Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

İnsan İradesine Saygı

16 Mart 2015 Pazartesi Sonpeygamber.info / Bir Hadis Bir Yorum


Hz Aişe (r.anha) den rivâyet edildiğine göre, bir genç kız onun yanına gelerek, “babam beni, sadece itibarını yükseltmek için, istemediğim halde, kardeşinin oğluyla evlendirdi” dedi. Hz. Aişe, “Nebi gelinceye kadar otur bakalım” dedi ve Rasûlullah geldiğinde durumu O'na bildirdi. Allah Rasûlü (sav), kızın babasına haber göndererek çağırttı ve tercihin kıza ait olduğunu söyledi. Bunun üzerine kız, “Ey Allah’ın Rasûlü! Babamın yaptığı işe izin verdim, fakat bu konuda söz hakları olduğunu kadınlara bildirmek istedim” dedi. 
(Nesâî, Nikah, 36 )

Kur’ân-ı Kerîm’in irade hürriyeti ve şahsi sorumluluğa yaptığı vurgu ve Hz. Peygamber’in kadın-erkek ayrımı yapmadan kişilerin irade ve tercihlerini önceleyen tutumu dikkate alınırsa, mezhebî kaygıların ötesinde ve üstünde İslami bir referans noktasından hareket etmemiz zorunlu hale gelmektedir.

Ergenlik çağına gelmiş akıllı insanları mükellef (sorumlu) sayan, tercih ve tasarruflarında özgür bırakan İslam Din'i, evlilik gibi çok önemli bir karar arefesinde de son sözü kişinin kendisine bırakmıştır. Cenabı Hak, sorumluluğun şahsî olduğunu (Necm, 38-39) ve herkesin ancak kendi yaptığının karşılığını göreceğini (Câsiye, 22) bildirmiş, elçisi de, yukarıda ki hadiste olduğu gibi, erkek olsun, kadın olsun kişilerin kendi tasarruflarında söz sahibi olduklarını ifade etmiştir. Bu konuyla ilgili Hz. Peygamber'in sünnetinde pek çok örnek bulunmakla beraber, sırf evlilik konusunda ki tavsiye ve uyarıları bile onun, insan iradesine ne denli saygı gösterdiğini anlamak için yeterlidir.

Örneğin bir defasında Hz. Aişe, "Ey Allah'ın Rasûlü! Evlilikleri konusunda kadınlara danışılır mı?" diye sormuş, “Evet” cevabı alınca, "Peki, bakire kız utanır söyleyemezse ne olacak?" sorusuna Allah Rasâlü (sav), “Onun susması izni sayılır” buyurmuştur. (Buhârî, İkrah, 3) Başka bir hadiste, babasının kendisini zorla evlendirdiği şikâyetiyle Hz. Peygamber'e başvuran bir kadını Allah Rasûlü kocasından ayırmış ve “kadınları zorlamayın” buyurmuştur. Bu kadın daha sonra Ebû Lübâbe el-Ensârî adında başka bir sahabî ile evlenmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 364)

Sevgili Peygamberimiz kendi kızlarını evlendirirken de aynı tutumu sergilemiştir.  Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre, kızlarından birine talip olunduğunda Allah Rasûlü (sav) onun yanına gider, talip olanın adını söyler, o susarsa evlendirir; şayet kızı, istemediğini örtüsüne dokunarak işaret ederse, Peygamberimiz de nikâhlamaktan vazgeçerdi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 78) O günkü toplumsal yapıda mevcut olan geleneklerin izleri de görülen bu uygulamada önemli olan, Hz. Peygamber’in, kızının tercihini öğrenerek o doğrultuda hareket etmesidir.

Bu konuda zikredilmesi gereken diğer bir örnek de Berîre rivayetidir. Hz. Âişe’nin azadlı cariyesi olan Berîre, Mugîs isminde bir köleyle evliydi. Berîre azad olunca kocasından ayrılmak istedi. Fakat Muğis ayrılmak istemiyordu. Bunun için Hz. Peygamber’in aracılık yapmasını istedi. Allah Rasûlü, “Ey Berîre! Allah’tan kork. O senin kocan ve çocuğunun babasıdır” buyurdu. Berîre, “Ey Allah’ın elçisi, bunu bana emrediyor musun?” deyince Hz. Peygamber, “Hayır, ben sadece aracıyım” dedi. Bunun üzerine Berîre, “Benim ona ihtiyacım yok” karşılığını verdi. Hz. Peygamber, amcası Abbas’a, Berîre’ye olan sevgisinden dolayı gözyaşı döken Muğîs’i göstererek, “Mugîs’in Berîre’ye sevgisi, onun da Muğis’e nefreti şaşılacak şey doğrusu!” demişti. (Ebû Davud, Talak, 19; Nesâî, Âdâbu’l-Kudât, 28)

Görüldüğü gibi bu örneklerin hepsi, Câhiliye döneminde erkeklerin baskısı altında fazla söz hakları bulunmayan kadınların Hz. Peygamber sayesinde nasıl bir özgüvene kavuştuklarını ve karşılaştıkları zorlukları bizzat ona anlatarak nasıl haklarını arama çabası içinde olduklarını göstermektedir.

Evlilik gibi insan hayatında çok önemli yeri olan bir olayın, kişinin anne-baba ve yakınlarıyla istişare ederek ve onların görüş, tavsiye ve onaylarını da alarak gerçekleştirilmesi şüphesiz çok yararlı ve gereklidir. Ancak bu ideal işbirliği her zaman mümkün olmayabilir. Bu takdirde son söz, yeni bir hayata adım atacak gençlere aittir. Seçimlerinde isabetli olup olmadıkları ve tercihlerinden dolayı karşılaşabilecekleri olumlu/olumsuz gelişmeler tamamen kendi sorumlulukları dahilindedir. Bu noktada ailelerin görevi, gençlerin tercihlerine müdahale etmek değil, onlara her konuda yardımcı olmaktır. Bilgi ve tecrübeleriyle onların seçimine katkıda bulunmaktır.

Evlilik gibi insan hayatında çok önemli yeri olan bir olayın, kişinin anne-baba ve yakınlarıyla istişare ederek ve onların görüş, tavsiye ve onaylarını da alarak gerçekleştirilmesi şüphesiz çok yararlı ve gereklidir. Ancak bu ideal işbirliği her zaman mümkün olmayabilir.

Bu konu, ülkemiz açısından da belli ölçüde önemini ve güncelliğini korumaktadır. Hâlâ bazı yörelerimizde küçük yaşta olan hatta rüşt yaşını geçmiş bulunan kızlarımızın kendi görüş ve onayları alınmadan istemedikleri kişilerle evlendirildikleri bilinmektedir. Bazen babası, hatta dedesi yaşındaki insanlara belli menfaatler karşılığında âdeta satılan bu kızlarımızın akıbeti ya ömür boyu mutsuzluk veya intihar olmaktadır. Çok eski dönemlerin toplumsal yapılarının ve aile ilişkilerinin doğurduğu otoriter işleyiş ve velinin izninin şart koşulması gibi uygulamalar dini bir zorunluluk gibi görülmekte, Hz. Peygamber’in yukarıda örneklerini verdiğimiz tatbikatındaki espri göz ardı edilmektedir. Dolayısıyla, gelenek adı altında, “beşik kertmesi”, “berdel” gibi insan iradesini ve özgür tercihini dikkate almayan yollara başvurulmaktadır. Herkesin kolaylıkla fark edebileceği üzere, yeme-içme ve kıyafet seçimi gibi insanın gündelik hayatının sıradan işlerinde, anne-babasının, yakın çevresi ve arkadaşlarının telkin, tavsiye hatta zorlamaları önemsiz görülse de; evlilik gibi, kişinin kendisinin ve çocuklarının hayatını ömür boyu çok derinden etkileyecek hayati bir kararın tamamen başkalarına havale edilmesi mazur görülemez.     

Kur’ân-ı Kerîm’in irade hürriyeti ve şahsi sorumluluğa yaptığı vurgu ve Hz. Peygamber’in kadın-erkek ayrımı yapmadan kişilerin irade ve tercihlerini önceleyen tutumu dikkate alınırsa, mezhebî kaygıların ötesinde ve üstünde İslami bir referans noktasından hareket etmemiz zorunlu hale gelmektedir. Cenabı Hakk’ın mükerrem kıldığı ve imtihan dünyasındaki rotasını belirlemede serbest bıraktığı insanın, temel hak ve hürriyetlerini kullanırken başkalarının izin ve onayına tabi kılınması aklın da dinin de kabul edeceği bir şey değildir.