Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Güç Mücadelesi Açısından Cahiliye Dönemi ve Günümüz Toplumları

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar

Günümüze baktığımızda Arap cahiliye anlayışından kaynaklanan yapının bir benzerinin bugün de yaygın olduğunu görürüz. Günümüzde de doğal ve sosyal yapıda kurulmaya çalışılan egemenlikte yegane kriterler siyasal, ekonomik ve askeri anlamdaki güç ve kudret olarak algılanmaktadır. 

Otorite ve güç sahibi olmak, insanları yönetmek ve yönlendirmek, yani kısaca hakimiyet düşüncesi, tarih boyunca sosyal olaylarda, siyasal çekişmelerde ve insanlararası her türlü ilişkilerde kişi ya da kurumları yönlendirici önemli bir unsur olagelmiştir. Egemenlik yetkisini ele geçirebilmek amacıyla çeşitli kişiler, gruplar ya da toplumlar arasında kıyasıya mücadeleler ve çekişmeler yaşanmıştır. Her konuda olduğu gibi egemenlik konusunda da yüce Allah tevhid, adalet ve eşitlik ilkelerine dayalı bir inkilab hareketini gerçekleştirmeyi, bu ilkelere dayalı bir toplum sistemini yüce Rasûlü (sav) aracılığıyla insanlar arasında tesis etmeyi ve böylelikle toplumlara hakim olan zulüm, fitne, anarşi ve kaosu ortadan kaldırmayı amaç edinmiştir.

Güç anlayışı açısından günümüzde birçok toplumsal yapıya egemen olan anlayış ile Hz. Peygamber'in yaşadığı dönem cahiliye toplumu arasında dikkat çeken paralellikler bulunmaktadır. Cahiliye dönemi Arap toplumunda sosyo-politik açıdan topluma hakim olanlar, otorite ve gücü elinde bulunduranlar; zenginler, güç kuvvet sahipleri ve bunlarla işbirliği içerisinde olan din adamları idi. Bu üç grup toplumda kurallar koyma, uygulama veya değiştirme konusunda sınırsız yetki sahibi idiler. Toplum yapısındaki bütün kural ve kaideler bu kişilerin çıkar ve menfaatleri doğrultusunda tesis edilmişti. Bu nedenle güçlünün güçsüzü ezmesi ve yok etmesi geleneksel bir kural olarak algılanıp uygulanıyordu. Güçlü olan aile ve kabileler güçsüz ve zayıf durumda olanlara saldırıyor, mallarını yağmalıyor, kadın ve çocuklarını köle ve cariye olarak alıyorlardı. Kölelik toplum yapısının vazgeçilemez bir unsuru olarak kabul ediliyordu. Köle ve cariyelere sahip olunan hayvanlar gözüyle bakılıyor, alınıp satılıyor ve rahatlıkla öldürülebiliyorlardı. Yetim hakkına tecavüz had safhada idi. Yetim kalan kız çocuklarının hamiliğini üstlenen kişiler çocuğun sahip olduğu malı elden çıkarmamak için onu zorla alıkoyuyorlar ve evlenmesine izin vermiyorlardı. Toplum eşraftan olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye ayrılmıştı. Köle asıllı olanlar, fakirler, güçsüzler ve mütearibe adı verilen Arap asıllı olmayanların toplumda hiç bir söz hakkı ya da toplumun yapı ve geleceğini belirlemede herhangi bir yetkisi söz konusu değildi. Adaletsizlik ve zulüm toplum işleyişine hakim olan ana unsurlardı. Kız çocukları babalarına utanç veren mahluklar olarak değerlendiriliyor ve bazan doğumlarını müteakip vahşice toprağa gömülüyorlardı. Topluma her yönden bir fitne, anarşi ve kaos hakimdi.

Arap müşrikler, prensip olarak Allah'ın metafizik  ve kozmolojik otoritesini kabul ediyorlar; ancak sosyal yaşamda Allah'ın tek başına mutlak hakimiyetine karşı çıkıyorlardı. Her ne kadar bazı sosyal kural ve kaideleri Allah'a dayandırsalar da toplumsal kuralları kendi çıkar ve menfaatlerine uygun gelecek tarzda bizzat kendileri koyuyorlardı. Nitekim bundan dolayı Mekke'li müşrikler, özellikle de Mekke'nin ileri gelenleri, hem bütün kainat hem de sosyal hayat üzerinde Allah'ın tek başına sınırsız hakimiyeti düşüncesini ihtiva eden Hz. Peygamber'in "la ilahe illallah" davetine şiddetle karşı çıktılar. Topluma hakim olan bu güçler kendi kendilerine koydukları bu kural ve kaideleri çoğu zaman Allah'a atfediyorlardı. Ayrıca Hz. İbrahim ve Hz. İsmail döneminin bir uzantısı olarak toplumda cârî olan hac va haram aylar gibi bazı geleneksel uygulamaları da işlerine geldiği gibi değiştirip tahrip etmekten geri kalmıyorlardı.

Günümüze baktığımızda Arap cahiliye anlayışından kaynaklanan yapının bir benzerinin bugün de yaygın olduğunu görürüz. Günümüzde de doğal ve sosyal yapıda kurulmaya çalışılan egemenlikte yegane kriterler siyasal, ekonomik ve askeri anlamdaki güç ve kudret olarak algılanmaktadır. Bu güç unsurlarına sahip olanlar çevrelerine bununla tahakküm etmeye çalışmakta, yalnızca toplumsal yapıyı değil ahlaki değer yargılarını da bu güç ve kudrete göre inşa etme yoluna gitmektedirler. Bu yönüyle bakıldığında Hz. Peygamber döneminde yaygın olan cahiliye anlayışı ve geleneğinin bugün de devam ettiği açıktır.

İnsanın içinde yaşadığı sosyal ve doğal çevreyle ilişkileri açısından İslam ile cahiliye geleneği arasındaki fark üzerinde düşünmek İslam mesajının özünü kavrama konusunda bizlere önemli yapıtaşları sunacaktır. İslam, ilahi otorite, güç ya da egemenlik anlayışı bağlamında insana içinde yaşadığı evrenin bir parçası olduğunu hatırlatır ve evrendeki yegane egemen gücün Allah olduğunu vurgular. Günümüz toplumlarının birçoğunda yaygın olan cahiliye anlayışına göre ise evrenin merkezinde insan vardır ve insan yaşamının temel amacı insanın gerek sosyal gerekse doğal çevresine egemen olması ve tahakküm etmesidir. Günümüzde yaşanan birçok sıkıntının, yüzyüze olunan birçok problemin temelinde insanın varoluşuna yönelik bu yanlış algının bulunduğu bir gerçektir. Herşeyi yaratan Allah'ın mutlak egemenliği altında kendisinin de bir parçası olduğu evrendeki yapıyı anlayıp algılama ve onu imar etme yerine bitmek tükenmek bilmeyen tahakküm etme ihtirası uğruna insan, sosyal ve doğal çevresini tahrip etmekten çekinmemektedir. Bu ihtiras ve haddi aşan tavır günümüz de dahil tarih boyu yaşanan çatışmalara, insanın çevresine yönelik tahripkar tavırlarına yol açmaktadır. Bundan kurtuluşun yegane yolu insan yaşamının Allah'ın mutlak egemenliği doğrultusunda yorumlanmasına dayalı İslam mesajının benimsenmesi ve bu doğrultuda insanın haddini aşan tavır ve davranışlardan uzak durmasıdır.