Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hicret'ten Bize Kalan

24 Ocak 2018 Çarşamba Dosyalar / Hicret


Müslümanların hayatlarında Hicret, zamanın belli bir sürecinde gerçekleşmiş ve bitmiş tarihsel bir olay değildir. Hicret, idealler ve inançlarla çatışan ve onları baskı altında tutan şartları değiştirme, insanın kendisine yeni imkânlar aramasının bir sembolüdür. Öyleyse belirli şartlar dahilinde Hicret, her ferdin ahlaki görevi ve yükümlülüğüdür.

Hz. Peygamber'in dar aile/kabile çevresinde başlayarak Mekke toplumunda sıkıntı ve eziyetlerle dolu geçen 13 yıllık tebliğ süreci, Medine'ye hicret ile yeni bir merhaleye ulaşmıştır. Bu merhale tüm dinlerin yayılış süreçleri hesaba katıldığında, tarihin kaydettiği en hızlı gelişme ve inkişaflardan birinin başlangıç noktası olacaktır. Bu anlamda Hicret'ten söz etmek Mekke'den Medine'ye göçten veya sadece bir takvimin sıfır noktasından değil, insanlık için yeni bir başlangıçtan söz etmek demektir.

Hicret, çeşitli naslarda dile getirildiği üzere, bir daralma ve sıkıntı halinden veya mekânından çıkarak inanç ve idealleri gerçekleştirmek amacıyla yeni imkânlar ve yerler aramaktır. Bu yönüyle Müslümanların hayatlarında Hicret, zamanın belli bir sürecinde gerçekleşmiş ve bitmiş tarihsel bir olay değildir. Hicret, idealler ve inançlarla çatışan ve onları baskı altında tutan şartları değiştirme, insanın kendisine yeni imkânlar aramasının bir sembolüdür. Öyleyse belirli şartlar dahilinde Hicret, her ferdin ahlaki görevi ve yükümlülüğüdür.

Hz. Peygamber bibirine bağlı iki temel konuyu dile getiren bir hadis ile Hicret'i, İslam ümmetinin zihinlerine ve gönüllerine yerleştirilmiştir: Birincisi, bilhassa İslam hukukçularının, hükümleri değerlendirişlerinde referans noktalarından birisi saydıkları genel bir ilkedir. Bu ilke davranışların değerini, onlara yön veren niyetlere bağlar. Bilindiği gibi Hicret, genç İslam toplumunun ilk ve en önemli toplumsal hareketiydi. Bütün toplumsal hareketlerde beklenebileceği gibi Hz. Peygamber'in öncülüğündeki Hicret'te de farklı amaçlar taşıyan insanların bulunması tabiiydi.

Hz. Peygamber bu duruma dikkat çeker ve aynı fiili yapanların niyetlerine göre farklı karşılık göreceklerini belirtir. Hadiste dile getirilen husus, sevdiği kadınla evlenmek amacıyla hicrete katılan ve Medine'ye gelen Mekkeli bir Müslümanın durumuydu. Hz. Peygamber'in bu kişi hakkındaki hükmü bütün Müslümanların davranışlarında dikkate almak zorunda oldukları evrensel bir ilke sayılmıştır. Hz. Peygamber "Ameller niyetlere göredir. Kim Allah'a ve peygamberine hicret ederse, onun hicreti Allah'a ve peygamberinedir, kim bir kadınla evlenmek amacıyla hicret ederse onun hicreti evlenmek istediği kadınadır" buyurmuştur. Amel ve davranışların niyete göre olması, kişisel veya günlük amaçlarını bir davanın idealleri ve erdemleri altında gizlemek isteyenlere karşı dile getirilen en kesin ve değişmez bir hükümdür. Böyle bir hareketin neresinde bulunursa bulunsun, herkes sadece niyetine göre muamele görecektir.  Başka bir ifadeyle, bir insanın amelinin değerini belirleyecek olan şey sadece ve sadece niyetidir.  Bu yönüyle Hicret'ten öğrenilen en önemli düstur, sürekli niyetlerin gözetilmesidir. Özellikle sûfiler, sürekli niyetin gözetilmesini ve kontrolünü, dindarlığın temel ilkesi saydıkları ihlasa ulaşmanın yolu saymışlardır. Bu yönüyle tasavvuf tam anlamıyla bir niyet tahkiki ve soruşturması sayılabilir.

Hicret'ten bize kalan iki önemli ilke veya görev vardır: Birincisi sürekli niyetlerimizi kontrol ederek, ‘kişisel yeri ve duruşu' tespit etmenin zorunluluğudur. Herkes sadece ve sadece kendi niyetinden ve davranışından sorumlu olduğu gibi onu kurtaracak olan da kendi niyeti ve davranışıdır.  İkincisi ise Hicret'in gerçekte mekan veya zamanla irtibatının  ortadan kalkmasıdır. Hicret, herkesin bütün zaman ve mekanlarda yaşayabileceği zihnî, itikadi, amelî ve ahlaki bir dönüşüm ve değişimden ibarettir. 

Hadisin başka bir boyutu daha vardır ki bu kısım, özellikle sûfiler tarafından yaygın bir şekilde yorumlanmıştır. Hz. Peygamber ‘Kimin hicreti Allah'a ve peygamberine ise' der. Sûfiler ‘Allah'a ve peygambere hicret' üzerinde özenle durmuşlardır. Allah'a hicret ne demektir? Sûfiler için bu ifade Hz. Peygamber'in ‘cevamiü'l-kelim' yani ‘az söz ile çok şeyi anlatma' özelliğini gösteren bir ifade sayılabilir. Başka bir yönüyle bu ifade, İbnü'l Arabi'de görülen, ‘dile getirilen hikmet ile' ‘hakkında susulan hikmet' terimleriyle irtibatlı ele alınabilir. Çünkü burada ‘Medine'ye hicretten konuşurken hicretin yönü değişmiş ve ‘Allah'a ve peygamberine hicret'ten söz edilmiştir. Sadece bu yaklaşım bile, Hicret'i her Müslümanın sürekli tekrarlayabileceği bir eylem olarak yorumlamaya imkân verir. Çünkü Medine'ye hicret tarihsel bir olay iken Allah'a ve Peygamberi'ne hicret, tarih ve mekaân ile sınırlanmaksızın her zaman mümkündür. Bu anlamıyla Hicret, sûfilerin tevbe hakkındaki düşünceleriyle paralel bir anlam kazandığı gibi sûfilerin buradan hareketle geliştirdikleri yorumlar Hicret'in daha geniş bir anlamda yorumlanmasına katkı sağlamıştır. Tevbe en genel anlamıyla ‘günahtan pişmanlık duymak ve tekrar günah işlememeye karar vermek' diye anlaşılır. Sûfiler bu genel anlama özel bir anlam eklemişlerdir: Onlara göre tevbe, ‘dönmek' fiiliyle birlikte düşünülmelidir. Nitekim tevbe kelimesinin ilk anlamı da bunu gösterir. Peki, insan ‘neye' dönecektir? Bu sorunun cevabı, günah sonucunda insanın nereye gittiği ve neyden ayrıldığı sorusunun cevabıyla verilebilir. İnsan günah işleyerek Allah'tan uzaklaşmış ve nefsiyle kalmıştır. Sûfiler, nefsi ve onun arzularını insanı daraltan, sınırlayan bir şey olarak görmüştür. Buna karşın tevbe, insanın tekrar Allah'a, yani nefsin ve arzularının darlığından ilahî âlemin genişliğine dönmesidir. Bu durumda tevbe, Hicret ile eş-anlamlı hale gelir. Bu anlamda sufiler için Hicret,  insanın her an derûnunda veya dışta yaşadığı bir fiilin adıdır. İnsan kötü davranışlardan ve çirkin ahlaktan ‘hicret ederek', erdemlere ve iyi davranışlara ‘döner'. Bu durumda onun hicreti, Allah'adır ve bunun karşılığında Allah da kendisine döner.

Öyleyse Hicret'ten bize kalan iki önemli ilke veya görev vardır: Birincisi sürekli niyetlerimizi kontrol ederek, ‘kişisel yeri ve duruşu' tespit etmenin zorunluluğudur. Herkes sadece ve sadece kendi niyetinden ve davranışından sorumlu olduğu gibi onu kurtaracak olan da kendi niyeti ve davranışıdır.  İkincisi ise Hicret'in gerçekte mekan veya zamanla irtibatının  ortadan kalkmasıdır. Hicret, herkesin bütün zaman ve mekanlarda yaşayabileceği zihnî, itikadi, amelî ve ahlaki bir dönüşüm ve değişimden ibarettir. Binaenaleyh süflîlikten ulviliğe dönük her intikal, Allah'a doğru bir tevbe ve hicrettir.