Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Hz. Peygamber’in Sünnetini Anlamak ve Yaşamak

16 Aralık 2018 Pazar Hz. Muhammed / Sünnet ve Hadis


Müslümanlar arasında sünnet kavramının içeriği konusunda bazı kargaşalar ve sapmalar yaşanmakta oluşu sünneti doğru şekliyle anlamayı bir problem olarak ele almayı gerekli kılmaktadır. Gerek sünneti yaşamaktaki aksaklıklarımız, gerekse son yıllarda yeniden gündem konusu olan, sünnetin dindeki yeri ve değeri üzerindeki tartışmalarda sünnet anlayışının önemli ölçüde rolü olduğu kanaatindeyiz.

Sünnet denince Müslümanların aklına genellikle Peygamberimiz'in kıyafet, adap ve ibadetlerindeki müstehaplarla ilgili uygulamaları gelmektedir. Rasûlullah'ın yüksek ahlakına dair meziyetlerinin veya iktisadi, hukuki, siyasi uygulamalarının ilk akla gelen sünnetler arasında sayıldığına pek rastlanmıyor. Müslümanlara verilen hatalı, noksan ve bütünlükten uzak sünnet imajı, onları şekilci ve davranış kalıplarını taklitten ibaret bir sünnet anlayışına götürmüştür.

İnsanlar kavramlarla iletişim kurarlar. Kullandığınız kavrama hangi anlamı verirseniz verin, karşınızdaki kişi kullandığınız kavramı kendi yüklediği anlam ve muhteva içerisinde algılayacaktır. Eğer taraflar kullandıkları kavramlara net bir şekilde aynı anlamı yüklüyorlarsa sağlıklı iletişimden söz edilebilir. Aksi halde birbirlerini anlamayan kişilerden oluşan toplumlarda kavram kargaşasından kaynaklanan birçok sosyal problem baş gösterir. Şu halde, sünnet kavramı üzerinde ilmî bir uzlaşma zarureti vardır. Zira sünnet anlayışı farklı olduğunda herkes kendi anladığı sünneti yaşamaya ve topluma empoze etmeye kalkar.

Sünnet denince Müslümanların aklına genellikle Peygamberimiz'in kıyafet, adap ve ibadetlerindeki müstehaplarla ilgili uygulamaları gelmektedir. Rasûlullah'ın yüksek ahlakına dair meziyetlerinin veya iktisadi, hukuki, siyasi uygulamalarının ilk akla gelen sünnetler arasında, hatta sünnetler arasında sayıldığına pek rastlanmıyor. Bu, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Müslümanlara verilen hatalı, noksan ve bütünlükten uzak sünnet imajı, onları şekilci ve davranış kalıplarını taklitten ibaret bir sünnet anlayışına götürmüştür.

Böyle yüzeysel bir sünnet anlayışının oluşmasında müstehab anlamına gelen fıkıhtaki sünnet kavramının birbirine karıştırılmasının rolü olsa gerektir. Halkın çokça yüz yüze geldiği ilmihal kitaplarında müstehablar sünnet kavramı ile başladığından halk, sünnet deyince Peygamberimiz'in bu tür davranışlarını anlamaktadır. Bunun sebebi de halkın dinî bilgisinin yüzeyselliği ve ilmihal kitaplarının çağın ihtiyaçlarına göre geliştirilmemiş oluşudur.

Böyle bir sünnet anlayışıyla fert ve toplum inşası mümkün müdür? Yani yukarıda sayılan sünnetleri her Müslüman ihmal etmeden yapsa Peygamberimiz'in hedeflediği hayat tarzı gerçekleşmiş olur mu? Kesinlikle hayır. Çünkü Allah da, Peygamber de insanın kalbine, iç dünyasına, inancına, ahlakına, sosyal ilişkilerine, dışından çok fazla önem vermektedir. Sünneti, dolayısıyla İslam'ı şekle ve lafza mahkum ettikçe, dışı Müslüman fakat inancı, dünya görüşü, ahlakı, sosyal ilişkileri Müslümanlıkla bağdaşmayan insanlar üretmekten kurtulamayız. Kaldı ki, hayatın her yönüne sirayet etmeyen bir sünnet anlayışı, hayatın sünnet tarafından boş bırakılan kısımlarının İslam-dışı uygulamalarla doldurulmasına yol açar.

Sünnete uyma konusunda bir diğer hata da, fert ve toplum bütünlüğünü göz ardı etmektir. Bir kısmımız ferdî hayatında sünneti yaşamakla sünnete uymuş olacağını zannederek toplumsal sünnetleri ihmal etmekte bir kısmımız da sosyal hayatta sünneti ihya edeceğim diye nefsinde gereken sünnetleri ihmal etmektedir. Halbuki Kur'ân ve sünnetin eğitim metodu, önce İslam'ın gönüllere ve ferdin hayatına hakim olması, sonra toplum hayatında makes bulmasını sağlamak şeklindedir. Bunları söylerken toplumun ferdi etkilediğini veya her sistemin kendi fertlerini oluşturduğunu inkar etmiyoruz. Fakat istenmeyen toplumsal yapıyı değiştirirken, özellikle ahlaki olgunluk hedeflenirken işe nereden başlanacağını, neye öncelik verilmesi gerektiğini, hangi merhalelerin aşılmasının zarurî olduğunu Kur'ân ve sünnetten çok iyi tespit etmek gerektiğini vurgulamak istiyoruz.

"Sünnet nedir, ne değildir?" sorusunun cevabına geçmeden önce sünnetin klasik tanımını hatırlatmak yerinde olacaktır. Arapça bir kelime olan "sünnet", birinin devamlı gittiği yol, âdet, gidişat, hayat tarzı gibi anlamlara gelir. Terim anlamıyla "Sünnet" denince Peygamberimiz'in söz, fiil ve takrirleri anlaşılır. Takrir Arapça'da onay demektir. Peygamberimiz bilgisi dahilinde yapılan bir davranış veya söylenen söze, karşı çıkmamışsa bu O'nun, o davranış veya sözü onayladığı, en azından mübah saydığı anlamına gelir. Çünkü insanları Allah'ın rızasına ters olan her şeyden uzaklaştırmak için görevli olan bir peygamberin –üstelik kendisinin her davranışının ashabınca takip ve taklit edildiğini bile bile- Allah'ın rızasına ve dine muhalif bir davranış karşısında susması düşünülemez. İşte bu yüzden âlimlerimiz Peygamberimiz'in susmasını ve tepki göstermemesini onay saymışlardır. Tabi ki bilgisi dahilinde olmak şartıyla.

Sünnet, Peygamberimiz'in hayat tarzı demektir. Peygamberimiz'in sünnetinin temelinde O'nun hayat anlayışı vardır. Bu hayat anlayışını kavrayabilen kişi şuurlu bir şekilde sünneti yaşayabilir. Bu noktada sünnetin inanç, zihniyet boyutu söz konusudur. Yani Peygamberimiz'in hayat gayesi ne ise hayata verdiği anlam nasılsa, o nasıl bir imana sahipse, Müslümanınki de öyle olmalıdır. O'nun değer yargılarını aynen benimsemelidir. Sünnetin bu yönü asıl ve temeldir. 

Kısaca söylemek gerekirse sünnet, Peygamberimiz'in hayat tarzı demektir. Hayat tarzı, kişinin hayat anlayışının dışa vurmuş şeklidir denilebilir. Şu halde Peygamberimiz'in sünnetinin temelinde O'nun hayat anlayışı vardır. İnsanlar tarih boyunca "Ben kimim, nereden geldim, niçin geldim, nereye gidiyorum?" gibi sorulara cevap aramışlar ve bu sorulara verdikleri cevaplara göre hayata anlam vermişler, hatta gayelerini buna göre tespit etmişlerdir. İşte Cenâb-ı Hakk gönderdiği peygamberler vasıtasıyla insanlığa bu soruların doğru cevabını bildirmiş ve ona göre hayat sürmelerini istemiştir. Sünnet bir hayat tarzı ise –ki öyledir- bu hayat tarzını gerçek manasıyla idrak etmek, onun arkasındaki hayat anlayışını bilmeye bağlıdır. Bu hayat anlayışını kavrayabilen kişi şuurlu bir şekilde sünneti yaşayabilir. İşte sünnetin temelindeki bu hayat anlayışı bizim itikat yani iman dediğimiz şeydir. Bu noktada sünnetin inanç, zihniyet boyutu söz konusudur. Yani Peygamberimiz'in hayat gayesi ne ise hayata verdiği anlam nasılsa, o nasıl bir imana sahipse, Müslümanınki de öyle olmalıdır. O'nun değer yargılarını aynen benimsemelidir. Sünnetin bu yönü asıl ve temeldir. Müslüman her şeyden önce onun iman dünyasını, gönül dünyasını, fikir dünyasını kavramaya ve O'nu örnek almaya çalışacaktır. Müslüman, Rasûlullah'ın tevhid anlayışını, nefis ve arzular dahil hiçbir maddi veya manevi puta gönlünde yer vermeyişini, Allah'a rağmen hiçbir otorite kabul etmeyişini, kulluk şuurunu, Allah sevgisini ve korkusunu, kader ve tevekkül anlayışını, Allah'tan gelen her şeye rızasını, tedbir ve her işi Allah'a havale edişini, kainatın her yerinde Allah'ın tecellilerini ibretle seyredişini, sebep-müsebbip anlayışını, uluhiyet anlayışını, değer yargılarını iyi tespit edip, sünneti yaşarken bunları işin temeline koymak ve içine sindirmek zorundadır.

Bundan sonra sünnetin ibadet boyutu gelir. Bununla sadece O'nun ibadetlerini nasıl yaptığını değil kulluğu nasıl tezahür ettirdiğini, onun ibadetlerine hâkim olan ruhu, tabir caizse Allah'la ilişkisini kastediyoruz. Kişinin ibadetinin derunî boyutu, imanına bağlı olduğunda, her şeyden önce ibadeti, sadece belli zamanlarda yapılan görevler olarak değil, hayatın her lahzasını içine alan bir kulluk ve mesuliyet anlayışına dönüştürecektir. Müslüman, dar çerçevede ibadetlerinde, geniş çerçevede bütün davranışlarında kulluk şuuru içinde olacak, ihlas, huşu, huzur, ihsan, hamd, marifetullah gibi kulluğun özünü teşkil eden manevî hasletlerde Peygamberimiz'e benzemeye çalışacaktır.

O'nun şefkatini, merhametini, affediciliğini, müsahamasını, kolaylaştırıcılığını, yardımseverliğini, alçakgönüllülüğünü, fedakarlığını, vefakarlığını, diğergamlığını, güler yüzlülüğünü, dürüstlüğünü, sözüne sadakatini, hilmini, cesaretini, cömertliğini, iktisadını, zühdünü, şükrünü, sabrını, azmini, sebatını, tevekkülünü, teslimiyetini, cana yakınlığını, tatlı dilliliğini, inceliğini, zerafetini, hayasını, temizliğini, vakarını, izzetini, teennisini, yiğitliğini, emanete riayet etmesini karakter haline getirmeyi hayat gayesi edinmeliyiz.

Sünnetin üçüncü boyutu, kişinin diğer insanlar ve eşya ile münasebetlerini ilgilendiren yönüdür. Klasik literatürümüzde bu alan muamelat, ahlak, adap, eğitim, aile hayatı gibi konulardaki uygulamaları, sünnetin sosyal boyutunu teşkil eder. Bu yönüyle O, hem toplumun üyesi olarak, mükemmel bir İslam toplumunun nasıl olması gerektiğini pratik olarak göstermiştir. Peygamberimiz'in kul hakkına karşı hassasiyetini; kuvvetin değil hakkın hakim olduğu hukuk anlayışını; "Komşusu aç iken tok uyuyan bizden değildir." buyruğundaki sosyal adalet anlayışını; yeryüzünde adaleti hakim kılmaya esas olan ilây-ı kelimetullah anlayışını; her türlü sömürüyü bertaraf eden ve yaratılmışların en şereflisi olan insanın, insanca yaşamasını hedef alan ekonomi anlayışını, kısaca söylemek gerekirse O'nun toplum hayatında amaçladığı hedefleri ve esas aldığı ilkeleri sosyal hayatımızın temeline koymayı anlamalıyız. O'nun şefkatini, merhametini, affediciliğini, müsahamasını, kolaylaştırıcılığını, yardımseverliğini, alçakgönüllülüğünü, fedakarlığını, vefakarlığını, diğergamlığını, güler yüzlülüğünü, dürüstlüğünü, sözüne sadakatini, hilmini, cesaretini, cömertliğini, iktisadını, dünyanın geçici menfaatlerine değer vermeyişini, zühdünü, şükrünü, sabrını, azmini, sebatını, tevekkülünü, teslimiyetini, cana yakınlığını, tatlı dilliliğini, inceliğini, zerafetini, hayasını, temizliğini, vakarını, izzetini, teennisini, yiğitliğini, emanete riayet etmesini velhasıl, tamamını burada sayamayacağımız bütün güzel hasletlerini içimize sindirip karakter haline getirmeyi hayat gayesi edinmeliyiz. Çünkü yüce Peygamber "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim." buyurarak ebedî risaletin gayesinin ahlâkî kemale ulaşmış insan-ı kamil yetiştirmek olduğunu vurguluyor.

Sünnetin bütünlüğü içerisinde en ufak bir detayın bile önemli bir yeri vardır. Fakat sünnetin kendi içinde mertebeleri olduğu da bir gerçektir. Bazı sünnetleri yerine getirmek farz, bazıları vacip, bazıları müstehaptır. Tersinden söylersek bazı sünnetlere aykırı davranmak haram, bazılarına aykırı davranmak mekruhtur.