hz. Peygamber'i bir rasûl olarak değil, rakipleri Haşimoğulları'nın istikbalde itibar ve gücünü yükseltecek bir kabile mensubu olarak görüyordu. Onun dile getirdikleri, esasında bu sözler Rasûlullah (sav)'ın kabilesine rakip olan hemen tüm Mekke kabile reislerinin hâkim düşüncesini yansıtmaktadır. [5]

Hz. Peygamber'in tebliğine karşı çıkışta kabile asabiyeti sadece Kureyş içinde geçerli değildi. Kureyş haricindeki diğer kabileler de İslâm'ı genelde asabiyet çerçevesinde değerlendirmişlerdir. Sakif kabilesi ileri gelenlerinden Ümeyye b. Ebi Salt, Ebû Süfyan'a Abdümenafoğullarından bir peygamberin çıkacağını haber verdiğinde, Ebû Süfyan Hz. Peygamber'den bahseder. Bunun üzerine Ümeyye arkadaşına derhal O’na inanmasını tavsiye eder. Ebû Süfyan, kendisinin niçin Müslüman olmadığını sorduğunda şu cevabı alır: “Ben, Sakif kadınlarının Abdümenafoğullarından bir gence tabi olduğumu duymalarından utanışım sebebiyle onu peygamber olarak kabul etmem.” [6]  Ümeyye, Hz. Muhammed (sav)'in gerçek peygamber olduğunu açık olarak bilmesine ve arkadaşı Ebû Süfyan'a O’na inanmasını tavsiye etmesine rağmen, kendisi asabiyet sebebiyle İslam'a girmekten imtina etmiştir.

Hz. Peygamber'in tebliğini genelde asabiyet çerçevesinde değerlendiren Mekke kabileleri -bilhassa Haşimoğulları’nın tarihi rakipleri- her türlü imkânı kullanarak İslam'ın yayılmasını engellemeye çalışmışlardır. Bu konuda ilk adım olarak O’nu himaye eden amcası Ebû Talib'e müracaat etmişler ve kardeşinin oğlunu kavmi bölmekle suçlamışlardır.[7] onlar bu hususta ısrarlı olduklarını belirtmek için benzer bir taleple gelmişlerdir. [8] Aynı şahıslar Hz. Peygamber’i kendilerine teslim etmesi karşılığında genç Kureyşli Umare b. Velid’i teklif etmek amacıyla tekrar Ebû Talib’in kapısını çalmışlar [9], nihayet ölüm döşeğinde iken Ebû Talib’i son defa ziyaret ederek Hz. Peygamber’i davasından vazgeçirmesi için iknaya çalışmışlardır. [10]

Mekke müşrikleri bir taraftan Ebû Tâlib nezdinde girişimlerde bulunurken, diğer taraftan da gerek Hz. Peygamber, gerekse O’nun tebliğini kabul eden Müslümanlar üzerine fiziki ve psikolojik baskı uygulamışlardır. Klasik İslam tarihi kaynaklarında Ebû Cehil, Ukbe b. Ebû Muayt, Ümeyye b. Halef, Velid b. Muğire, Hakem b. Ebu'l-As gibi şahıslar, Hz. Peygamber ve ilk Müslümanlara fiziki ve psikolojik baskı yapanların başta gelenleri olarak zikredilir. [11] Kabile reisi konumunda olan bu şahıslar, bilhassa kendi kabilelerine mensup Müslümanları zorla dinlerinden döndürmeye çalışmışlardır.

Müşrik ileri gelenleri Hz. Peygamber'in hareketine katılanlara hayatı olabildiğince zorlaştırdılar. Bu baskılar, genelde bir soyun içinde cereyan ediyordu. Mekke'nin hiçbir siyasi yahut adli teşkilatı yoktu. Her soy, üyelerinden birine karşı işlenen suça karşılık öcünü yahut kan bedelini kendi almaktaydı. Başka bir soydan olan birine el kaldırmak tehlikeliydi. Buna karşılık bir soyun içinde reisin salâhiyeti hemen hemen hiç itiraz görmezdi. Eğer aile reisi kendinden olan bir Müslümana karşı harekete girişilmesini emrederse, bu adamın artık kurtuluş çaresi yoktu, hiçbir yerden yardım göremezdi, çünkü başvurarak kimse bulamazdı. [12]

Bizzat kendi kabile reisleri tarafından hedef alınan Müslümanların, hayat sigortaları olan himayeleri kaldırıldığı için Mekke'de, hatta Hicaz dahilinde güvenlik içinde hayatlarını sürdürmeleri mümkün değildi. Baskılardan kurtulmak ve özellikle can güvenliklerini sağlamak için ilk Müslümanlar Habeşistan'a göç etmek zorunda kaldılar. Bu göçe iştirak edenlerin ekseriyetle yukarıda sunulan sınıflamaya göre C grubuna dahil kabilelere mensup olmaları tesadüf değildir. (Yazar burada; kitabında Ümeyye, Mahzum, Cumah, ve Addüddâr kabilelerini bir arada zikrettiği sınıflandırmayı kastediyor; bknz: “Asabiyet ve Erken Dönem İslam Tarihindeki Etkileri.) İbn Hişam'ın verdiği Habeşistan Muhâcirleri listesinde en fazla olarak Sehmoğulları ve Cumahoğulları'ndan 14'er kişi, Mahzumoğulları'ndan ise 9 kişi bulunmaktadır ki, bu kabilelerin tamamı C grubundandır.[13] Bu bilgiler asabiyetin, kabilelerin bilhassa kendi içlerindeki Müslümanlara karşı tavırlarında ne derece etkinlik gösterdiğine işaret eder.

Hâşimoğullan'nın tarihi rakibi kabilelerinin Hz. Peygamber'in tebliğine karşı tavrı ile ilgili genel bilgiler aktardıktan sonra, bu kabilenin İslam öncesi dönemden beri en belirgin hasmı olan Ümeyyeoğulları'nın ilk Müslümanlara karşı uygulamalarından da özel olarak bahsetmek gerekir. Burada aktarılacak bilgi ve değerlendirmeler, aynı zamanda Emevi-Hâşimi asabiyet mücadelesinin İslami tebliğin başlangıç dönemi tezahürlerini ortaya koyar.

Hz. Peygamber'in gençliği döneminde Hâşimoğullan ailesi, özellikle Abdülmuttalib'in vefatıyla birlikte Mekke yönetimindeki gücünü kaybetmeye başladı. Ne tüccarlığı sebebiyle panayırlarda dolaşmakla meşgul olan Abbas, ne fakirlikle boğuşan Ebû Tâlib, ne de ahlâksız biri olarak tanınan Ebû Leheb babalarının yerini doldurabilecek nitelikteydiler. [14] Ticari faaliyetleri sebebiyle Ümeyyeoğulları Mekke ekonomisinde söz sahibi konuma gelirken, mahalli ticaretle iktifa etmek zorunda kalan Hâşimiler, bu konuda onlarla rekabet edebilecek durumda değillerdi. [15] Peygamberliğin ilk yıllarında, Ümeyyeli reisler Ebû Uhayha Said b. el-As, Ukbe b. Ebû Muayt, Utbe ve Şeybe b. Rebia ile Ebû Süfyan Mekke'nin sözü dinlenen şahıslan haline gelmişlerdi. [16] Siyasi ve ticari alanda tarihi rakipleri Hâşimiler'e üstünlük sağladıkları bir dönemde Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliği vasıtasıyla tekrar eski konumlarına geleceğinden endişelenen Ümeyye kabilesi, politik olarak tebliğin Allah Rasûlü (sav)'nü (say) bir dinin tebliğcisi olmaktan çok Haşimiler’den bir peygamber, yani Hâşimoğulları’nın peygamberi olarak görüyorlar, O’nun ne dediğinden çok kimlerden olduğu hususunu dikkate alıyorlardı. Bu nedenle gerek Hz. Peygamber gerekse Müslümanlar aleyhine oluşturulan muhalefet hareketinin ön saflarında Ümeyyeliler yer almışlardır. Onlar Hz. Peygamber’in davasını Kureyş idaresinde bir değişiklik talebi olarak görmüşler, muhtemel bir değişiklik de mutlaka kendilerinin aleyhine olacağı için, ellerinden geldiğince İslam'ın yayılmasına ve Müslümanların taraftar kazanmasını önlemeye çalışmışlardır.[17]

Ümeyyeliler arasında Hz. Peygamber’e karşı fiziki müdahalede bulunan, hem de O’nun aleyhine gerçekleştirilen siyasi faaliyetlere iştirak eden şahıslar vardı. İlk guruba girenlerin başında Ukbe b. Ebî Muayt gelir. Ukbe, Hz. Peygamber’e saldırıp O’nu boğmaya kalkışmış [18], başka bir günde secde esnasında onun üzerine deve işkembesi koymuş [19], ayrıca diğer müşriklerin kışkırtmalarıyla Allah Rasûlü (sav)'nün yüzüne tükürmüştür. [20]Hz. Peygamber’e hakarette bulunan Ümeyyeliler’in kadın temsilcilerinin başında amcası Ebû Leheb'in karısı Ümmü Cemil gelir. Aynı zamanda Ebû süfyan’ın kız kardeşi olan kardeşi olan Ümmü Cemil, Hz. Peygamber’in geçtiği yollara pislik ve diken atmayı adet haline getirmiştir. [21] Peygamber'in kızları Rukıyye ile Ümmü Gülsüm ile nişanlı olan oğullarını onlardan ayırmıştır. [22]

Müşrik ileri gelenleri Hz. Peygamber'in hareketine katılanlara hayatı olabildiğince zorlaştırdılar. Bu baskılar, genelde bir soyun içinde cereyan ediyordu. Mekke'nin hiçbir siyasi yahut adli teşkilatı yoktu. Her soy, üyelerinden birine karşı işlenen suça karşılık öcünü yahut kan bedelini kendi almaktaydı. Başka bir soydan olan birine el kaldırmak tehlikeliydi. Buna karşılık bir soyun içinde reisin salâhiyeti hemen hemen hiç itiraz görmezdi. Eğer aile reisi kendinden olan bir Müslümana karşı harekete girişilmesini emrederse, bu adamın artık kurtuluş çaresi yoktu, hiçbir yerden yardım göremezdi, çünkü başvurarak kimse bulamazdı.

Ümeyyeliler'den gerek Hz. Peygamber gerekse diğer Müslümanlar aleyhine faaliyette bulunanlar yukarıdaki iki şahısla sınırlı değildi.  Başta Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia ve Ebü Süfyan olmak üzere bu kabile mensupları da tarihi rakipleri olan Haşimiler'clen çıkan Hz. Peygamber'e karşı her türlü düşmanca faaliyetin içinde yer almışlardır. [23] Ümeyyeliler'in muhalefet tavrı, Hz. Peygamber'i davasından vazgeçirmek hususunda iknâya çalışmaktan başlayıp, O’nunla bizzat savaşmaya varıncaya kadar derece derece şiddetlenmiştir. Onlar Mekke döneminde siyasi baskıyı ön plana çıkarmışlar, Hicret sonrasında ise Medine üzerine saldırıları Bedir savaşı hariç bizzat organize etmişlerdir.

Mekke döneminde Beni Ümeyye'nin reisi olan Utbe b. Rebia, birtakım dünyevi menfaat karşılığında İslam'ı yaymaktan vazgeçirmek için Hz. Peygamber'e Mekke ileri gelenlerinin temsilcisi olarak gitmiştir. [24] Yine Utbe'nin başkanlığında kardeşi Şeybe ve damadı Ebû Süfyan da Ebû Talib’e Hz. Peygamber'i uyarması veya O’ndan desteğini çekmesi için çağrıda bulunmak amacıyla giden Mekke heyetin de yer almışlardır. [25]

Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicretinden sonra Ümeyyeliler bu defa Medine'deki Müslümanlar aleyhine her türlü hareketin içinde yer almışlardır. Mesela Ebû Süfyan'ın başında bulunduğu Şam ticaret kervanına Müslümanların saldıracağı haberinin alınması neticesinde meydana gelen Bedir Savaşında bu ailenin tüm ileri gelenleri hazır bulunmuşlardır. Çarpışmalardan önce mübareze için meydana atılan Mekkeliler'in tamamı Ümeyyeliler'dendir. Onlar mübareze taleplerine cevap veren Ensâr'a mensup şahısları kendilerine denk görmedikleri için, Hz. Peygamber'den kendilerine denk olabilecek kişileri karşılarına çıkarmasını istemişlerdir. Nitekim Müslümanlar adına Hâşimiler'den Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ubeyde b. Haris meydana çıkınca onlarla çarpışmışlardır. Bu olay, Ümeyyeli Utbe b. Rebia kardeşi Şeybe ve Utbe'nin oğlu Velid. Hâşimiler tarafından öldürülmüşlerdir. [26] Mübarezenin sonucu Ümeyyeliler’in Hz. Peygamber’in kabilesine duydukları kin ve düşmanlığın en üst düzeye çıkmasına sebep olmuştur. O kadar ki Bedir’den hemen sonra gerçekleşen Uhud savaşında Hz. Hamza’nın öldürülmesiyle teskin olmayan Ümeyyeliler, yıllar sonra meydana gelen ve İslam tarihinin en hazin hadiselerinden kabul edilen Kerbelâ olayını, hem Bedir’de ölen yakınlarının, hem de halifeliği sırasında öldürülen Hz. Osman’ın intikamı olarak kabul etmişlerdir. [27]

Bedir savaşında pek çok aile büyüğünü kaybeden Ebû Süfyan, bu andan itibaren özelde kendi ailesi genelde de Mekkeliler’in intikamını almayı yegane hedef olarak belirlemişti. Onun girişimiyle Müslümanlar üzerine tertip edilen askeri harekat neticesinde Uhud ve Hendek savaşları yapılmış;  bu savaşlarda Ebû Süfyan Mekke ordusuna bizzat komutanlık yapmıştır. Onun Müslümanlar aleyhine faaliyetlerini ancak Mekke’nin fethi durdurmuştur. Huneyn Savaşında Hz.Peygamber ordusunun bir ara mağlup duruma düşmesi onu umutlandırmışsa da savaş Hevâzinliler'in yenilgisiyle sonuçlanınca, Ebû Süfyan Müslümanların hakimiyetine tamamen boyun eğmek zorunda kalmıştır. [28] Bütün bunlar gerek Mekke dönemi, gerekse Medine döneminde Beni Ümeyye'nin Hz. Peygamber ve İslâmiyet'e karşı her faaliyete katıldığı, hatta birçoğunu organize ettiğini ortaya yar. Onların bu tavırlarında cahiliye döneminden beri devam eden Emevi-Hâşimi rekabetinin etkin olduğu açıktır.

 


Dipnotlar:

  1. Şibli. Mevlânâ, Asr-ı Saadet. (çev. Ömer Rıza Doğrul. nşr. O. Z. Mollamehmedoğlu), I-V, İstanbul 1977. I, 159-161. Mekke müşriklerinin davete karşı çıkış sebepleri hakkında geniş değerlendirmeler için bk. Kapar. M. Ali, Hz. Muhammed'in Müşriklerle Münasebeti, İstanbul 1987, s. 113-119.
  2. Kapar. Hz. Muhammed'in Müşriklerle Münasebeti, s. 115.
  3. İbn İshak. Sire. s. 170; İbn Hişam, es-Sire, I. 337: İbn Seyyidinnâs. Uyünül-Eser.l. 11. Beyrut ts. (Dâru'l-Marife), I, 111-112.
  4. Halebi, İnsanül-Uytin. I. 497. Bedir savaşı esnasında Zühreoğulları'ndan Ahnef ve Übey b. Şerik'in Hz. Peygamber'in (say) yalancı olup olmadığını kendisine sormaları üzerine Ebû’l Cehil'in verdiği cevap da aynı mahiyettedir: “Biz ona Emin demiş iken, Allah'a nasıl iftira edilebilir. Çünkü o asla yalan söylemedi. Ama hacıları sulama (silaye), doyurma (rifâcle). danışma (nedve), Abdümenafoğulları’nda olur, ayrıca peygamberlik de onlarda olursa, bize ne kalacak.” (bk. Süheyli, Ravzül-Ünüf, V. 240).
  5. Hz. Peygamber'in vefatına yakın bir dönemde peygamberliğini açıklayan Müseylime'ye, onunla birlikte hareket eden Talhatü'n-Nemrin’in söylediği şu sözler, Ebû Cehil'in söyledikleriyle mantık ve anlam paralelliği taşır: “Senin yalancı olduğuna şehadet ederim. Fakat Rebia oğullarından olan bir yalana, bizim için Mudarlılar’ın doğru olan peygamberinden daha iyidir.” (Taberi, Tarih, III, 286).
  6. Halebi, İnsaniiı-Uytin, 1. 301.
  7. İbn İshak, Sire, s. 194: İbn Hişam, es-Sire, I. 283.
  8. İbn İshak, Sire, s. 135: İbn Hişam. es-Sire, I, 284.
  9. İbn İshak, Sire, s. 131-133: İbn Hişam, es-Sire, l,  285.
  10. İbn İshak. Sire. s. 220-221: İbn Hişam. es-Site, II, 58-59.
  11. İbn Hişam. es-Sire, l, 380-390: İbn Sa'd, et-Tabak:it. I, 201: Belâzüri, Ensib, I. 124: Halebi, ınsanü 1-Uylin, I, 485.
  12. Watt. Hz. Muhammed Mekke'de, s. 72-73.
  13. İbn Hişam, es-Sire. I. 344-352.
  14. Şibli, Asr-ı Saadet, I. 161.
  15. Ömer Ferruh. Tarihu Sadril-İslam, s. 110-111.
  16. Watt, Hz. Muhammed Mekke'de, 5.99-100.
  17. Ömer Ferruh, Tarihu Sadril-İslam, s. 111.
  18. Buhârî, Kitabu Menakıbu’l-Ensar29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 204.
  19. İbn İshak. Sire. s. 192; Müslim Kitabu’l Cihad ve’s Siyer,39.
  20. İbn Hişam. es-Sire, I. 387.
  21. İbn Hişam. es-Sire, I. 380-381: İbn Kuteybe, Kitabu’l Mearif, s.55; Belâzuri, Ensâb, I, 22.
  22. İbnu’l Esir, Üsdü'l-Ğabe, (thk. Muhammed İbrahim- Muhammed Ahmed Aşûr), l-VII. ? 1970. (Kitabü'ş-Şi'b), VII, 384; İbn Hacer, el-İsabe, I-IV, Mısır 1328, IV,490.
  23. Beni Ümeyye'nin Hz. Peygamber'in tebliğine karşı faaliyetleri hakkında bk. Sarıçam. Emevi-Haşimi ilişkileri, s. 107-125; Apak. Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, s. 27-39.
  24. İbn İshak, Sire, s. 187-188. ,
  25. İbn İshak, Sire, s. 133: İbn Hişam. es-Sire, I. 282-284. 285-287, Il. 58-59.
  26. İbn Hişam, es-Sire, II, 277.
  27. Bk. Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s. 329; Demircan, Adnan, İslam Tarihinin İlk Asrında İktidar Mücadelesi, İstanbul, 1996, s. 301.
  28. Vakıdi, Kitabu’l Megazi, (thk. Marsden Jones), I-II, Beyrut 1984, III, 910; İbn Sa’d, et-Tabakat, II, 149.