Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

En Çok Hadis rivayet Eden Sahabilerden Câbir b. Abdullah (ra)

20 Temmuz 2015 Pazartesi Sahabe / Sahabiler


Câbir b. Abdullah (ra), Hz. Peygamber'in özel iltifat ve ilgisine mazhar olan sahâbîlerden sayılır. Nitekim Rasûlullah (sav) bir defasında onu devesinin arkasına bindirmiş, hastalandığı zaman ziyaretine gitmiş, babasının şehadeti dolayısıyla üzüldüğünü görünce, onun Allah Teâlâ'nın iltifatına nail olduğunu haber vererek kendisini teselli etmiştir.

Ebû Abdurrahman ve Ebû Muhammed künyeleriyle de tanınan Câbir b. Abdullah (ra), Miladi 607 yılında Medine'de dünyaya geldi. Ensar'ın iki büyük kabilesinden Hazrec'in Benî Seleme koluna mensuptur. Babası Uhud Gazvesi'nde ilk şehid düşen sahâbî Abdullah b. Amr b. Haram, annesi ise hanım sahâbîlerden Enîse (Üneyse) bint Aneme'dir. [1] Câbir b. Abdullah (ra) risaletin on üçüncü yılında (622) yapılan İkinci Akabe Biatı'na 70 kişilik Medineli grup arasında babası ile birlikte katıldı. [2] Hatta onun heyet içindeki en küçük üye olduğu zikredilir. [3] Câbir (ra), yaşının küçük olması sebebiyle Bedir Gazvesi'ne iştirak edemedi.[4] Daha sonra Uhud'a iştirak etmek için Allah Rasûlü (sav)'ne müracaat etti. Hz. Peygamber de gidip babasından izin aldığı takdirde savaşa katılabileceğini söyledi. Heyecanlı bir şekilde babasına gitti. Ancak babası geride yedi kız kardeşini himaye edecek başka bir kimse olmadığı için onun savaşa iştirakine izin vermedi, ardından da şayet kendi başına bir şey gelirse kardeşlerinin sorumluluğunu onun üstlenmesini istedi. Bu sebeple Câbir (ra) çok arzu etmesine rağmen Uhud'a da iştirak edemedi. Ancak babasının bu savaşta şehit olması üzerine onun vasiyeti gereği aile fertlerinin bakım ve himayesini üstlendi.[5]

Uhud'a mazereti sebebiyle katılamayan Câbir (ra) bu hadiseden sonra Allah Rasûlü (sav)'nün bütün faaliyetlerine iştirak etmiştir. Hendek Harbi öncesinde Müslümanlar bir taraftan hendek kazarak muhasara için hazırlık yapıyor, diğer taraftan da açlık tehlikesi ile mücadele ediyorlardı. Hendek kazmakla meşgul olan sahabîler, bir kaya parçasına tesadüf ederler ve onu bir türlü yerinden oynatamazlar. Hz. Peygamber kayanın üzerine biraz su serpmelerini söyler ve eline aldığı balyozu üç defa taşa vurur, taş param parça olup dağılır. Hz. Câbir der ki: "Dikkat ettim, Allah Rasûlü bu işi yaptığı sırada karnına açlığını bastırmak için taş bağlamıştı." İşte bu sıkıntılı ve ıstıraplı günlerden birinde, Hz. Câbir'in evinde bir miktar arpa ile bir oğlak vardı. Hanımıyla konuşarak, bunları Rasûlullah (sav) ile beraberinde bulunan birkaç sahabiye ikram etmeye karar verdi. Bu amaçla Rasûlullah (sav)'a  gelip yemeğe davet etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Peki, hanımına söyle, ben gelinceye kadar yemeği ocaktan indirmesin, arpa ekmeğini de tandırdan çıkarmasın" buyurdu. Biraz sonra Hz. Câbir Hendek mahallinden ayrılarak evine döndü. Bu arada Peygamberimiz bütün Ensâr ve Muhacirine işittirecek bir sesle, "Ey Hendek ahâlisi! Câbir bir yemek hazırlamış, bizi davet ediyor. Haydi, gidelim" diye çağrıda bulundu. Bunun üzerine açlıktan kıvranan yüzlerce sahabi bu davete icabet ederek Câbir (ra)'in  evinin yolunu tuttular. Sahabiler gruplar hâlinde evin içini ve civarını doldurmuştu. Bu arada, Hz. Câbir bir pişen yemeğe, bir de gelenlere bakarak şaşkınlıktan ne yapacağını bilemiyordu. En sonunda eve Rasûlullah (sav) geldi ve yemeği ortaya koymalarını emretti. Yemeğin başına geçerek gelenlere dağıtmaya başladı. Biraz ekmek alıp, üzerine bir miktar pişmiş et koyarak sıraya dizilmiş olan sahabilere ikram etti. Yüzlerce Müslüman karnını doyurduğu halde birkaç kişilik olan yemek bir türlü bitmek bilmiyordu. Herkes yemeğini aldıktan sonra, Allah Rasûlü (sav) de bir miktar alıp yedi. Ve geride hâlâ ekmek ve et duruyordu. Hadiseye şahit olan ev sahibi Câbir (ra) şöyle der: "Bütün misafirler yemekten ve oğlaktan yediler, gittiler. Daha tenceremiz dolu kaynıyor, daha hamurumuz ekmek yapılıyor. Zira Allah Rasûlü o hamura, o tencereye mübarek ağzını koyup, bereketle duâ etmişti." [6]

Hulefa-i Raşidin dönemini ilim ve cihad faaliyetleriyle geçiren Câbir b. Abdullah (ra), Hz. Ali (ra) ile Muâviye arasındaki ihtilâfta Hz. Ali'nin yanında yer almakla birlikte[8], daha sonraki siyasî ihtilâfların dışında kaldı. Müslümanlar arasındaki ihtilâflardan söz edildiği zamanlarda şu hadis-i şerifi naklederdi: "İnsanlar Allah'ın dinine cemaatler hâlinde girdiler. Yine zaman gelecek, cemaatler hâlinde ondan çıkacaklar".

Câbir b. Abdullah (ra)'ı Hz. Peygamber'in vefatından sonraki dönemde de İslam fetihlerinde aktif bir şekilde görmek mümkündür. O daha ziyade Şam fetihlerine katılmayı tercih etmiştir. Hz. Ebû Bekir döneminde başlayan bu faaliyetler, Hz. Ömer'in halifeliği esnasında aralıksız bir şekilde devam etmiştir. Câbir (ra), Halid b. Velid (ra)'in ordusu içinde Şam muhasarasına iştirak etmiştir.[7] Hulefa-i Raşidin dönemini ilim ve cihad faaliyetleriyle geçiren Câbir b. Abdullah (ra), Hz. Ali ile Muâviye arasındaki ihtilâfta Hz. Ali'nin yanında yer almakla birlikte[8], daha sonraki siyasî ihtilâfların dışında kaldı. Müslümanlar arasındaki ihtilâflardan söz edildiği zamanlarda şu hadis-i şerifi naklederdi: "İnsanlar Allah'ın dinine cemaatler hâlinde girdiler. Yine zaman gelecek, cemaatler hâlinde ondan çıkacaklar." [9] Hz. Hasan'ın halifelikten çekilmesi üzerine Müslümanların idaresini üstlenen Muâviye b. Ebû Süfyân, kumandanlarından Büsr b. Ebû Ertât'ı kendi adına halktan biat almak üzere Medine'ye gönderdiğinde (H.40/M.660), Büsr, Ensar büyüklerinden Câbir b. Abdullah (ra) biat etmeden şehirde kimsenin biatini kabul etmeyeceğini ilân etti. Peygamber şehrinde bir kargaşanın çıkmasından endişelenen Câbir (ra) müminlerin annesi Ümmü Seleme (r.anha) ile istişare ettikten sonra istemeyerek de olsa Muaviye'ye biat etmeye karar verdi. [10] Emevilerin ilk halifesi Muâviye b. Ebû Süfyân Miladi 670 yılında, Medineliler'in Hz. Osman'ı katlettikleri iddiasıyla Hz. Peygamber'in minberiyle asasını alıp Şam'a götürmeye karar verdi. Ancak başta Câbir (ra) olmak üzere Müslüman önderleri bunun yanlışlığını ifade ederek, onu niyetinden vazgeçirdiler. Miladi 692 yılında Halife Abdülmelik'in Mekke ve Medine valisi Haccâc, Medine'ye gelince Hz. Osman'ı şehid ettikleri ithamıyla şehir halkına hakaret etti ve bazı sahâbîlerin elini kurşunla damgalattı. Bu saygısızca girişimden Câbir b. Abdullah (ra) da nasibini almıştır.[11] Hayatının sonlarına doğru gözlerini kaybeden Câbir b. Abdullah (ra) Hicretin 78. (M.697) yılında Medine'de hayata veda etti.[12] Onun doksan dört yıl yaşadığı, öldüğünde de namazını Hz. Osman'ın Medine valisi olan oğlu Ebân b. Osman'ın kıldırdığı rivayet edilmektedir.[13]

Câbir b. Abdullah (ra), Hz. Peygamber 'in özel iltifat ve ilgisine mazhar olan sahâbîlerden sayılır. Nitekim Rasûlullah (sav) bir defasında onu devesinin arkasına bindirmiş, hastalandığı zaman ziyaretine gitmiş, babasının şehadeti dolayısıyla üzüldüğünü görünce, onun Allah Teâlâ'nın iltifatına nail olduğunu haber vererek kendisini teselli etmiştir. Câbir (ra)'in Rasûl-i Ekrem (sav)'e olan yakınlığını gösteren bazı rivayetler hadis kitaplarında önemli bir yer tutar. Bunların en önemlileri şunlardır:

Câbir (ra)'in babası Abdullah bin Amr'ın geride bıraktığı mal çok az olduğu gibi, çok miktarda da borcu vardı. Ancak küçücük bir hurma bahçesine sahip olan Câbir (ra)'in bahçesindeki hurmaların geliri birkaç senede bile babasının borcunu ödeyebilecek durumda değildi. Çoğu Yahudi olan alacaklılar ise hurmaların toplanma zamanı gelince Câbir (ra)'in kapısını çalmaya başladılar. 0 da hurma bahçesinden başka gelirleri olmadığını ve o yılki mahsulün borcunu karşılamaya yetmeyeceğini görünce durumunu Allah Rasûlü (sav)'ne bildirdi. Hz. Peygamber toplanan hurmaları birkaç öbek hâlinde yığdırdı. Sonra da bunlardan en büyük öbeğin yanına oturarak ölçeği eline aldı ve alacaklılardan herkese alacağı nisbetinde hurma vermeye başladı. Hz. Peygamber'in bir mucizesi olarak Câbir (ra)'in bütün borçları ödendikten sonra da hurmaların hiç eksilmediği görüldü.[14]

Başka bir rivayete göre Câbir (ra), Zâtürrikâ Gazvesi'ne gidildiğini duyunca Hz. Peygamber'le birlikte savaşa katıldı. Bu gazveden dönerken onun zayıf ve bakımsız devesinin en geride kaldığını gören Rasûli Ekrem (sav), Câbir (ra)'e devesini çöktürmesini söyledi; sonra da eline aldığı bir sopa ile deveye vurunca dermansız hayvan birçok deveyi geride bırakacak kadar canlanıp süratlendi.[15] Bu sırada Câbir (ra)'le sohbet eden Allah Rasûlü (sav) onun evlendiğini öğrenince bir kızla mı, yoksa dul bir hanımla mı evlendiğini sordu. Evlendiği kadının dul olduğunu öğrenince bir kızla evlenmenin daha iyi sonuçlar doğurabileceğini hatırlatması üzerine Câbir (ra), çocukları başına toplayıp onlarla meşgul olabilecek bir kadını özellikle tercih ettiğini, kardeşlerinin arasına onların yaşında birini getirmeyi doğru bulmadığını söyleyince, Hz. Peygamber onun bu fedakârlığını takdir etti.[16]

Rivayete göre bir yolculuk esnasında Hz. Peygamber, maddi sıkıntı içinde bulunduğunu bildiği Câbir (ra)'den devesini kendisine satmasını istedi. Uzun bir pazarlıktan sonra Medine'ye varınca teslim etmek şartıyla deveyi satın aldı. Gazve dönüşü Câbir (ra) deveyi teslim etmek üzere götürünce, Hz. Peygamber ona olan borcunu ödedi ve deveyi de kendisine hediye etti.[17]

Câbir b. Abdullah (ra) Hz. Peygamber'den, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrah, Hz. Muâz b. Cebel, Hz. Zübeyr b. Avvâm (ra) ve diğer sahabîlerden pek çok hadis rivayet etmiştir. Binden fazla hadis nakleden altı sahâbîden (müksirûn) biri olarak onun 1540 rivayeti hadis külliyatında yer almıştır. Rivayet ettiği hadislerden elli sekizi Buhârî ve Müslim'de, ayrıca yirmi altısı sadece Sahîh-i Buhârî'de, 126'sı da Sahîh-i Müslim'de yer almaktadır.[18] Onun rivayetleri toplu olarak da Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde bulunmaktadır (III, 292–400.) Aynı zamanda Medine'de fetva veren sahâbîler arasında yer alan Câbir (ra)'in verdiği fetvalar bir küçük cüz tutacak hacme ulaşmıştır.[19] Ayrıca onun talebelerinden Süleyman b. Kays el-Yeşkürî'nin kendisinden bir sahîfe yazıp rivayet ettiği kaydedilmektedir. [20] Abdullah b. Üneys'in, Câbir (ra)'in Hz. Peygamber'den duyduğu, üzerinde mazlum hakkı bulunan kimsenin cennete giremeyeceğine dair bir hadisi[21] bizzat onun ağzından öğrenmek maksadıyla deve sırtında Şam'a kadar bir ay süren uzun bir yolculuk yaptığı bilinmektedir. [22]

Mescid-i Nebevî'de bir ilim meclisi oluşturan Câbir (ra)'den faydalanan tabiîler arasında oğulları Abdurrahman, Akıl ve Muhammed ile Saîd b. Müseyyeb, Atâ b. Ebü Rebâh, Hasan-ı Basrî, Muhammed b. Münkedir, Bilâl b. Sa'd, Mücâhid, Şabî, Tâvûs b. Keysân ve Muhammed el-Bâkır gibi âlimler vardır. Sünni kaynaklarda olduğu gibi, Şiîler'e ait eserlerde de Câbir b. Abdullah (ra)'a nisbet edilen birçok rivayet bulunmaktadır. Şiî akîdesinin temel esaslarını meydana getiren Hz. Ali'nin vesayeti, müminler üzerindeki otoritesi, "sırât-ı müstakîm"in o olduğu, on iki imamın dindeki yeri gibi konularda Câbir (ra)'in rivayetlerine bu eserlerde yer verilmiştir. Yine Şiî kaynaklı rivayetlere göre Hz. Peygamber'in İmam Bâkır'a gönderdiği selâmı Câbir (ra) tebliğ etmiştir. [23]

Allah Teâlâ'nın doğrudan Hz. Fatma (r.anha)'ya gönderdiği, imamların adları ile onların hilâfet sırasını belirleyen yazılı belgeyi (levha) Hz. Fâtıma (r.anha)'dan izin alarak yine o istinsah etmiştir. İmam Bakır, Câbir (ra)'le görüştüğü zaman bu belge hakkında ona birtakım sorular sormuş, sonra kendi elindeki belgelerle onun istinsah ettiği nüshayı karşılaştırmış ve ikisi arasında fark bulunmadığını tesbit etmiştir. Ancak bu gibi iddiaların hiçbiri Sünnî kaynaklarda yer almamaktadır.[24]



[1]İbn Sad, et-Tabakat, (thk. Ali Muhammed Umeyr), I-XI), Kahire ts. IV,382; İbn Abdilberr, el-İstîâb fî Ma'rifeti'l-Ashâb, I-VI, Kahire ts, (Dâru Nehdati Mısr), I, 219-220; Zehe-bî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, I-XXIII, (thk. Şuyab Arnavud), Beyrut 1985, III, 189.

[2] İbn Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviyye,(thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts. II, 106.

[3]İbn Abdilberr, I, 220.

[4]Müslim, Cihâd, 145.

[5]İbn Hişam, III, 127; (İbn Sa'd, IV, 383

[6]Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 377.

[7]Zehebî, Siyeru Âlâm, III, 192.

[8]İbn Abdilberr, I, 220.

[9]Ahmed b. Hanbel, III, 390.

[10]İbn Sa'd, IV, 385.

[11]Zehebî, III, 192-193.

[12]İbn Abdilberr, I, 220.

[13]İbn Sa'd, IV, 391-392; İbn Abdilberr, I,220.

[14]Bu-hârî, Vesâyâ, 36, Megâzî, 18.

[15] İbn Sad, IV, 390.

[16]İbn Hişam, III, 216-217.

[17]İbn Hişam, III, 215; İbn Sad, IV, 384.

[18]Zehebî, III, 190–191.

[19]Zehebî, III, 190.

[20]İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzib, IV, 215.

[21]Buhârî, Tevhîd, 32.

[22]Müsned, III, 495; Buhârî, İlim, 19.

[23]Tabersî, s. 262-263.

[24]Kandemir, M. Yaşar, "Câbir b. Abdullah, DİA,VI, 530-531.