Hz. Peygamber'in Ağaçlandırmaya Teşvikleri ve Tabiatını Korumaya Aldığı Bölgeler

A- Hz. Peygamber'in Ağaç Dikimine ve Ağacı Korumaya Yaptığı Teşvikler, Kur'an ve Peygamber Öğretilerinde Mümin Kişinin Verimli Meyve Ağaçları ve Arıya Benzetilmesi

Ticaret öncesinde kırlarda çobanlık yapmış birisi olarak Hz. Muhammed (sav) hayvanlar ve bitkiler üzerinde bir şeyler düşünmüş olmalıdır ki bu herhalde pek çok çobanın yaptığı bir şey olur. Ben de bu mesleği az yapmış olmadım. Fakat daha sonra vahyi öğretiler bu alanda onu yüksek bir tefekkür ve de bir bilince taşımış olacaktır. Biz, Kur'ân-ı Kerîm'in yanı sıra bu Allah Elçisi'nin insanları, dünyalarını imar etme bilincine sahip kılmaya çalıştığını görürüz. Bu yolla tabiat, kendisinden alınanların bir kısmına yeniden kavuşmuş olacaktır. O’nun uygulaması; mevcudu korumak ve onlara yeni şeyler ilave etmek şeklinde kendini gösteriyor. O bu gaye ile insanları tabiatı imara ve ona bir şeyler katmaya özendiriyordu. Bu maksatla Peygamber; kurdun, kuşun yediklerinin insanlar için sadaka olacağını duyuruyor ve şöyle diyordu: “Hiçbir Müslüman yoktur ki o bir ağaç diksin yahut bir ekin eksin de bir insan veya bir diğer canlı ondan yiyince bu onun için bir sadaka olmasın.” [1]

Ağacın verdiği meyve kadar ve dikilen ağaçtan yenildiği sürece o ağaçları dikenlere sevap yazılacağı da yine Peygamber'in sözleri arasındadır. [2] Ona bağlanan benzer bir hadiste de; su kanalları ve kuyular açanlar, hurma/ ağaç dikenler, öldükten sonra sevap kazanmaya devam edecek olan yedi sınıf arasında gösterilirler. [3] Bu öğretilere göre ağaç dikme bir kerelik bir sevap olmayıp ağaç bütün o faydalarıyla var olduğu sürece bu sevap da süreklilik arz edecektir. Bunun için de ağacı yaşatmak gerek. Biraz daha açık söylersek dikilen ağaç yaşadığı sürece insanlar ve diğer öteki canlılar; sahip olduğumuz hayvanlar, kuş, kurt, böcekler vs. ondan faydalandıkça bu o kişinin, her gün meyve veren ağaç misali, bir sadakası olacaktır. Burada onun üreteceği oksijeni ve kirli havanın temizlenmesine yaptığı katkı gibi faydalarını da düşünmek gerekir. Kim bilir belki o her gün bir sadaka sevabı kazandırmaktadır da insan bunun farkında değildir. Buna göre ağaç dikip yaşatmak bir sadaka ağacı dikmek demektir. Peygamber ashabının da ondan aldıkları dersler doğrultusunda gittikleri yerlerde, özellikle meyve ağacı dikimine teşvikler yaptıkları görülür. Yemen'e vali tayin edilen Yâ'lâ b. Umeyye beraberinde buraya sahabeden bazı adamlar da gelirler ki biz bunların halkı dolaşıp onları çeşitli alanlarda eğittiklerini anlıyoruz. Mesela onlardan biri yanında ceviz ile orada bir bölge olan Deynebâz (veya Dînebaz)'da zirai işlerde çalışan Farisi kökenli bir ziraat işçisinin yanına uğrar, yanında da öyle anlaşılıyor ki tohumluk için getirdiği ceviz vardır. Sahabe ondan elindeki cevizden arazideki su kenarına ekmesi için izin ve teminat ister. Bunun kendisine ne faydası olacağını sorması üzerine de bu sahabe ona bizzat Peygamber'den dinlediği şu cümleleri aktarır : “Kim bir ağaç diker ve meyve verince ye kadar onu kararlılıkla korur ve bakımını üstlenirse meyvesinden sağlanan her fayda onun için Yüce Allah katında bir sadaka olarak kaydedilir.”

Adam bunu duyunca hemen ekime müsaade eder ve bu kişi daha sonra o bölgede büyüyüp oluşan ceviz ağaçlarının hikâyesini oraya uğrayanlara göstererek anlatıp durur. [4] Peygamber'in bu ifadesinden anlaşılan; sadece ağacı dikmek değil onu sahiplenip bakımını üstlenmek ve büyütmek de dikmek kadar önem taşır. Aksi halde ağaç dikmek ile bizatihi hedeflenen faydalara ulaşmak mümkün olmayabilir. Hz. Muhammed (sav) bir başka sözlerinde; “Kıyamet koparken dahi birinizin elinde ağaç fidesi varsa hemen onu diksin” [5] der ki bunu çoğu insan bilir. Ben onun bu sözlerinden şunları anlıyorum: O bununla bize bir yandan kendi görevimizin sürekli iyi işler/ salih amel yapma olduğu bilincini vermeğe çalışıyor ve öte yandan da ‘siz kendi işinize bakın, dünyanın hayatına son vermek Yaratıcı'ya ait bir iş olup o sizi ilgilendirmez’ demek istiyor. Buna göre; eline dikmek üzere bir fide almış bulunan bir kimse faraza kıyamet hadisesiyle karşılaşırsa o kişi bunun sevabına nail olması için bundan vazgeçmeyip, hemen onu dikmelidir ki O’nun tavsiyesi bunu gerektirir. Aslında burada temelde O ‘sizler çok yaşlı, artık dünyadan çekilmek üzere olan insanlar dahi olsanız, sevabından mahrum olmamak için ağaç dikmekten geri durmayın’ şeklinde bizlere bir nasihat veriyor. Bizim sorumluluğumuz bu yer küreyi yaşanır halde, ilk bulduğumuz gibi, Allah'a teslim etmektir. İnsan hayatına olduğu gibi bu yerküre hayatına da son vermek sâdece ve sâdece Allah'a ait bir iştir ve insanlar bu iki şeye yeltenmemelidirler. Biz Peygamber'in kırlarda, tek tük kalmış yabani meyve ağaçlarıyla da ilgilenip bunların korunmasına da yöneldiğini görürüz. O bu çerçevede, yabani kiraz (sidre) ağaçlarını haklı bir maksada yönelik olmadan kesenlerin cehenneme sokulacakları, uyarısında bulunur. [6] Bilindiği gibi O’nun miraçta “sidre-i münteha”da karşılaştığı ağaç da bu ismi taşır.

Akıllıca faydalanma olmadan bir ağaca veya bir ormana zarar vermek dünyanın tamamını zarara sokmak sayılır. Çünkü bir ağaç ve bir orman, ürettiği oksijeni sadece bulunduğu yer için üretmiş olmaz. Bu yönden bir ülkenin yangını her bir ülkenin yangını sayılır.

Bir gün Peygamber'in yaş bir ağaç dalını mezara dikip onun yaş durdukça ölüye bir rahmete vesile olabileceğini söylemesi [7] mezarlıkların yeşillendirilmesi geleneğinde etkili olmuş olabilir.

Mümin kişiliğinin Kur'ân ve Peygamber öğretilerinde, maddi-manevi ortaya koyduğu ürünler sebebiyle arı ve meyve ağacına benzetilmesi:

Allah Rasûlü (sav), Müslümanın kişiliğini; yediği ve ortaya koyduğu ürünün tertemiz ve hoşluğu/ güzelliği sebebiyle arı misaliyle anlattığı gibi [8] O bu kişiliği bir meyve ağacı benzetmesiyle de anlattır ki bu benzetmede meyve ağacı, kendisinin çevresinden misalle hurma ağacı olmuştur. Bu benzetmede hurma ağacı Müslüman kişi misalidir ki ünlü hadisçi Buhârî bunu “Müslümanın bereketi” başlığı altında vermiştir. [9] Yine benzeri bir hadiste bu sefer Müslüman kişi, ötekinin tersine, hurma ağacına benzetilir [10] ki sonuç da değişen bir şey yoktur. Bu benzetmelerde, insanda olması gereken kişilik ve kimliğin ortaya konulmasının yanı sıra ağaca da dikkat çekildiği açıktır. Peygamber bu ağaç benzetmelerini Kur'an'dan almış olabilir. Bir ayette müminin; en yüksek bir imani-ahlâki olgunlukla sürekli en yüksek bir kulluk ve insani verimlilikleri ortaya koyan kişiliği, mecazi bir anlatımla, güzel ağaç "şecara tayyibe" misaliyle dile getirilir". Peygamber bir başka sözlerinde de Müslümanı; yaprağını hiç dökmeyen ve eskimeyip hep yeni kalan yeşil bir ağaca benzetir ki Buharî bunu da "Edeb" bölümüne kaydetmiştir. [11] Bu benzetmeye göre mü'min kişi, ağaç, misali, kuruyup ölünceye kadar, yeşilliği kaldığı sürece daima güzel bir şeyler ortaya koyar, güzel bir şeyler kazanır.

Hz. Muhammed (sav)'in sadece Medine çevresini korumaya almayıp O’nun aynı şeyi Mekke'nin fethinden sonra orada da başlattığına ilişkin pek çok haber vardır. [16] Hatta O, bazı haberlerde görüldüğü üzere Medine'de söz konusu uygulamaya geçerken; Hz. İbrahim (as)'in Mekke'deki harem uygulama ve geleneğini hatırlatmış ve ondan yola çıkarak kendisinin de Medine çevresini harem/ koruma bölgesi yaptığını söylemiştir.

B-Peygamber'in Tabiatını Korumaya Aldığı Bölgeler, Bu Maksatla Ceza İhdası, Orman-Koru Oluşturması Ve Halkı Ölü Toprakları İhyaya Yönlendirmesi

Hz. Muhammed (sav), Kur'ân'daki anlatımlara dayanarak kentlerin yakın çevresini çok tahrip edilmiş bulmalı ki Medine'de devletini kurunca bu şehrin çevresindeki belli bir kuşağı koruma altına almıştır. Peygamber, özellikle ehil hayvanlar için tabiatı korunmaya alınan yer anlamına gelen "hımâ: koruluk"lar tayin etmiştir ki biz bu yerlerin isimlerini dahi bilebiliyoruz. [12] Bu arada o, Medine'nin 12 mil kadar genişliğindeki bütün çevresini Hımâ veya mutlak anlamıyla “Haram Bölge” ilan edip korumaya almıştır ki ünlü fakih ve baş kadı İmam Ebû Yûsuf (ö.182 h/798 m) kitabında Hz. Peygamber'in bu koruma bölgesi hakkında şu bilgileri verir:

“Muhammed (sav) Medine’nin ağaçlık kesiminden ve çevresinden 12 mil kadar bir kuşağı dokunulmaz (haram) bölge ilan etti. Bunun 4 mil genişliğindeki bir kesiminde ise (her çeşit) avlanmayı yasakladı. (Önceki) âlimlerden bir kısmı bunun; otluk ve ağaçlık kısımların olduğu gibi bırakılması demek olduğunu söylerler. Çünkü bu bölümler deve, sığır ve koyun gibi hayvanların otlağıdır. İnsanların ihtiyacı ancak süttür ve halkın gıdaya olan ihtiyacı oduna olan ihtiyacından daha önde gelir.” [13]

Günümüzde milli bahçe gibi adlarla anılan “hımâ” ve gene bunun gibi ve belki daha sert koruma kanunlarına tâbi “haram bölge”lerin Türkçe tam karşılığı koruluktur ve bu yerler her şeyi ile tabiatın tam korunmaya alındığı bölgelerdir. Ağaç ve otların yetişmesine engel tüm faaliyetler bu bölgelerde yasak olduğu gibi, Peygamber'in uygulamasında görüldüğü üzere, duruma göre bu yerlerde her çeşit avlanmanın yasaklandığı bazı kesimler de vardır. Bu kesimler tabii çevrenin tüm vahşi hayatıyla korunmaya alındığı yerler olmuştur. Genişliği yaklaşık 20 km'yi bulan Medine kuşağının, kentin havası ve mesire yeri oluşu bakımından da büyük faydalar sağlayacağı açıktır. [14] Şüphesiz korunmaya alınan bölgeler dışında da Peygamber'in koyduğu genel av hükümleri uygulanacak ve oralarda da sorumsuz davranışlar ahlaki veya hukuki görülmeyecektir. Peygamber'in, Medine bölgesinde, tabiatını korumaya aldığı şüphesiz daha başka bölgeler de vardır. Mesela kaynakların, adını Baki ve bazen de Nakı' olarak verdikleri Medine'ye 20 fersah uzaklıktaki ağaçlık ve sulak bir bölgeyi O, özellikle de at sürüleri için korunmuş bölge ilan etmiş bulunmaktadır. [15] Burası korumaya alınan bir mer'a olmuştur.

- Koruma ferman ve iradesinin yazıyla tespiti ve bunlarda ceza ve lanet bölümleri:

Hz. Muhammed (sav)'in sadece Medine çevresini korumaya almayıp O’nun aynı şeyi Mekke'nin fethinden sonra orada da başlattığına ilişkin pek çok haber vardır. [16] Hatta O, bazı haberlerde görüldüğü üzere Medine'de söz konusu uygulamaya geçerken; Hz. İbrahim (as)'in Mekke'deki harem uygulama ve geleneğini hatırlatmış ve ondan yola çıkarak kendisinin de Medine çevresini harem/ koruma bölgesi yaptığını söylemiştir. Peygamber işi o kadar resmileştirmiş ve sağlama almıştır ki mesela O, Medine ve diğer bazı yerlerde olduğu gibi yasak bölge hudutlarını ve oralardaki yasak faaliyetleri ve cezai müeyyidelerini resmen yazıyla da tespit etmiş veya antlaşma maddeleri içerisine koymuştur. Müslîm, Ebû Dâvud ve diğer kaynaklarda yer alan bazı haberlerde görüldüğü üzere O’nun, Medine haram bölgesi ve yine diğer bazı fıkhi konulara ilişkin tanzim ettirdiği bir yazı, daha sonra hilafeti zamanında Hz. Ali'ye intikal etmiş ve o da bunu kılıcının mahfazasında taşır olmuştur. Peygamber'in Medine bölgesi ile ilgili düzenlemesinin sonunda, bunu ihlal edenler için bir de manevi müeyyide olarak lanet derecesinde bir beddua bölümü de yer alır ki burada; Allah, melekler ve bütün insanların onlara lânet etmesinden, söz edilir.

Biz daha sonra mesela Osmanlı'yı misal verecek olursak vakfı ortadan kaldıran ve onun şartlarını hiçe sayanlar için kitabelerde de en sonda aynı tarz lânetin yer aldığını görürüz ki bu gelenek de işte o tabiatı korunan söz konusu bölgelere ilişkin kanun metinlerine dayanmış olmalıdır. Biz Mekke'nin fethi günlerinde o burasını da Medine'deki gibi, eskiden olduğu şekilde, haram bölge ilan ettiği sırada yaptığı konuşmayı, Yemenli Ebû Şah adında bir Müslümanın onu kendisi için yazılı olarak istemesi üzerine Rasûlullah (sav)'ın onun için özel bir yazı tanzim ettirdiğini de yine hadislerden biliyoruz. Peygamber avlanmaya yasak bölgelerde silah taşınmasını da yasaklamıştır. Ebû Hureyre (ra) O’nun yasaklarından söz ederken; “Ben Medine'de şehir içinde ceylanların yayılıp otladığını bile görsem onları rahatsız edemem” der. Mekke, Medine yasak bölgelerinde hayvan otlatmak serbest bırakıldığı halde buralarda ot biçmek de yasaklar arasına girmiştir. [17] Sahabeden Abdullah b. Sellâm (ra) Medine yasak bölgesini anlatırken kendisinin bu yerde ne bir ağaç kesebildiğinden ve ne de kuş avlayabildiğinden söz eder. [18] Biz yine bu kaynaklarda Peygamber'in bazı yerlerde hayvanlar için yaprak döktürme amacına yönelik olarak ağaç dallarının fazlaca hırpalanmasına da karşı çıktığını görürüz ki böylesi yağışı az bölgelerde bu tavırlar ağaçlara fazlasıyla zararlı olmalıdır. Burada da haklı olarak Peygamber'in titizliği ortaya çıkar. Yoksa biz Hz. Mûsa (as)'nın o meşhur asasıyla hayvanlara yaprak döktürdüğünü Kur'ân'dan biliyoruz.[19]


Dipnotlar:

  1. Buhârî, Edeb, 27, ayrıca bak. Ebû ‘Ubeyd, el-Emvâl, 285, ra. 700.
  2. Ahmed, Müsned, V, 415.
  3. el-Munâvi, Feydu'l-Kadir, IV, 87, ra. 4643 (Mısır, 1356 h/1938)
  4. Ahmed, Müsned, IV, 61, V, 374.
  5. Ahmed, Müsned, III, 184, 191
  6. Ebû Davud, Edeb, 171, ra. 5239; Taberânî XVII, 41, ra. 86.
  7. Buhârî, Cenâiz, 82; Edeb, 46.
  8. Ahmed, Müsned, II, 199
  9. Buhârî, At'ıma, 46.
  10. Aclûnî Keşfu'l-Hafâ, II, 307.
  11. İbrahim, 14/24-25.
  12. Buhârî, Edeb, 79.
  13. Ehil hayvanlar için korumaya alınan yerler için bak. Buhâri, Musâkât, 12; el-Maverdi, 176.
  14. Ebû Yûsuf, Harâc, 112.
  15. Hımalar konusunda geniş bilgi için bak. C. Yeniçeri, İslâm İktisadının Esasları, 42-43, 55 vd.; C. Yeniçeri, İslam’da Devlet Bütçesi, 86, 131.
  16. el-Huzai, 653
  17. Müslim, Hac, 445 vd.; Ebû Davud, Menâsik, 90 vd., ra. 2018 vd. ; Taberâni, XI, 335, ra. 11928.
  18. Bütün bunlar için bak. Müslim, Hacc, (bâb 82, 85 vd.), 445-472, Hz. Ali için 466, Ebû Hureyre için bak. 471; Ebû Davud, Menâsik, 99 vd. ra. 2034 vd.; Tirmizr, Velâ', 3.
  19. Ahmed, Müsned, V, 451